"Kalp ağrımı azaltmanın en güzel yoluydun belki de. Gülümsemeni hayal ederdim çoğu zaman. Kısılan gözlerine kendi yansımamı çizerdim. Ellerini hayal ederdim sonra ve ellerimin, avcunun içinde kaybolup kaybolmayacağını hesaplardım. Sesini dinlerdim hayallerimde. Adımı söylersen kalbimin nasıl da çırpınacağını hisset isterdim. Dudakların olur da yanağıma dokunursa, nasıl hissedeceğimi hayal etmeye çalışırdım. Ama olmazdı işte,onu ben bile kestiremezdim. Gözlerimiz buluşursa bayılır mıydım ki? Sonra oturur bunu da düşlerdim."
Küçük,sevimli bir kafenin ve güzel bir kahvenin yardımlarıyla birkaç satır karalamıştım yine defterime. Bana ilham veren yegane yerdi bu minik kafe. İçtiğim kahvenin sıcaklığı dilimden kalbime ancak burada inerdi. Hislerim bir bir gün yüzüne çıkar ve kelime kelime dökülürdü kalemimden.
Belki de anılarımın en özeline ev sahipliği yapıyor olmasıydı bu kafeyi gözümde bu denli yücelten.Zira gönlümün efendisini ilk burada görmüştüm.
Tam bir yıl önceydi. Delice yorgundum ve bayılmak üzereydim. Eve ulaşamadan bir yerlerde yığılacak haldeydim.Kendimi bulduğum ilk kafeye atmıştım. Biraz dinlenip eve gidecek gücü bulmalıydım. Masaya oturduğum gibi bir garson kız yanımda bitip "Hanfendi, iyi misiniz?" diye sormuştu telaşla. Ağzımdan çıkan tek kelime "Su." olmuştu. Kız koşarak suyu alıp gelmiş, kendime gelene kadar da başımdan ayrılmayı reddetmişti. En sonunda kendime geldiğimde siparişimi alıp gitmişti.
Beklerken şöyle bir etrafı inceleyeyim demiştim ve o anda görmüştüm onu. Çaprazımdaki masada oturuyordu.Baştan aşağıya simsiyah giyinmişti. Ama siyahın bile karartamayacağı muhteşem bir güzelliği vardı. Gözleri... Hayatımın öncesi ve sonrası oraya aitti sanki. Gülümsedi sonra. Tamam dedim, artık ölmek korkutmuyor beni. Sonra gitti. Garson kızın kahvemi getirip gittiğini ancak o zaman farkedebildim. İlk görüşte aşk denilen şeye 'safsata' dediğim için kendimden utandım o an. Zira yaşadığım şey, aşk değilse neydi?
Ertesi gün soluğu yine o kafede almıştım. Şans mıydı yoksa kader mi bilmiyordum ama onu aynı yerde otururken bulmuştum. Yine siyahlara bürünmüştü. Ben de usulca eski yerime yerleşmiştim. Yeni gelmiş olmalıydı ki sipariş veriyordu. Tanrım, sesi büyüleyiciydi. Tınısı kalbimi titretmişti. Yalnızca onu dinleyerek bile sarhoş olabilirdim.
Garson masasına iki servis açtığında biraz şaşırmıştım. Arkadaşı olabileceği aklıma gelmişti ama sevgilisi olabileceğini hiç düşünmemiştim nedense. Ve o kız gülümseyerek ona gittiğinde ben uyuşmuş bedenimi hareket dahi ettirememiştim. Gözlerimin kilitli kaldığı görüntü kabusun tanımı gibiydi. Gülümseyerek sarıldı ona. O kadar güzel gülümsemişti ki ona, bir an bayılacağımı sanmıştım. Ve merhaba bile diyemediğim adamdan hoşçakal diyemeyerek ayrılmıştım, kalbime konan büyük bir sancıyla.
Günler birbirini kovalamış ve ondan ayrılışımın üzerinden üç ay geçmişti. Hayatımda hiç bir değişiklik olmamıştı. Tabi ne zaman boş kalsam zihnime sızan o ve kalbime binen sancım dışında. Aklıma nasıl bu kadar çabuk sızmıştı anlayamıyordum. İki gün, yalnızca iki gün görmüştüm onu. Biri başlangıcım biri sonum olmuştu. Adil değildi. Adını dahi öğrenemediğim iki günlük bir adam için acı çekiyor olmam, hiç adil değildi. Derhal toparlanmalıyım diye düşündüm. Üç aydır yapmaya çalıştığım gibi.
Nihayet altıncı ay bittiğinde daha iyi durumdaydım. En azından artık onun için üzülmemeyi öğrenmiştim. Tanımadığım bir adam için üzülmeye değer miydi? Değmezdi elbet. Kendime sürekli bunu hatırlatmıştım.
Cesaretimi tamamen toplamam dokuzuncu ayı bulmuştu. O kafeye gidip yüzleşmeye hazırdım artık. Kafenin girişinde yaşadığım küçük çaplı nefes darlığını saymazsak iyiydim. İçeriye adım attığım gibi burnuma dolan kahve kokusu, yeniden yaşadığımı hissettirmişti. Bir şekilde buraya karşı hissettiğim aidiyet duygusu kendini göstermişti.
