"Sonsuz Gecenin Şafağında..."

796 53 29
                                    

Hayattan yediği yumruklarla morarmış gözleri bugün daha bir şişmişti. Sanki aldığı darbeler yüzüne izini bırakmıştı. Ayıkken yaşayamazdı çoğunlukla, içtiği geceler böyle bir baş ağrısı hissederdi. Ölmek artık onun için rutin bir olaydı. İlk intiharında babası ona "Keşke ölseydin," dediğinde sadece, "Keşke ölseydim," diyebilmişti. Yirmi küsürlük hayatında ilk defa makineler olmadan nefes alamayan, gözlerinin içine bile bakamadığı bir kadını gördüğünde "İyi ki ölemedim," demişti. Kadının bileklerindeki silik izlere düştü bakışları. Bir intiharı nerede olsa tanırdı. Bu kadın da kendi gibiydi. İşte tam o an. O an kabul etti onun Azrail'i olmayı. Kadın ölümü severdi, Azrail'i de onu. 

Biraz daha yaklaştı hasta yatağına. Kadının yara bere içinde kalmış bileklerine dokunmak istedi. Ama yapamadı. Parmaklarındaki ölümün kırıntılarına kızın tenine bulaştırmak istemedi. Sadece birkaç kelime döküldü kurumuş soluk pembe dudaklarından. "Lütfen, ölme..."

Sözlerini tamamlayamadan camla kaplı odanın penceresinde onu umutsuzlukla izleyen doktoru fark etti. Acıyla harmanlanmış buruk bir gülümseme yerleşmişti dudaklarına. Dün gece Dila'nın hayati değerlerinde garip bir değişiklik yaşanmıştı. Doktorlar bunun sebebini kendisine bağlıyordu. Bundan hastada bir zevk aldığını inkar edemezdi. Azrail'in insanları hayata döndürdüğü nerede görülmüştü? 

Onunla konuşalı kaç ay geçmişti; bilmiyordu ama aylardır içinde taşıdığı umut ışığı cılızlaştığı an yeniden alevlenmişti bu sözlerle.

Ali kendini anlatmayı sevmezdi. Bunun yerine onu anlatan şarkılardan, şiirlerden bahsederdi Dila'ya. Onu öyle sıradan ve basit bir şekilde tanısın istememişti. Sevdiği kadın komada olsa bile kendisini duyduğunu biliyordu. Belki özel olduğunu hissetse daha çok tutunurdu hayata.
İnce parmakları kızın gece kadar koyu siyah saçlarına gitti. Her bir telini usulca okşadı, her birinin kokusunu ciğerlerine hapsetti korkarcasına.

"Biliyor musun? Dudaklarıma hiçbir şey sürmüyorum. Boğazımdan geçmiyor hiçbir şey. Seni her öptüğümde, dudağımı yanağına değdirdiğimde teninin tadı damağımdan silinmesin diye."

Kül kahvesi gözleri kızın cılız bedeninde gezindi. Komaya giren biri nasıl görünürse öyle görünüyordu Dila. Çökmüş, bembeyaz, makinelere bağlı bir ölü gibi... Ancak onun güçlendiğini biliyordu Ali. Dila gün geçtikçe iyileşiyordu. 

Ve en sonunda ayağa kalkacaktı. 

En sonunda ona bakacak, dokunacak ve sıkıca sarılabilecekti.

"Saçlarına yıldızlar taktığım... Aç o güzel gözlerini. Aç ve gör bizi. Leylim... Sen güçlüsün. Tanıdığım herkesten güçlü."

Derin bir nefesi içine çekti Ali. Midesinde koca bir düğüm vardı sanki. Her nefes alışında da gittikçe büyüyor ve sarmaşık misali göğüs kafesine tırmanarak onu boğuyordu. İçinde, varlığından bihaber koca bir canavar büyütüyordu. Ancak o, canavarı yok etmiyordu. Dila'ya duyduğu aşkla canavarı bir bebek gibi kucaklıyor ve sahip çıkıyordu.

"Güçlü olan insanlar bileklerini böyle kesmez."

Ölümün nefesini ensesinde hissedebiliyordu. Sanki arkasında biri ona "Uzak dur!" diye haykırıyordu. Ancak Ali hayata sağır bir adamdı. Duyduğu tek şeyse Dila'ydı. Bilinçaltının oyununu savuşturarak kızın cılız bileklerini tuttu. O kadar ürkekti ki... Narin bir çiçeği sever gibi, bebeğini kucağına alan bir baba gibiydi Ali. Dila karşısında tamamen savunmasız kalıyordu. 

"Hayattan ümidini kesenler küveti sıcak suyla doldurur ve satın aldığı jileti yazdığı mektubu görünür bir yere koyduktan sonra teninde gezdirir. Ustalık ister, cesaret ister. Biraz gözyaşıyla gözlerini usulca kapatır ve yatay olarak, geri dönüşünü bilircesine kullanır jileti. Ancak sen..."

Sonsuz Gecenin ŞafağıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin