Çiçekler tıpkı çocuklar gibidir. Köklerinden ayırırsanız solarak yok olurlar. Tıpkı annesinden ayrılan çocuk gibi. Benim gibi...
Hayatın bize hazırladığı oyunlardan habersiz öylece yaşıyoruz. Bir gün öleceğimiz aklımıza bile gelmiyor. Yine de bazen hayat size güller verir. Güllerimize iyi davranmalıyız. Hayat bana babamı verdi. O benim hayatımdaki tek gülüm ve dayanağım. O olmasa ne yapardım bilmiyorum. Tek bildiğim eksik olacağım ve asla tamamlanamayacağım. O yüzden hayata binlerce kez teşekkür ediyorum. Babamı bana bıraktığı için...Yaklaşık beş adımlık dükkanın içinde turlayarak beyin fırtınası yapmaya çalışıyordum. Ama ne bir fikir geliyordu ne de müşteri. Tam karşımıza açılan yeni çiçekçi yüzünden müşteri yüzü göremez hale geldik. Fiyatları düşürsem borçlara para yetmiyordu. Geçim sağlayacak para bile kalmıyordu bu borçlar yüzünden. Yürümekten bacaklarımın ağrıdığını farkedince sandalyeye oturdum. Para harcanıyor diye günde iki öğün yemek yemekten iyice bitap düşmüştüm artık. Ama babam da dükkanı umursamaz hale geldiğinden beri birikim yapıyor , annemden vasiyet kalan dükkanı ayakta tutmaya çalışıyordum. Her ne kadar sürekli dükkanı satmamızı önermiş olsalarda kabul edemezdim. Kapının açılmasıyla içeriye dolan rüzgardan irkilerek ayaklandım. Karşımda 30'lu yaşlarında bir beyefendi duruyordu. Dalgalı kısa saçları ve zayıf bir yüzü vardı. Boyu da gerçekten uzundu. Beyaz gömleğinin altına siyah dar bir pantolon giymişti. Bir iş adamı olduğunu anlamak mümkündü. Etraftaki çiçeklere biraz göz gezdirdikten sonra kasaya gelerek gülümsedi.
"Acaba yaşlı bir kadına ne tür bir çiçek hediye edebilirim?"
Ne kadar iyi yetişmiş bir evlat diye düşündüm. Annesine çiçek alacak.
"Anneniz için mi ?"
Başını evet anlamında salladıktan sonra ona arkamı dönerek arkadaki odaya doğru yürümeye başladım. Kapıyı açıp elimle ona gelmesini işaret ettikten sonra kapının yanındaki askıdan önlüğümü ve diğer eşyalarımı alarak kapıdan çıktım. Bahçenin etrafında bir kez turladıktan sonra orkidelerin yanına doğru yürüyerek eğildim. Arkamdan bahçeyi inceleyerek etrafa bakan adam , yavaş adımlarla yanıma yaklaşıyordu.
"Annem orkideleri çok severdi ve bana hep bir anneye hediye edilebilecek en iyi şey orkide derdi. Ama canlı olanlarından."
Kürekle toprağı eşeleyerek köklerine zarar vermeden orkideyi çıkardım.
"Neden canlı?"
Hafif gülümsedikten sonra küçük bir saksı alarak orkideyi içine koydum. "Çünkü çiçekler de yaşamayı hakediyorlar. Öyle değil mi?"
Toprakla üzerini örterek ilaçlarını attıktan sonra ayağa kalktım. Ben kasaya doğru ilerlerken o da arkamdan geliyordu. Çekmeceden kurdele çıkardıktan sonra saksıya bağlayıp , çubuklu mini kartlardan alarak döndüm. "Ne yazmamı istersiniz?" Genç adam biraz düşündükten sonra bana dönerek gülümsedi. "Sadece onu sevdiğimi yaz. Bu her şeyi açıklıyor olacaktır."
Kartı saksıya diktikten sonra elime alarak uzattım. Ücreti aldıktan sonra kapıdan çıkışını izleyerek tekrar sandalyeye oturdum.Bu bugün ilk ve muhtemelen de son müşteriydi.Telefonun çalmasıyla yerimde gerinerek telefonu açtım. "Vereceğim adrese bir demet gül göndermenizi rica ediyorum."
Uzun zamandan sonra ilk defa sipariş aldığım için şaşkındım. Mutluluktan zıplayarak müşterinin verdiği adresi yazdım. Son söylediği söze göre yarım saat içinde o yere gidersem iki katı para ödeyecekti. Demeti hızla hazırladıktan sonra dükkanı kilitleyerek gülü bisikletin sepetine oturttum. Uzun zaman sonra bisikletimle Seul sokaklarında dolaşacaktım. Adres buraya yaklaşık on beş dakika uzaklıktaydı. Yani yetişememem neredeyse imkânsızdı. Masmavi gökyüzünü seyrederek boş bisiklet yolundan orta hızda gitmeye devam ediyordum. Havanın bugün çok güzel olması da beni mutlu etmişti. Arkamdan birinin bağırmasıyla frene bastım. "Park Yoo Ra! Neden duymuyorsun. İki saattir bağırıyorum burda."