İki masa da boştu bu sefer. Yoktu. Şanslı günümdeyim. Hangisini seçmeliyim sorusu zihnime vurduğunda artık çok geçti. Birileri benim masamı çoktan doldurmuşlardı. Masaya ilerleyip onun oturduğu sandalyenin tam karşısına kuruldum. Ve dokuz aylık yoğun çalışma bir anda kül oluverdi. Yüzü her şeyiyle belirmişti sanki karşımda. İçime attığı kor birden alev almıştı.
Boşuna uğraşma dedi kalbim,unutamayacaksın. Kabullendim ben de. Karşımda o varmışçasına içtim kahvemi. Varsın yansındı yüreğim. Belki küle dönünce geçerdi.O gün bu gündür vazgeçmedim buraya gelmekten. Madem yanacaktım ateşi harlamaktan ne zarar gelirdi ki?
Son üç ayı burada hiç etmiştim. Her gün aynı saatte buraya gelip aynı kahveyi içiyordum ve onun adına bir defter tutuyordum. Onu anlattığım tek şeydi bu defter. Anahtarı kalbimdi. Ancak kalbimi açtığım kişi okuyabilirdi defterimi. Henüz görmemiştim öyle birini.
Ve bugün onu görüşümün yıldönümüydü. Onun masasında onu hayal ederek her zamanki kahvemden içiyordum. Önümde defterim açıktı.
Kafenin kapısı açıldı önce. Sonra ,kafedeki tüm uğultuya rağmen,kulağıma hırıltılı ve sık nefes sesleri ulaştı. Ayak sesleri ahşap zeminde ses çıkartarak ilerliyor ve gittikçe yaklaşıyordu. Atılan her adım yankılanıyordu zihnimde. Bedenimin verdiği tepkiler tamamen istemdışıydı. Sırtım kapıya dönüktü ve geleni göremiyordum. Ama bedenim bir şeyler hissetmiş gibiydi.
Karşımdaki sandalye gürültüyle çekildiğinde dikkatimi ancak toparlayabildim. Ve gözlerim karşımdaki sandalyeye adeta yığılan adamda asılı kaldı. Tanrım, bu nasıl bir kaderdi böyle? Bu o'ydu. Tam karşımda oturuyordu, defalarca orada olduğunu hayal ettiğim yerde.
Ama hiç iyi görünmüyordu. Başı masaya düşmüştü ve zar zor nefes alıyor gibiydi. Kaşlarını çatmış, gözlerini kapatmıştı.Beynim tamamen donmuştu. Tüm yükü kalbim çekiyor ve deli gibi çırpınıyordu. Ona yardım edecek gücü bulamıyordum kendimde. Kalbimin buna dayanacağına ihtimal vermiyordum. Aklıma esen ilk şeyi yaptım ben de. Kaçtım. Masadan kalktım ve koşarcasına ayrıldım oradan. Aksi takdirde kalbim çatlayacak ve geriye benden eser kalmayacaktı.
Akşam eve gittiğimde bugün olanları yazma ihtiyacıyla dolup taşıyordum. Koskoca bir yılın ardından yine aynı yerde görmüştüm onu. Bunun bendeki karşılığı bambaşkaydı. Kaçıp gittiğim için pişmandım,hem de köpek gibi pişmandım. Ona yardım edebilirdim ama yapamamıştım işte. Umarım iyisindir diye düşünmekten ileri gidemememiştim. Cesaretim buraya kadardı. Onu gördüğüm ilk anda her şeyimle kendimi kaybediyordum.
Elimi çantama daldırdım ve defterimi bulma umuduyla bir müddet karıştırdım. Yoktu, defterim YOKTU. İçimi korkunç bir endişe sarmıştı. En son ne yapmıştım? Masadaydım,defterim de oradaydı. Ve sonra... Aman Tanrım!
Geldiğim yolu koşarak geri dönmüştüm. Nefes nefese kafeye daldığımda herkes birden dönüp bana bakmıştı. Hiçbiri umrumda değildi. Defterimi bulmalıydım. Bir saat kadar önce otuduğum masa boştu. Doğruca oraya ilerledim ama defterim yoktu. Yanımdan geçen garsonun kolunu tuttum ve durmasını sağladım.
"Defterim..defterimi gördünüz mü?" Oturduğum masayı işaret ederek devam ettim. "Buradaydı. Masanın üzerinde duruyordu. Turkuaz bir defterdi. Üzerinde baykuş resmi vardı."
Umutla garsonun gözlerine bakarken bir süre düşündü. Sonra hatırlamış gibi gözlerinden bir aydınlanma geçti.
"Evet onu gördüm. Siz gittikten sonra masanızda oturan beyefendi aldı onu ama o da az önce çıktı."
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Nefesim boğazıma tıkandı ve dizlerim gücünü kaybetti. Kulaklarımın uğultusu yanıbaşımda konuşan garsonu duymamı bile engellediğinde dengemi kaybederek yere yığıldım. Önce görüşüm bulandı,sonra kalbimin en derinlerinden gelen bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Gitmişti, bir yıldır sır gibi sakladığım defterim. Gitmişti, kalbimin tüm serzenişleri. Gitmişti; ilacım,nefesim,tek dostum.
~~~~~~~~~~~~
Yazmayı becerebildiğimden emin değilim. Ama -ne kadar tereddütlerim olsa da- yine kalemime söz geçiremedim ve bunu yazmalıyım diye düşündüm. Yazdım ve buradayım. Umarım seversiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ONLY YOU
ChickLitKahve , kitap biraz da aşk.. Adın dilimden kayıp giderken bile çırpınan kalbimin anısına... 2016/2020 Her hakkı saklıdır.