"Geçmiş aslında geçmezmiş. Hep bir köşede yerinden çıkmak için geceyi beklermiş."23 Haziran 2016, Ankara
Sonbahar, her zaman olduğu gibi hüznünü de beraberinde getirmişti. Sararmış yapraklar birbiri ardına dökülüyor, ılık rüzgarlar şehre ayrılık havası katıyordu.
Turuncu yapraklar ağaçlardan birer birer dökülüyor, arnavut kaldırımlı yola düşüyorlardı.
Ankara'nın kasvetli havası, uzaklarda bir yerlerde hastane odasındaki camdan, yolu gözleyen kadının içinde bir burukluğa sebep olmuştu.Eskileri hatırlamak istiyor, ama eskiler ona acı mı yoksa mutluluk mu getirir bilmiyordu. Bundandır ki, hatırlamakla hatırlamamak arasındaki o ince çizgide günlerini harcıyordu.
Şimdi belki de ona eski günleri yad ettirecek, yeniden daktilosunun tuşlarına dokunup kelimelerle buluşmasını sağlayacak olan kişiyi beklerken, sonbaharın gelişini izlemekle kalmıyor, kendi kendine karşısında uzanan dünyanın tasvirini yapıyordu.
Kapı, gıcırtısıyla beraber eski günleri de getirmişti yanına. Daha doğrusu, Mısra'nın hayalleri, geçmişi ve geleceği saydığı dostunu getirmişti.
Elinde birlikte yazmış oldukları romanların ilk basımları, gözlerinde ikisinin bir araya geldiği an oluşan parıltıyla, işte karşısındaydı.
Mısra'nın geçmişi, sanki karşısına dikilmiş, onu götürmeye gelmişti.
Eylül usulca eski dostunun yanına oturdu. Elindeki kitabı açıp, birkaç sayfa okudu ona.
Mısra, bu cümlelerle geçmişini hatırlamıyor, adeta tekrar yaşıyordu.Hatıralarını kirli bir valize doldurup götüren hastalığı sanki hiç vücuduna uğramamış gibi hissetmişti o an. Sanki hiç Alzheimer olmamış da hatıraları capcanlı duruyormuş gibiydi.
Eylül, okuduğu satırların verdiği duyguyla dolan gözlerini sildi önce. Ardından usulca eğildi, ve arkadaşının kulağına fısıldadı;
"Cümlelerimle cümlelerinin, tekrar dans etmesine, izin verir misin?"Kelimeler dudaklarının arasından çıkamayacak kadar büyüklermiş gibi geliyordu Mısra'ya. O yüzden bu soru karşısında sessiz kalmayı tercih etti, sadece usulca kafasını sallamakla yetindi. Bir zamanlar ortak hayallere sahip olduğu arkadaşının buraya nasıl geldiğini merak ediyordu. O sadece Eylül'ü yanında istediğini söylemişti. Etrafında onu tanıdığını iddia eden ama kendisinin tanımadığı insanlar mı haber vermişti eski dostuna ?
Sorular birbiri ardına sıralanırken aklında, Mısra bu denli eskiyi hatırladığı için çok memnundu. Karanlık içindeyken, Eylül ona verilen bir ışık gibiydi. Geçmişine dair bir ışık...
Eski dostu gelmeden önce simsiyah bir gecede kaybolmuş, yolunu bulmaya çalışan ufak bir kız çocuğuna benziyordu Mısra. Etrafındaki hiçbir şeyi görmüyor, görse bile karşısında beliren karaltının ne olduğunu kestiremiyordu. Sadece gökyüzündeki yıldızları görebiliyordu Mısra. O yıldızlar ona bir zamanlar Eylül'le kurduğu hayalleri hatırlatıyordu. Birbirlerinde yatıya kalıp hikâyeler yazmaya çalışır, şaşırılacak derecede bir ahenkle kelimeleri kağıda dökerlerdi. Kelimelerini yazacak kağıtları kalmadığında bile, onların içindeki tutku sönmezdi. O tutkunun ışığı daima yanar, bu iki gencin yüreğini aydınlatırdı.
Belki de diyordu Mısra. Belki de bu yüzden sadece Eylül'ü hatırlıyorum. İkimizin ışığı hiç sönmedi. Hatıralarımı yiyip bitiren Alzheimer bile o ışığı söndürecek güce sahip değil. Çünkü ışığın kaynağı bizleriz. Ancak ve ancak bizim kalplerimizle yanar o ışık. Söndürecek olanlarsa, yine bizleriz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dejavu
Teen FictionGecenin koyu karanlığında, gökyüzünde bir yıldız kaydı. Ve iki genç kız, aynı anda fısıldadı: Bir gün iki ünlü yazar olacağız. Yıllar geçti, her gün doğan güneş, bu kez onlar için doğdu. Bu kez, onların cümlelerine düştü, karanlık gecedeki yıldızla...