1~Lionheart

146 14 36
                                    

Sıkıntılı nefesimi dışarıya bırakıp telefonumu makyaj masamın çekmecesine bıraktım.  Gözlerim yanıyordu ve kalbimde tarifi imkansız bir his bana baş kaldırıyordu. 
Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi hatta nasıl davranacağımı bilmiyordum.  Kalbim tekliyor gibi hissediyor, nefesimin beni boğmasına izin veriyordum.
Yerimden kalkıp odamın çıkışına doğru ilerledim.  Kapıyı açacağım sırada geriye dönüp birkez daha çekmecede duran telefonuma baktım.  Sanki ona böyle bakarsam bana kıyamaz ve o beklediğim mesajı atar gibi hissediyordum. Uzun bir sessizlikten sonra gözlerimi oradan ayırıp kendimi odanın dışına attım. Ne bekliyordum ki? Bana acımasını mı? Çaresizliğimi hissetmesini mi? Neyi? Yollarımızı ayırdığım adamı mı?
Koridora çıkıp sahne arkasına doğru ilerlemeye başladım. Sahne arkasına geldiğimde yerimde durup onu izlemeye çalıştım.
Nick, o benden belki de daha hassastı. Daha duygusal ve daha kırılgandı. Bu yüzden pek ortalıklarda dolaşmaz ve kızlarla takılmazdı. Olivia onun için özeldi ve onun duyguları özel şeyler için fazla korumacıydı. Bu yüzden dışarıya pek çıkmaz, aşkının yasını içinde yaşardı.
Aslında bu durum çok komikti.
İkimiz de en iyi arkadaşlardık ve ikimiz de ölesiye aşk acısı çekiyorduk ama bunu kameralara, hayranlara, ailemize ve hatta birbirimize bile belli etmeyecek derecede iyi oyunculardık.
Son bir haftadır o kadar da iyi oyuncu sayılmazdık aslında. O benim gece hıçkırıklarımı duyuyor, ben onun fotoğraflara bakıp iç çektiğini yakalıyordum.
Kimi kandırıyorduk ki? İkimizde hala deli gibi aşıktık.
Ben onu sahne arkasında izlerken şarkısını bitirip hayranları selamladı ve sahneden indi.
Gözleri beni gördüğünde iyice açıldı ve yanıma geldi. Ellerini gözlerimin önünde sallayıp zaten fazlaca kendimde olduğum halde beni kendime getirmeye çalıştı.
"Hey. Sorun ne?"
Nefes nefeseydi ve sesini dinlendirmesi gerekiyordu. Az uzağımda duran masadan uzanıp bir şişe su aldım ve ona uzattım. O suyu açmış dudaklarına götürürken omuz silktim.
"Hiç, öyle aynı şeyler."
Kollarımı göğsümde çaprazladım ve sağ tarafımda duran duvara yaslandım. Hala elindeki suyu iştahla içmeyle meşgulken üzerindeki gömleğin yakalarını düzeltip sordum.
"Ee? Radar gözlerin kimleri yakaladı bakalım?"
Sorumdan sonra gülümsemeyi unutmadım. 
Suyunu bitip yanındaki çöp tenekesine fırlattı. Dudaklarını elleriyle silerek bana doğru eğildi.
"Bil bakalım kim gelmiş?"
Kalbim anında ağzımda atmaya başladı. O gelmiş olabilir miydi? Yada belki gelmemiştir. Neden gelsin ki? Ama gelmiş de olabilir. Düşüncelerimden sıyrılıp Nick'in gülümseyen yüzüne baktım.
"E hadi söyle? Kim gelmiş?"
İyice yaklaşıp kulağıma fısıldadı.
"Hayranlar."
Yüzümü ekşitip başımı geriye doğru çektim.
"Ne saçmalıyorsun sikik?"
Sesli bir kahkaha attı.
"Ne var ki?"
Yanımdan ayrılıp odasına doğru ilerlerken omuz silkti.
"Var işte birileri."
Yönünü bana çevirip gözlerini kıstı.
"Sanırım şu Marilyn denen kız var."
Marilyn? Marilyn!
"Esmer mi?"
Odasından içeriye girerken kafa salladı.
"Bana resminizi gösterdiğin kız işte."
Göz kırptı.
"Şu Wilmer'ın kardeşi olan hani."
Nefesim kesildi. O da gelmiş olabilir miydi?
Ardından kapanan kapıya öylece baktım. Belki de yanlış görmüştü.
Kalbim boğazımda sahneye doğru ilerledim. Sahneye çıkan merdivenlerin önünde durduğumda kıyafetimi son bir kez gözden geçirip derin bir nefes aldım. Mikrofonu tutan Holly'e gülümseyip elinden mikrofonu alıp yanaklarmı şişirerek nefes vermeye devam ettim.  Yerimde bir iki saniye bekleyip gözlerimi kapattım ve orkestraya dönüp sesimin duyulmasını umarak bağırdım.
"Hey! Lionheart istiyorum!"
Kilolu ve zenci olan aşırı derecede iyi kalpli gitaristim gülümseyip onayladığına dair el hareketi yaptı ve müziği girdi.
Sahneye çıkmadan şarkıya başladım ve sahneye çıktığımda atılan çığlıklara gülümseyerek cevap veriyordum.
Gözlerim Marilyn'i arıyordu. Marilyn'den ziyade O'nu arıyordum. 
Marilyn'le göz göze geldiğimizde onun gibi sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdim. Yanında oğlu Christian'da vardı. Ona da sıcacık bir gülümseme vererek etrafı süzmeye başladım.
Hadi aslan kalplim. Hadi göster o güzel yüzünü bana.
Gözlerim hala onu ararken kalbimin ona haykırışını durduramyordum.
Hadi aslan kalplim bu gece ışığa beraber yürüyelim.
Kalbim sürekli ona sesleniyordu. Beni duyuyor ve kesinlikle hissediyordu. Altı yıl kesinlikle buna inanmıştım. Yoksa nasıl aşık olabilirdim ki bu denli?
Aslan kalplim neredesin?
Şarkı bitti ve gözlerim onu göremedi. Şarkının sonunda Marilyn'e bakıp burukça gülümsedim. Beni anlamıştı. Onunla hep iyi anlaşırdık.
Karşılığında bana 'üzgünüm' der gibi gülümsedi. Tekrar hayranlara bakıp kocaman bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Daha benim sıram olmasına rağmen hızlıca sahneden inip koridorda koşmaya başladım. Ekibin bana seslenmesini duyabiliyordum ama kalbimin sesi kulaklarımı bile sağır ediyordu. Koridorda karşıma çıkan Nick'i ittirip odama girdim ve kapıyı kapatmaya bile tenezzül etmeden telefonuma ilerledim. Ardımdan giren Nick kapıyı kapatırken telefonumu elime aldım ve hiç düşünmeden mesaj bölümünü açıp gönderilecek bölümüne Wilmer yazıp, tamamen kalbimi dinledim ve parmaklarıma izin verdim.
"Aslan kalplim neredesin?"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 17, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Be strong, friendHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin