En sevdiğim hikayelerden biri olan Yabancı hakkında yazdım bu bölümü. Yazarımız Öznur'a çook teşekkürler bizi böyle bir müthiş hikayeyle,karakterlerle tanıştırdığı için. Seni seviyoruzz :))
Her şey Ediz Çağıran'ın Doğa Güngör'ü kaçırmasıyla başladı. Acımasız, nefret dolu ve yaralı bir katil intikam ateşiyle tutuşuyordu. Eğer o gün silahı doğrulttuğunda onu öldürseydi her şey bambaşka olurdu. Ama çimen yeşili gözlerin sahibi kurbanını kaçırmaya karar verdiğinde soluksuz okuduğumuz bir maceraya dönüştü. Fakat benim asıl şaşırdığım nokta yazarımızın kendini geliştirmek adına, öylesine yazmaya başlamış olduğu bir hikayeymiş Yabancı. Fakat şimdi hem onun hem bizim için bambaşka bir boyut kazandı.
Söylemekten çekindiğim bir şey var. Yabancı ilk yayınlandığında ilk bölümün yarısında sıkılıp kapatmıştım. Daha sonra ilk altı bölümü yayınlanmıştı ve bende hazır varken okuyayım deyip tekrar başladım. Bu durumu Öznur'a anlattığımda "İlk bölümler benim içinde sıkıntıydı. Hele ilk bölüm. 3-4 farklı kurguda ilk vardır elimde." diyor.
Çok kitap okuyan biri olarak her zaman kurgusu sağlam, olayları özgün ve anlatımı akıcı olanları tercih etmişimdir. Şimdi bunların Yabancı'yla ne ilgisi var diye sorularınızı duyar gibiyim. Şu ilgisi var. Birinci olarak yaşadıkları olaylar, geçirdikleri dönem başlı başına altı bilinmeyenli denklem. Karakterlerin yaşadıkları, başlarından geçen olaylar birer travma gibi. Haliyle ruh halleri sürekli değişiyor. Anlatımda bu ruhsal döngüler genellikle ilk paragrafı oluşturuyor ve bizleri bölüme hazırlıyor. Böyle olunca da ruhsal durumlar ister istemez dikkat çekiyor ve bizi de içine çekiyor. Bu gerçekten önemli bir şey.
Ediz ve Doğa' yı üç kelimeyle tanımlayacak olsak ;
Ediz'de bir katilin sahip olduğu soğukkanlılık var. Genç bir yaşta olmasına rağmen yenilmez bir havası var ve yaşadığı olaylar ona belli bir olgunluk kazandırmış. Öznur, "Bir bedeni yok edip, bir hayata son vermek cidden zor bir geçmiş barındırır bence. Bir hayata son vermek hiç kolay gözükmüyor, belki de en zor iş." diyor. Eğer Ediz' i üç kelimeyle tanımlarsak yaralı, acımasız ve nefret kelimeleriyle bütünleştirebiliriz.
Dışarıya yansıttığı ve duvarların arkasındaki Doğa iki ayrı dünya gibi. Doğa bambaşka, hayatı ve kişiliği çok derin, zor bir karakter diyor yazarımız. Her ne kadar iç dünyasında kendisine sürekli acısa da gerektiği zamanlarda kaya gibi dimdik duruyor. Onu güçlü, yaralı ve şefkatli kelimeleriyle tanımlayabiliriz. Eğer Ediz ve Doğa' yı bir bütün olarak düşünürsek de onlar volkanik patlama, şehvet ve tutkuyla özdeşleştirilebilir.
Tabiatımız gereği her zaman sevmeye, sevilmeye, ilgi görmeye aç kişiliklerimiz var bence. Tabi her şeyin fazlası zarar derler, bu nedenle de ilgi görmek istemenin de bir sınırı olmalı. Bunun fazlası egoyu tatmin etme istediğine dönüşür. Ama bu hikayede iki karakterimizde bunların neredeyse -ki Doğa, Ediz'in her zaman annesi olmadığı için daha fazla ilgi gördüğünü hatta şımartıldığını düşünüyordu onu tanıyana kadar- hiçbirini tatmamışlar. Hayatta hep 1-0 geride olmuşlar bu eksiklik yüzünden. Bu eksiklikler onları olumsuz yönde etkilemiş haliyle.
Doğa kendisiyle barışık olmayan, kendini sevmeyen, insanlar ona yaklaştıklarında kafasında soru işaretleriyle tartışan biri. Bugüne kadar sadece Ediz' in geçmeyi başardığı duvarları var. Karmaşık bir insan. Yalnızlığında boğulmuş gibi gözükse de kafasında kurduğu olaylarla kendi dünyasını yaratmış. Öznur onun için "Fazla yaralı ve ikiye bölünmüş tahta parçası gibi ama bu tahta parçalarını bir bütün olarak tutan ufacık bir yer var ve zaten hala ayakta durmasını sağlayan o ufak yer sanırım." diyor.
Ediz ise anne sevgisini hiç görmemiş, anneye sarılıp uyumak, onun kokusunda huzuru, şefkati, mutluluğu, aşkı, hüznü bulamamış bir karakter. Onun ağzından daha bir bölüm okuyamadık ve Doğa'nın gözünden onu tanımaya çalıştık. Fakat Edizkendisiyle bile konuşmayan, bir şeyi yapmadan önce sonuçlarını tartmayan ve belki de yanlış bir tabir ama anı yaşamayı tercih eden biri gibi. Öznur bile yazarken ben bile Ediz'e inanamıyorum, şaşırıp kalıyorum diyor.
DIŞARIDAN GÖRÜNEN VE ASLINDA OLAN
Yaşadıklarımız,yaptıklarımız, düşündüklerimiz hiçbir zaman dışarıdan göründüğü gibi değil. Mutlaka içimize atıp yapamadıklarımız,söyleyemediklerimiz vardır. Bir film izlediğimizde,kitap okuduğumuzda oradaki karakterlerde bizden bir parça bulduğumuz zamanlar olmuyor mu ? Tamam bu yazar kesinlikle beni anlatmış derim bazen. Yabancı' da kendimi bulduğum zamanlar olmuyor değil. Bazen Doğa'nın yalnızlığında, bazende Ediz'in dediğim dedikliğinde kendimi buluyorum. İnsan psikolojisine boşuna karışık dememişler.
Ediz'le Doğa kendi hayatlarındaki eksiklikleri birlikte tamamlıyorlar. Doğa babasını gözünde kahraman olarak görürken annesini aldatması, onlara şiddet uygulaması onları sürekli bir çatışmaya sürüklemiş. Bu yüzden normal bir baba-kız ilişkisi yaşayamamışlar. Babasına asla güvenmemiş, güvenememiş. Ediz ise zaten her şey o doğduğu andan itibaren tepetaklak olmuş. Annesi onu doğrurken ölmüş ve anne şefkatini yaşayamamış. Ama onlar artık birbirlerinin kollarında huzuru, güveni buluyorlar. Doğa babasında bulması gereken güvenli limanı Ediz de buldu. Ediz ise anne sıcaklığını, şefkati onda.
KÜÇÜK BİR NOT : Öznur "Benim henüz ayılıp bayılacağım bölümler gelmedi maalesef, zevkle ve severek yazıyorum ama daha yolun başındayız ve asıl tadı tam anlamıyla yakalayamadım." diyor. Bu da demek oluyor ki bizi şimdi bile heyecanlandıran bölümlerden daha olaylı bölümler bizleri bekliyor.
Umarım birazda olsa kafanızdaki soru işaretlerini cevaplayabilmişimdir. Eğer okumayanlar varsa en kısa zamanda bu hikayeye başlarlar. Çünkü çok büyük şeyler kaybediyorsunuz diyebilirim. Her şeyden önemlisi Öznur Yıldırım' a çok teşekkür ediyorum, ben bu yazıyı yazarken bana çok yardımı oldu. Bazı cümlelerde onun cümlelerini kullandım. Ona tekrar çok teşekkür ediyorum. Ve yorumlarınızı bekliyorum. Şimdilik hoşçakalın.