1. Bölüm

113 4 4
                                    

       Takvimler 2 kasım 1972 'yi gösteriyordu ve saat sabah 02:50 idi . Yıpranmış , kare desenli mavi bir örtüyle örtülü sıcak yatağımdan kendimi kaldırdım.Vücudumun sıcaklığından bir an için titredim.Kenarlarının kahverengi boyası çatlamış pencerenin ay ışığı ile yansımasında,karşımda ensesine uzamış sarı saçlarıyla birkaç gündür sakallarını kesmemiş bir adam duruyordu.Camın ardında  kar çapraz yağıyordu.Silkelenip dört metrekarelik sağ duvarından ışık alan eski evin eski mutfağına doğru yürürken soğuktan eklemlerim gıcırdamaya başlamıştı.Bir bardak kahve hazırladım kendime ve içmeden önce yüzümü yıkadım.Suyu yüzüme çarptığımda boynumdan içeri su kaçması beni tekrar titretti.Karbonatla dişlerimi fırçalamam uykumu bir anda açtı.İçeri girip üstüme işlemesiz düz,siyah deri bir ceket geçirip çıkmaya hazırlanırken kahvemi neredeyse unutuyordum.Kahvemi yudumlarken ılık olduğundan bir dikişte bitirdim,ağzıma birkaç lokma üzümlü kek attım.Tırtıklı deri tabanlı çizmelerimi giydim ve camları kontrol ettikten sonra kapıyı kenardaki zincirden kurtararak apartmana çıktım.Hiç ses yoktu.Yavaşça merdivenleri çatlamış kahverengi boyalı korkuluğuna tutunarak indikten sonra dışarı çıktım. Ses seda yoktu ve yavaşça Jolanka'nın evine doğru yol aldım.Sokakta hiç ses yokken köpeklerin havlaması kulaklarımı rahatsız ediyordu.Evin önüne geldim ve 2. katın 1. sırasında bulunan yeni boyanmış beyaz ahşaplı cama birkaç çakıl taşı attım Jolanka dışarı çıktı ve geliyorum işareti yaptı. O da benim gibi ses çıkarmayacak ve hareket kısıtlamayacak şekilde giyinmişti. 

''Biraz daha bekletseydin uyuyakalacaktım.''

Deri ceketin iç cebinden altın kaplama , zincirli cep saatimi çıkardım.

''Saat henüz 03:09.''

''Beklerken zaman geçmedi ne yapayım.''

''Pekala hadi ozaman.''                                                                         

   Jolanka ile birlikte hızlı ve adımlarla Joseph kilisesinin önündeki parka doğru yürümeye başladık. Kar yağarken yüzümüze esen fırtına yüzlerimizi yakıyordu Jolanka'nın beyaz tenli oluşu onu soğukta ceset gibi soğuk gösteriyordu fakat burnu ayaz soğuğundan pembe olmuştu. 

''Şu cep saati sende olduğundan beri havandan geçilmiyor Kaiser.''

''Bana yenisini verirsen sana hediye edebilirim Jolanka(!).''

Birkaç saniye süren ufak tebessümlerden sonra parkı görünce gözgöze geldikten sonra başımı yavaşça parka doğru çevirdim. 

''Pekala... İşte burası.''

''Uzun bir aradan sonra yeniden iş ha Kaiser ? Oysa ki son kazandıklarımızın bize birer ömür yeteceğini sanıyordum.''

''Nicolai'nin kumara yatıramadığı tek şey bu cep saati.''

Birkaç diyalogdan sonra parktaki çalılardan bir hışırtı duyduk ve oraya odaklandık.Jolanka'a burada beklemesini işaret edip çalıların arasına bakmaya giderken 4. adımımda  Jolanka kısık sesli bir çığlık attı.Derhal arkamı döndüğümde Jolanka'yı korkutan şımarık kardeşim Nicolai'di.Sanırım çalıya ağacın üstünden bir taş atmıştı.Nicolai benimle beraber yaşıyordu fakat onu en son dün akşam meyhaneye giderken görmüştüm.

''Hadi şimdi sizden daha zeki olduğumu inkar edin !'' derken dişlek bir gülümsemeye sahipti Nicolai.

''Lanet olsun sana Nicolai ! Jolanka mahalleyi ayağa kaldıracaktı ! '' dedim kısık ama oldukça sinirli bir sesle.

''Neden beni bir defa olsun takdir etmiyorsun ki ? Başkası olsa çoktan farketmiştiniz.'' derken oldukça asabi bir tavıra sahipti fakat hayal kırıklığına uğradığını anlamıştım.

''Hadi çocuklar zaman bizi beklemiyor '' 

Nicolai ve ben Jolanka 'nın arkasından kilisenin etrafından arkasına doğru yürüyorduk.İçeriye girmeden bir defa daha baktığımda cep saatim 04:25'i gösteriyordu.




Hırsızlar ve BülbüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin