“Evet arkadaş; kim olduğumu, ne olduğumu
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana.
Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
El ele ve daima ileriye
Bir gün..
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
Ayrılsak bile kopamayız...”23 Haziran 2016, Ankara
Açık pencereden içeriye sızan rüzgar, Eylül'ün saçlarının yüzüne gelip, göz yaşlarından ıslanmasına sebep olmuştu. Mısra, bir şeyleri hatırladığına emin bir şekilde, "erik ağacı.'' dedi. Eylül, mutlulukla gülümsedi. "Erik ağacı. Herkes ondan erik toplarken biz, gölgesinde yazı yazardık." diye devam etti Mısra. Eylül, çantasındaki bir kaç defterden yalnızca kahverengi kaplı, üzerinde ikisinin adı yazılı olan defteri çıkardı. Mısra'ya uzattı. "Bizim hayallerimiz, yaşadıklarımız, geçmişimiz ve geleceğimiz bu defterde. O erik ağacının da tanık olduğu yazılarımız... Biz buradayız, dostum. Biz bunun içinde hep yaşadık."Bir zamanlar sayfalarca yazılar yazmaktan yorulan elleri, şimdi birbirlerinin üzerinde duruyordu güven verircesine. Sanki eski günlerine, çocukluklarına dönmüşlerdi birden. İkisininde kalbi sıcacık, gözleri ışıl ışıldı. Eylül gelmeden önce hastalığından dolayı kendisini kapana kısılmış gibi hisseden Mısra, şimdi kurtarıcısının geldiğine inanıyor, kaybettiğini sandığı hafızasının hala yerinde olduğunu, sadece üzerine bir sis perdesinin yayıldığına inanıyordu.
Dışarıdaki rüzgar şiddetini arttırırken, Eylül küçükken sıkıldıklarında oynadıkları bir oyunu anlatıyordu Mısra'ya. Mahalledeki tüm çocuklar etrafta koşturup top, saklambaç gibi oyunlar oynarken onlar çiçek desenli elbiselerinin altını kıvırıp kaldırımda oturur, çocukların yüz ifadelerini, diyaloglarını incelerlerdi. Sonra bir ağacın gölgesinin altına ilişip bu gözlemlerini kelimelere dönüştürür, ortaya yeni bir hikâye çıkarırlardı.
Daha dün hayatına dair ufacık bir şey bile hatırlayamayan Mısra, şimdi Eylül'ün söylediği her bir sözle yüzündeki tebessümün iyice yayıldığını, gözlerinde parıldayan yıldızların sayısının katbekat arttığını hissediyordu.
Defterin arasından çıkan bir resim, Mısra'yı tam anlamıyla o güne götürmüştü. Yalnızca bir resimle, o günü her şeyiyle hatırladığını anladı. Mutluluğu bir şeyleri hatırlamaktan ziyade, hatırladığında yüzünü gülümseten şeyler yaşamış olmasıydı. Eylül'e çok şey borçluydu, ona, geçmişini borçluydu. Güzel günlerini getirdiği için minnettardı. Güzel günlerinin altında imzası olduğu için, ona ne kadar teşekkür etse az gelir gibi hissediyordu. Mısra dolan gözlerindeki yaşları serbest bıraktı, Eylül'e baktı, "Hatırlanmaya değer şeylerin en güzellerini yaşamışız." dedi. Eylül, Mısra'nın elindeki fotoğrafa baktı. Sanki dünya bir sahneydi ve şu an sahne ışığı bir tek onların üzerine düşüyordu. Gündüzleri güneş, geceleri yıldızlar yine onlarındı.
*
Mısra'nın akşam yemeğini getiren hemşire dışarı çıktıktan sonra Eylül yatağın kenarına oturdu ve beraber yemeklerini yemeye başladılar. Gördükleri en ufak şey bile Eylül ve Mısra'yı geçmişlerine götürüyor, onlara lise yıllarında yaşadıkları bir anıyı bile yeniden yaşatıyordu.
Önlerindeki tabakta duran tavuk sote onları bu sefer kitaplarının çıktığı güne götürmüştü.
“İlk kitabımızın çıkışını kutlamak için beraber tavuk sote yapmıştık.” deyip gülümsedi Eylül.
“Sen mantarları doğrarken elini kesmiştin. Kanının bulaştığı mantarları da yemeğin içine atmıştın.” Mısra hala aklının bir köşesinde kalan o görüntüyü hatırlayınca kıkırdadı.
“En mutlu olduğumuz günlerden biriydi ama.”
“İmza günümüzde mutluluğun zirvesine ulaşmıştık.”
Mısra elini Eylül'ünkine uzatıp sıktı. Hafızam yerinde olmasa da ben hala buradayım dercesine baktı gözlerinin içine. Ben hala beraber hayal kurduğun, kitabınız çıktığında boynuna atladığın kızım. Ben hala senin en yakın dostunum. Seni benden kimse alamaz. İçinde anılarımızı, kurduğumuz hayalleri, gerçekleştirdiğimiz düşleri sakladığım hafızam bile.
*
Eylül bu sefer de çantasındaki bir fotoğraf albümünü çıkardı. Mısra biraz kenara kayarak, dostunun yanına yatmasına müsaade etti. Eylül, Mısra'nın yanına uzanarak albümü açtı. İlk sayfada, ilk imza günlerine ait, okurlarıyla çekildikleri fotoğraf vardı.
"İlk imza günümüzdü, küçükken her gün gidip kitap okuduğumuz, sahilimizin küçük kitapçısındaydı. Küçük bir imza günü olmasına rağmen, ilk olması bizim o gün mutluluktan uyuyamamıza sebep olmuştu."
"Hatırlıyorsun, Mısra."
"Bana geçmişimi getirdin."
"Çünkü benim geçmişimde sendin. Sen yokken eksiktim. Yani senin için değil, kendi iyiliğim için." diyerek kıkırdadı Eylül.
"Elbette, bende kendim için tüm bu hatırladıklarıma sevindim zaten." dedi ve Eylül'ün gülüşlerine katıldı Mısra.
Onların dostluğu tekti. Kelimeler kurmuştu bu dostluğu. Yıkılması imkansızdı. Doğduklarında beraber değillerdi ama, öldüklerinde beraber olmalılardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dejavu
Teen FictionGecenin koyu karanlığında, gökyüzünde bir yıldız kaydı. Ve iki genç kız, aynı anda fısıldadı: Bir gün iki ünlü yazar olacağız. Yıllar geçti, her gün doğan güneş, bu kez onlar için doğdu. Bu kez, onların cümlelerine düştü, karanlık gecedeki yıldızla...