bir gün sonra

116 14 21
                                    

Gece boşluğunu şafağa devrediyordu ve ben odamdaki büyük pencerenin önünde bulunan mermere oturmuş, ellerimi bacaklarıma sarmış, yanağımı dizime yaslamış bir şekilde güneşin doğuşunu bekliyordum. Yanımda bir bardak sıcak süt ve bir de defterim vardı. Sütü midem kabul etmiyor, parmaklarım kalem tutup da deftere birkaç kelime yazamıyordu.

Kafamda bir sürü şey dönüp duruyor ve en sonunda korkunç ifadelerle beni bir kenara sıkıştırıp laf almaya çalışıyorlardı. Korkuyor ve bir şey söyleyemiyordum buna karşılık olarak. Kafamda dönüp duran şeyleri kovmanın bir yolu olsaydı şu ana kadar çoktan denemiş ve başarmıştım. Ancak bunu bu zamana kadar başaramamıştım ve bundan sonraki zaman diliminde de başaramayacağımı biliyordum.

Beynim bir cadı kazanı gibiydi. Yaşlı, çirkin, uzun burunlu cadı kazana mükemmel olacak der gibi bakıyordu. Ardından arkasında bulunan kavanozlardan içinde ne olduğuna bile bakmadan kapağını açıp kazanın içine dolduruyordu, son damlasına kadar. En sondaki olay yaşlı cadıya iğrenç bir kahkaha attırıyor ve bu tepki onun durumdan ne kadar memnun kaldığının göstergesi oluyordu.

İçimde cadıya bir bardak meyveli çay ikram edip, içine zehir katarak öldürmeyi planlarken bir yandan da yanağımı dizime sürtüp dışarıyı izlemeye devam ediyorum. Hava neredeyse hala kapalı. Tamamen açılmış sayılmaz. Evlerin çatılarının ardında bir şerit halinde bir kızıllık baş gösteriyor. Onun dışında hala yıldızlar gökyüzünden silinmemiş, hala karanlık hüküm sürüyor. Bu görüntü en parlak yıldızın birinin dudaklarıma sürtünüp değdiği her yere yıldız tozu bulaştırmasına sebep oluyor.

Bir müzik ilişiyor kulağıma. Yaşlı cadı fark etmeden her şeyden ekliyor ve onun içinde bu müzik de var. Piyano ve akustik gitarın yavaş temposuna acı dolu sözler eşlik ediyor. İkisinin kombinasyonu göz yaşartıyor. Kalbime bir ağrı saplıyor. Kirpiklerim ıslanıyor. Başımı yasladığım dizim tir tir titriyor. Ellerimi gevşetip bacaklarımı okşuyorum. Üşüdüğüm için bu halde olduğumu düşünüyorum. Fark etmiyorum hiçbir şeyi. Anlayamıyorum neler olduğunu. Üşüyen aklım. Buz tutan kelimelerim. Titreyen göz bebeklerim.

Penceremin önünde bir duvar olmadığını düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum. Gökyüzüne bakıyorum. Hala gökyüzünü tüm çıplaklığıyla görebiliyor olmak benim için yatağın yanında priz olması gibi. O priz nasıl neşeyle cıvıldamayı sağlıyorsa, gökyüzü de sanki oraya uçabilirmişim gibi bir çift kanat hediye ediyor bana. O kanatları kadife kumaşlara sarıp özenle yatağımın yanında duran ikili alt alta olan, beyaz çekmecelerden alttakine yerleştiriyorum. Üzerine de dokuz kat kilit vurmayı unutmuyorum. Kanatları zor zamanım için saklıyorum. İçinden çıkılamaz bir duruma düştüğümde kolayca semâya kanat çırpmak için.

Titremem gitgide şiddetlenirken ne yapacağımı bilemez, hatta düşünemez hale geliyorum. Ellerim kontrolden çıkıyor. Beynim çalkalanıyor. Midem bulanıyor. Artık ellerim dizlerime tutunmuyor. Çoktan kopuyorlar. Birbirinden ayrılıp farklı şekilde hareket etmeye başlıyorlar. Birliktelikleri bozuluyor. Pencerenin önündeki mermerden odamın zeminine kazasız bir şekilde iniş yapıyorum ve daha nefes almaya fırsat bulamadan kendimi yatağın yanına bırakıyorum. Yatağa yatmaya gücüm kalmamış durumda. Avuç içlerim parkeye baskı yaparken elime bir şey çarpıyor. Ne olduğuna bakmak için zor da olsa kafamı aşağıya indiriyorum. Merak sarıyor dört bir yanımı. Gördüğüm şey ile birlikte önce şaşkınlıkla gözbebeklerim genişliyor. Hemen ardından da yüzüme haylaz bir gülümseme oturtuyorum. O gece bir paket sigara ile nefes alıyorum. Bir paket sigara ciğerlerimi yeniliyor sanıyorum ama fark etmeden ölüyorum. Bu zor bir matematik problemini kusursuz bir şekilde çözüp doğru olduğuna yüzde yüz emin olduktan sonra cevabın emin olduğun cevap olmadığını öğrendiğinde olan durum gibi.

With Or Without You // chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin