Tanışma

94 1 1
                                    

    Gece, sağanak yağmur. Koşuşturma sesleri. Tabii bir de rüzgar var. Gece rüzgarın sesi olmadan düşünülemez ki zaten. O ulu rüzgarın savuşturduğu saçlar. Kimsenin ıslanmaktan bir şikayeti yok. Belkide saçları filan düşünemeyecek kadar dertli kalpler. Gerçi tam olarak şu an kimsenin kalbini düşündüğü de yok ama. Muhtemelen düşünebilecek kadar vakti olan kutsanmış kişiler ellerinde kahve camdan gökteki kudretli aya bakıyor. Kim bilir neler düşünülüyor. Bir önemi olduğundan da değil. Ama bazen düşünceler yayın keman telleri üzerinde gidip gelişi gibi akar gider ya. Bu kargaşada Mahmut'un cidden kendisinden gidip gelmesi lazımdı. Çünkü çıkardığı sesleri kendisi de beğenmiyordu. Hele ki o ayakkabısındaki vıcık vıcık şeyler. Su değildi muhtemelen su olmamalıydı hatta, su olsa bu kadar iğrenemezdi ve şüphesiz ki beyni iğrenmesini söylüyorsa bir bildiği vardı. Ama bi dakika. Bu saatte yaptığı şu anlamsız hareketlerin sorumlusu da o çok bilmiş beyni değilmiydi sanki. Bi an arkadaşlarının yüzüne bakmaya çalıştı. Çalıştı çünkü insan her zaman önüne bakmalıydı ilk olarak. Belki de öyle kabullenmişti. Allah'ım insanlar ne kadar kolay kabulleniyorlar. Arkadaşlarının yüzündeki korku duygusundan var olmaya muktedir olmuş o çizgiler. Onlarda kim bilir nerede yüzlerini o şekillere sokmaya alışmışlardı. Nereye yetişmeye çalışıyorlardı? Yoksa biri mi kovalıyordu? Bu soruların önemsiz olduğunu düşündü Mahmut. Belki de düşünmek istemedi. Sadece geceye bir iki çift lafı vardı kafasında. Kim vardı ki bu kadar kıymetli kendisiyle uyumasına yine müsaade etmemişti. Oysa çok güzel zamanları da olmuştu geceyle. Hele ki gecenin O'na dair düşünceleri Mahmut'a bahşettiği zamanlar. Sahi onlar niye kesilmişti? Bak yine sinirlendi çocuk. Ama buda çok sürmedi. Elini tuttuğu sırılsıklam kıza baktı. Ah canım benim o saçma anda bile gülümsemeye çalışıyorsun. Şimdi soruların adedi de artıyor. Gerçekten O o muydu? Yoksa cidden gecenin nazını mı çekiyordu. Belki de şimdilerde meşhur olan sevmeyi sevme hastalığına yakalanmıştı. Tiksindi tabii ki ama kıza yansıtmadı. Hafif bir sırıtışla önüne bakıp koşmaya devam etti. İlk ne zaman gülmüştü acaba kendisine ? Kim bilir belki de Mahmut gülümsemişti ilk. Evet evet kesinlikle Mahmut'tu. "Lanet olsun" dedi. Çok sesli dememiş olmalı ki etrafındakiler buna karşılık vermedi. Belki de o an söylenilmesi gereken en mantıklı şey oydu. Aynen insanın kaldıramayacağı kadar sorumluluk üstlendiği zamanlarda ki gibi. 


      - daha öncesi

  İşte yine aynı bankta oturuyor. Bugün biraz fazla abarttı galiba. Miskin miskin sigarasını içiyor. Birisiyle mi buluşacak acaba. Allah sahibine bağışlasın mı diyorlardı böyle zamanlarda? O lafı da çok sevmez ya Mahmut. Her neyse, eğer buluşacak olsa biraz daha şık olurdu diye düşündü. Yada buluşacak hakikaten, ama özel birisi ile değil. Aman azizim bu devirde özel mi kaldı sanki. Belki de bu güzel hava hanımefendinin iştiraklarının mazeretiydi. Bu arada kendisi niye oradaydı acaba? Mahmut şimdi de bunu düşündü. Ama neden olmasın, orası onun çocukluğunun geçtiği park. O kadar çok dizi kanadıki orada. Başka kimseyi almasa yeridir. Tabii ki de yüce Mahmut birini görmek için evden dışarı çıkmaz. Oradaki çiçeklerin kokusunu seviyor o. Gerçi çiçeklerden bir tek gülün şeklini biliyor ama bu diğerlerinin kötü koktuğu anlamına gelmez. Ve o sarı maddeden yapılmış yürüme yolu. Kulaklık takıp da o yoldan yürümek ne kadar hoş. Hele o yanından geçen bisikletlere (onlar mavi maddeden yapılmış yoldan gidiyorlar.) biraz avans verip sonra yakalamak. Çünkü 23 yaşındasın ve yapabiliyorsun. 

    Gerçi niye hala kızla gidip konuşamadı ki. Bu iş için 23 çok mu küçük, çok mu büyük? Cidden bir kişiyle konuşmak bir bisikletliyi yakalamaktan daha mı zor? Yok olur mu hiç gözlerine bakmak zor kızın. Gerçi bir daha düşündü de yani muhtemelen daha güzel bir kaç göz görmüştür. Sıkıntı büyük. Hayatını problem çözerek geçiren Mahmut şuan ki problemin neden zor olduğunu bile anlayamıyor. Lanet olsun Mahmut ne dertli adamsın sen. Tabii ki de kulaklığı taktı. Kendince hoş olduğunu düşündüğü bir iki ısınma hareketi yaptı kızın az ötesinde. Sanki maça çıkacak geri zekalı. Gerçi televizyondaki maçlarda gördüğü ısınmadan başka ısınma mı biliyor. Koşarken ısınılır mı diye bir korku kapladı o an içini. Etrafında kendisine bakan bir kaç kişiyi süzdü ve evet, kimse kendisine gülmüyor, yürüyüş başlasın o zaman. Sahi ya koşmayacaksa bile neden ısınma? 

     Kıza sadece gidip merhaba demesi lazım. Herhangi bir hazırlık gerekir mi ki ? Ama ya bisiklete yetişmesi gerekirse ? Ki bu kızın muhabbeti uzatmaya çalışması demek. Sorsan muhabbet konusunda çok iyidir ama ah be kızım nereden gördü seni bu çocuk. Belki aynı dili bile konuşmuyorsunuz. Belki biriniz fenerli diğeri cimbomlu. O ne ya öyle saçma bahane mi olur. Mahmut kıza göz attığı o kısa sürede tüm bu sıkıcı şeyleri kafasından geçirdi ve sanki o an için var edilmişcesine, onun da kendisine baktığını fark ettiği an gülümsemeye başladı kıza. Uzaktan uzaktan. Hiçbir şey demeden, her şeyi anlatırcasına. Korkakça ancak davetkar. O an şimşekler çaktı ve yaptığı hareketin anlamını sorguladı. Ah be oğlum her hareketin anlamı sorgulanmaz. Öğrenmen lazım bunu ama öğrenemeyeceksin. Tabi durmadı Mahmut. Düşündü. Bazen ne de çok boş düşünür. Etrafta komik bir şey yok. Kızı tanımıyor. Belli ki bir şey ima etmeye çalışıyor. Tanımadığı birine gülücük atan biri ne ima eder ? Kızın komik sayılabilecek bir şey de yok üstünde. Acaba sigarasının külünü üstüne düşürmüş olabilir mi? Buna niye gülsün ki ama , komik mi? Gurur duyduğu beyninin çalışma hızı konusunda kendi rekorunu kırdığı o an, kendisini günler sürecek uykusuzluktan ve çocukluğunu geçirdiği parkta soğumaktan kurtaracak bir mucize yaşandı. Kız da Mahmut'a güldü. 


ElvedaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin