Avazım çıktığı kadar bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Oturduğum koltukta bıkkınlıkla yayılmıştım ve artık susması gerektiğini düşündüğümü belli eden bakışlarımla onu izlerken Jiyong'un bunu fark ettiğinden emin değildim. Öyle görünmüyordu. Sürekli kendini savunacak sözler sıralayıp, telaşla bir sağa bir sola doğru sonunu getiremediği hamleler yapıp duruyordu.
"Bir hataydı!" dediğinde gözlerimi devirmemek için gösterdiğim çabanın boşa gitmesinden endişeleniyordum. Söyledikleri zerre umrumda değildi. Saçma açıklamalarını daha fazla dinlemek istemiyordum. Kendi deyimiyle her zaman aynı hataları yapıyordu. Artık bıkmıştım.
"Beni artık dinler misin? Bir hataydı diyorum, Seungri." Onu ciddiye almamı istiyordu ama artık gerçekten bıkmıştım, bizi sürekli şu anki gibi saçma durumların içerisine sürükleyip, sonunda da bir hataydı diye başlayan cümlelerle onu dinlemem için baskı uyguluyordu. "Söz veriyorum... söz veriyorum bir daha olmayacak, bundan sonra daha dikkatli davranacağım. Bu şekilde sonuçlanacağını nerden bilebilirdim ki?"
Tanrı aşkına! Neden bu kadar büyütüyordu ki? Kafasından tutup duvara sertçe vurmamak için direniyordum resmen. Yaptıklarıyla artık hem kendisini hem de beni yıpratıyordu.
"Fazla abartıyorsun," dediğimde yayıldığım koltukta biraz daha toparladım duruşumu. Sesim beni bile şaşırtacak derecede sakin çıkmıştı. Oysa ben delirmek üzereydim. Artık telaşlı değil miydi yoksa bir sağa bir sola doğru yaptığı anlamsız hamlelerden mi yorulmuştu bilmiyorum ama sonunda durup bana bakmıştı.
"Artık sıkıcı gelmeye başladı, beni anlıyor musun?" Yılmışlıkla konuştuğumda kaşlarını çatıp bana bakmaya devam etti. "Aklından zoru olan bir insan gibi davranmandan usandım artık. Hayal dünyanda boğuluyorsun, eskisi gibi eğlenceli gelmiyor artık hiçbirisi."
"Sana göre aklını yitirmiş bir insanım, delinin tekiyim, öyle mi?" diye sordu Jiyong anlam veremediğim bir şekilde gülerek. "Ben deli değilim tamam mı? Herkes hayal kurar." Sinirle ellerini beline yerleştirip bakışlarını yüzümde gezdirmeye başladı. Gözlerinin dudaklarıma takıldığını fark etmiştim elbette, ama çok uzun sürmedi bu bakışı. Bolca hayal kırıklığı barındıran ses tonuyla devam etti konuşmasına. "Beni artık sevmiyor musun?"
"S-sen..." Bundan nasıl şüphe ederdi? "Jiyong! Tanrı aşkına, ne söylediğinin farkında mısın sen?" Ayağa kalktım ama başka bir hamlede bulunamadım, öylece dikilmeye devam ettim. "Bundan şüphen mi var?"
"Bazen," Ellerini iki yana açıp durumumuz ortada der gibi baktı etrafına. "Evet, bazen bu şekilde düşünmeme neden oluyorsun?"
Sinirle nefesimi verdikten sonra hırsla yüzümü ovuşturdum. "Beni yanlış anlıyorsun. Bu şekilde düşündüğün için kendinden utanmalısın. Tanrım! Jiyong, konumuz seni sevip sevmemem değil, bunu sen de biliyorsun." Her tartışmamızda konuyu bu yöne çekmesi de baymıştı artık. Hiçbir zaman bu denli açık olmamıştı ama imaları hep bu yöneydi ve şimdi de açık açık soruyordu.
"Bana artık tahammülün yok, seni böyle gördükçe bu şekilde düşünmekten kendimi alamıyorum. Bazen..." Elini alnına götürüp baş ağrısından kurtulmak ister gibi kullandı, sağ şakağında sabitlediği baş parmağına sol şakağına doğru hırsla gidip gelen üç parmağı eşlik etti. Serçe parmaklar sürekli bağımsız oluyordu. Jiyong'un sesini duymamla beraber bakışlarım serçe parmağından kayıp gözlerine ulaştı. "...bazen, hâlâ yanımda olmanı sağlayan sebep her ne ise ortadan kalkacak ve sen beni tamamen bırakacaksın diye korkuyorum."
Korkuyor muydu? Tanrı aşkına! Durumu nasıl bu denli abartabiliyordu ki bu şimdi? Söylediklerini düşündükçe sinirleniyordum. "Jiyong," dedim sabırla, birkaç adım atıp ona yaklaştım. "Gerçekten fazla abartıyorsun. Bir daha sakın sevgimden şüphe etme, hâlâ yanında olmamı sağlayan sebep şüphe duyduğun sevgim. O olmazsa biz olmayız. Hayal dünyan..." Anlayacağı şekilde nasıl izah edeceğimi bilmiyordum, böylesine basit bir şeyi nasıl izah edeceğimi gerçekten bilmiyordum. "Yani tabii ki herkes hayal kurar, Jiyong. Deli olmadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz. Ama bunlar, hayallerini fazlasıyla abartıp onlara deli gibi kapıldığını yok saymıyor."