Ağlıyordum, deli gibi hemde. Her tarafı yıkıp dökmek istiyordum. İçimdeki yangınları dışa vurmak istiyordum. Ama bir yandan da görmesinler istiyorum. Bende kalmalı, beni çaresiz bilmemeliler diyorum. Ruhumdaki yaraları açıp; bak sen bu kadar üzdün beni, bu kadar yaktın, bu kadar yandım demek istiyorum. Ama kelimelerim yetmiyor bazen ruhumdaki yaraları anlatmaya. Bin bıçak var sırtımda. Hatırladıkça yaralarım sızlıyor.
Tam bileğimi kesecekken babaannem aklıma geldi. Her şekilde yanımda olan, derdime derman bulmaya çalışan, annem gibi olan kadın. Tek bir saç teline kurban olduğum kadın. Beni güldüren, benim yaralarımı unutmak için çabalayan yaralı bir kadın. Her ağlayışımda babaannemin kucağına koşardım. İlk güldüğümde, ilk aldatıldığımda, ilk yalnızlığımda...
Bir çocuğu çok sevdim. Ama öyle böyle değil ya. Canımdan can yapmışım, o derece. Bir arkadaşım bana mesaj atmıştı, bu çocuk senden hoşlanıyor demişti. Seninle konuşmak için can atıyor demişti. Tamam deyip bekledim. Aradan 2 gün geçti mesaj geldi. O atmıştı mesajı. Konuşmaya başladık, o zaman okuldayken hep yanımdaydı. Ben servise binene dek kendi servisini bekletip benim gitmemi beklerdi, bana yaklaşan erkekleri dövermiş, öyle diyorlardı. Sınavlarım oldu çalışmadım, sabaha kadar onunla konuştum. Korkuyordum bir insana bağlanmaktan, ama çok geçti artık. O zamanlar çok samimi bir arkadaşım vardı, adı Vildan. O da çok beğenirdi Aras'ı. Ama hiç o şekilde bakacağını sanmamıştım. Bir gün Vildan bana geldi ve aynen şöyle dedi. "Aras'a aşık oldum, kokusuna, bakışına, gözlerine, gülüşüne, herşeyine aşık oldum Özür dilerim." Diyip ağlamaya başladı. Demiştim dimi. Bağlanmamalıydım. O gün Aras geldi ve herkesin içinde "Sana kalbimi emanet etmek istiyorum, ona sahip çıkarsın dimi?" Diye sordu. Vildan bana bakarak ağlamaya başladı. Sıktım dişlerimi, yine alay konusu olacaktım. Vildan tek arkadaşımdı. Ben onu bozguna uğratamazdım. Ağlayarak reddettim Aras'ı. Bunu ona yapamazdım. Bu okulda herkes beni eziklemeye çalıştığında beni güçlendirmeye çalışan Vildan'dı. Ona bunu yapamazdım. Neyse, aradan 1 ay geçti ve ben Aras'ın gözlerine hasret bir şekilde sırada oturuyordum. Bunları yan yana samimi bir şekilde gördüm. İste o zaman dedim ki 'canından can olan insan şimdi canını alıp gitmiş.' Vildan benim onlara baktığımı görüp yanıma geldi ve Aras'la birlikte olduklarını söyledi. 'Üzgünüm ama yapabileceğim bir şey yok, seviyorum çok' dedi. 'Önemli değil' dedim. Yalan. Tam tersine çok önemliydi. Önemli değil dedim ama yutkunmam tam 10 saniyemi aldı. Hayal kırıklığına uğradım, aldatıldım. Bu bıçak diğerlerinden daha hızlı ve daha sert girdi sırtıma. Vücuduma büyük bir deprem yaşattı. Gözümün önünde el elelerdi, sustum. Saçını koklayarak öptü içten bir şekilde, içim gitti, sustum. O hayran olduğum dalgalı saçlarını karıştırdı, bin parçaya ayrıldım, yine sustum. Ben konuşamazdım. Ben hep susardım. Ben... Neyse.
Babaannemi görmem gerektiğini anlayıp hemen hazırlamaya başladım. Jileti fotoğraf çerçevesinin içini açıp dikkatli bir şekilde oraya yerleştirdim. Sonra laden kokusundan yapılmış parfümümü sıktım. Bu babaannemin hediyesiydi. İki isim arasında kalmış. Ya Laden ya da Lavinia. Ve adımı Lavinia koymuş. Bana çevredekiler Lavin derler sadece.
Evet, adım Lavin. Tuhaf değil mi? Anlamı; hayalimdeki muhteşem sevgili demektir ve bir çiçek ismidir. Ölüm Çiçeği. Lavinia özgürlük demektir. Aslında ailem Ayşe, Büşra, Aslı gibi çok kullanılan isimler koyayacakmış. Ama babannem izin vermemiş. Pamuğum benim be.
Hemen yataktan kalkıp dolabıma doğru ilerledim. Kapağını açınca full siyahla karşıladı beni sihirli dolap. Siyahı severdim. Hiç kararsız kalmadan bir kaç parça seçtim.Siyah pantolon, siyah tişört, üstünde saçma sapan şekil şukul var. Şatavat sevmem ben, sade her zaman tercihimdir. Burak sayesinde, yani Lost sayesinde Sıla' ya sarmış olabilirim. Ama birazcık, çok değil. Vallaha. Ona aşık değilim, sadece ona çeken bir şeyler var. Bir kuvvet ne bileyim işte. Aynıyız sanki. Her neyse. Kentkartımı, telefonumu ve kulaklığımı alıp kitlediğim kapıyı açtım. Sonra dönüp odama baktım. Nerdeyse yarım saat önce ölmeyi planlıyordum, yapamazdım. Babaannemi bırakamazdım. Tam odadan çıkarken kağıdı umutuyordum. Hemen kağıdıda alıp siyah telefon kabımın içine koydum. Tekrar odadan çıkıp hızlıca nerdivenlerden indim. Mutfağa baktığımda annemle göz göze geldim. Sadece baktı. Bir şey demeyeceğini bildiğim halde bekledim. 'Nereye bu saatte, gitme kızım, iti olur köpeği olur.' Ya hadi onu bunu geçtim insan derki "GEÇ KALMA KIZIM." Kafamı yavaşça iki yana sallayıp göz temasımızı kestim. Yavaşça askılığa gidip kapşunlu siyah polarımı giydim. Siyah spor ayakkabılarımı da giyip kapıyı kapattım. Kulaklığı telefona takıp bir Cem Adrian şarkısı açtım ve durağa doğru ilerledim.' Nereye gidiyorsun' çıkınca buruk bir gülümseme oldu. Annemin soramadığı soruyu adam şarkı yapmış daha ne olsun ulan. Siyah, uzun hafif dalgalı saçlarımı açık bırakmıştım. Kapşonumu başıma geçirip, hafif mırıltılarla şarkıya eşlik ederek durağa yürümeye başladım. Evet, zengin olabiliriz ama hava atmayı sevmem. Babamın bana verdiği harçlıkların hepsini biriktirdim. Hepsi bazanın altında, yaklaşık 5-6 kumbara felan. Babamın parasını harcamazdım. Babaannem aylık alınca bana verirdi, onu harcardım. Okulda genelde nescafe içtiğim için parayı sorum etmiyorum.
Durağa yaklaşınca müziğin sesini biraz kıstım. Bir de kulaklıktan çıkan müzikle dikkatleri üzerime çekmek istemiyorum. 'Sana sarılınca' şarkısına geçti müziğim. Adamın sesine cidden hayranım. Kafamı çevirip sağıma bakınca bir çocuk gördüm. Oda benim gibi siyah pantolon, siyah tişört, siyah şapka ve siyah polar giymiş. Aramızdaki tek fark şapka takması. Cinsiyetleri karıştırmıyorum. Çok dikkatimi çekti, çocuğa hiç çekinmeden baktım. Buğday tenli, yaklaşık 1.86-87 boyların da bir şey. Saçları hafif yukarı kalkık. Taranmışlıkla dağıtılmış gibi karışık. Sanki uçlarını taramış, sonra üşenip dağıtmış gibi. Böyle çok.. ımmm şey. Sexy? Evet evet sexy. Baya hemde. Kafasını çevireceğini hissedince hemem kafamı eğdim. Kalbim ağzımda atmaya başladı. Otobüs yaklaşınca yavaşça hareket ettim yerimde. Pamuğumu özlemiştim. Otobüsün ön kapısı tam önümde durunca ilerlemeye başladım. Kentkart okuma nakinesine kenktartımı yaklaştırıp ötmesini bekledim ve bilin bakalım noldu? O karının cırtlak sesini duydum. 'Bakiyeniz yetersiz'. Ama doldurmuştum,yani öyle hatırlıyorum. Kentkart makinesi tekrar ötünce düşüncelerimden çıkıp kafamı kaldırdım. Durakdaki çocuğu yakından görünce gözlerim bir panda misali açıldı. Kokusu... büyüleyici. Siktir, noluyo ulan. Hemen kafamı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Çocuk yavaşça arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. Yavaşça yanına doğru ilerledim. Kafamı eğdim ve konuşmaya başladım.
"Teşekkür ederim."
"Önemi yok."
Bu kadar. Sesini sürekli tekrar ettirdim hafızamda. Bu sesi unutmamalıydım. Tekrar konuşmasını istedim. O ilahi sesi tekrar duymak istedim. O sese benim adım çok güzel giderdi be. Ben böyle saçma düşüncelere dalarken gözlerini bana çevirdi. İşte şimdi koca bir siktir çektim. Hem çocuğa bakarak daldığıma, hemde o buğday tenine yakışan elanın en güzel tonuna. Gözlerini anlatamam. Boş bakışlar var ama öyle boş değil. Kelimelerim yetmiyor şu an. O gözlerinin rengi, aheste aheste bana fısıldıyor sanki. Gözleri çok dikkat dağıtıcı. Dakikalarca bakabilirim.
Çocuk bana kaşlarını kaldırmış bakıyorken farkettim o ela gözlerinin içinde daldığımı.
"Şey, kusura bakma. Sadece gözlerin, ımm şey. Boşver tekrar kusura bakma." Diye fısıldadım. Sesim nereme kaçtı acaba. Çocuğun hala bana baktığını hissediyorum ama şu an domates gibiyim. Kafamı eğip müziğin sesini bu sefer biraz daha açtım. Bu sefer insanların düşüncesi umrumda olmayacaktı galiba. Aradan bir beş dakika felan geçti geçmedi sol kulaklığım yavaşça çekildi.
"Kulağımda kulaklık olmasına rağmen Cem Adrian'ın 'yağmur' şarkısını duyabiliyorum."
Kulaklık takılıyken müziğin değiştiğini farketmiyorsanız, bir şeyler iyi gitmiyor demektir. Müziğin sesini son ses açmamın sebebi kalp atışlarımın sebebini duymamaktı ve işe yaramadı. Ayrıca bir de utanma eklenince.. Beni şu direğe bağlayıp bir ağaca toslar mısınız? Galiba buna ihtiyacım var. Kafamı hafif kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştım. Bana baktığını görünce hemen gözlerimi kaçırdım. Suratımı görmemeli. Kulaklığımın teki kulağımdayken sesini biraz daha kıstım. Babaannemin evine 3 durak kalmıştı. 2 durak kalmasına kadar çocuk 'stop' düğmesine bastı. Demek 2 durak gerimizde oturuyormuş. Yani öyle umuyorum.
"Azıcık duyarlı olmayı dene gece saçlı." Bu sesi duyunca hafifçe yerimden hoplayıp kafamı ona çevirdiğimde, yüzünde hafif çarpık gülüşü ve o derinliklerine inmek istediğim gözlerini bana bahşedip otobüsten indi. Hemen otobüsün sayısına baktım. 69, ve kolumdan hiç çıkarmadığım saate baktığımda 19.28 olduğunu gördüm. 10 dakika yol olduğunu farzetsek. Tamamdır. Gece saçlı dediğini tekrarlayıp sırıttım. Yarın da burda mısın bir bakalım yosun gözlüm...
Merhaba arkadaşlar. İlk hikayemle karşınızdayım. Gerçek bir hikaye değildir. Ama Burak Emre VATANSEVER yani diğer adıyla Lost gerçek bir karakter. Kendisinin bir çok instagram hesabından bulabilirsiniz. Bir kaçını aşağıya yazacağım. Sanmayın yüzünü göreceksiniz. O yüzünü göstermez. Yakınındakiler veya yanından geçen herhangi sıradan bir insan biliyor ancak. Burak çok araştırmacı biridir. Bir çok ünlünün gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. O benim 'ilham perim'. Bu hikayeyi yazdığımı biliyor. Bizzat onunla konuştum ve devam etmemi isteyincede devam ettim. Neyse çok konuştum. Ilk hedefim Burak'la yüz yüze görüşmek. Bekle beni Burak..
İnstagram: lost.secret, lost.bomba, burakemrevatansever.
Şimdilik bu kadar yeterli. İyi okumalar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOST
Teen FictionKimse, o istemediği sürece onunla ilgili hiç bir şey öğrenemez. Ama kendisi istediği her zaman herşeyi öğrenebilecek biri. O LOST. Adı da Burak Emre VATANSEVER. Genç, ailesi ve arkadaşları tarafından sevilmeyen, ve tek gerçeği Losta tutunması.