"Senin o korna sesini duymamak imkansız ama nedense duymadım Soo He."
Elini yumruk yaparak kafama hafifçe vurduktan sonra sinirli sinirli bakarak dudak büzdü. "Dükkandan neden çıktın? Uzun zamandır bisiklet sürmüyordun. Hadi gidelim de yemek yiyelim. Ben ısmarlıyorum."
Kafamı iki yana salladıktan sonra kolumdaki saate bakıp zıpladım. "Şimdi olmaz. Yetiştirmem gereken siparişim var. Sonra görüşelim olur mu?"
Bisikleti onu dinlemeden sürmeye başladım. O arkamdan bağırmaya devam ediyordu. Sesinin kısılmasıyla ondan uzaklaştığımı düşündüm , dönüp arkamı kontrol ediyordum. Bir an yola çıktığımı farketmememle arabanın bana çarpması bir oldu. Araba fren yaptığı için çok hızlı çarpmamıştı ama hem bisiklet devrilmişti hemde canım çok kötü acıyordu. Yavaşça yerimde doğrularak sepetteki gülün sağlam olup olmadığını kontrol ettikten sonra bir şey olmamasının verdiği mutlulukla ayağa kalktım. O sırada şoför üzerime doğru gelerek bana saydırmakla meşguldü. "Sen önüne hiç bakmaz mısın?! Işık yandığını görmedin mi?! Arabamı mahvettin. Bu kaç para senin haberin var mı?! Sen bunu... sen de beş para etmezsin ki. Nasıl ödeyeceksin!"
O anki acım ve duyduğum saçma cümleler arasında adama doğru dönerek baştan aşağı süzdüm. "Bana beş para etmezsin diyene bak. Senin vücudunda mantar bile yetişmez. Verimsiz toprak!"
Söylediğim sözleri anlamamış olacak ki aptal gibi baktığını farketmemle elimi yüzünün önünde şaklatmam bir oldu. "Numaranı ver. Seni tekrar arayacağım ve o pahalı arabanın parasını ödeyeceğim."
Telefonu eline tutuşturduktan sonra bisikleti kaldırarak tuttum. Dizim kesinlikle çok acıyordu ama vaktim gitgide daralıyordu. Elindeki telefonumu elime verdikten sonra suratıma doğru sertçe bakıp söylendi. "En kısa zamanda tekrar görüşeceğiz Bayan Sakar."
Bir şey dememi beklemeden arabasına binerek yanımdan uzaklaşmıştı.
Tekrar kolumdaki saate baktığımda beş
dakikam kaldığını farkettim. Bisikletime bir şey olmamıştı. Binerek hızla sürmeye devam ettim. Binanın önüne geldiğimde koşup içeriye girerek asansörün düğmesine bastım. Bina yaklaşık 20 katlıydı ve benim 17. kata merdivenle çıkmam imkânsızdı. Hala 3 dakikam vardı ama asansör gelmek bilmiyordu. 1 dakika sonra asansör geldikten sonra içeri girerek 17. kata bastım ve çıkmasını bekledim. Asansörün kapısı açıldıktan sonra koşarak kapı numarasını bularak zile bastım . Tam zamanında gelmiştim ve yorulduğum için zor nefes alıyordum. Kapının açılmasıyla doğrularak baktım. Karşımda uzun boylu , zayıf , siyah saçlı ve takım elbiseli çok şık biri duruyordu. "Özür dilerim efendim. Aslında daha erken gelebilirdim ama yolda kaza yaptım o yüzden zamanında gelemedim çok özür dilerim."
Gül demetini elimden aldıktan sonra gülümseyerek baktı. "Önemli değil şimdi sana normal paranı vereceğim. Geciktiğin için iki katı yok."
Başımı peki anlamında salladıktan sonra parayı alarak topal adımlarla yürümeye başladım. Tam asansöre binecektim ki arkamdan adamın seslenmesiyle durdum. "Topallıyorsun. Iyi misin?"
"Şey ben yolda gelirken araba çarptı onun için geciktim. Ama sorun değil iyiyim."
Cebinden cüzdanını çıkararak elli bin Won uzattı. Anlamadığım için almadan önce adama doğru baktım. "Bu ne için?"
Elimi tutarak parayı avcuma koyduktan sonra kafama dokundu. "Bu iki kat paran değil. Bu tedavi için. Doktora git ve iyileş. Benim yüzümden bu haldesin. "
Evin içinden gelen kadın sesini duyduktan sonra gözümün içine bakarak "Geliyorum anne!" diyerek yanımdan ayrıldı. Bu halde bisiklet sürmek istemiyordum ama en azından eczaneye kadar dayanabilirdim. Binanın dışından bisikletime binerek en yakın eczaneye doğru bisikleti sürmeye başladım. Bacağımın kanadığını hissedebiliyordum çünkü kan bacağımdan yavaş yavaş akıyordu. Şort giymiş olduğum icin morluklar ve zedelenmeler kolaylıkla görünebiliyordu. Bisikleti kaldırıma parkettikten sonra tek elimle bacağımı kavrayarak eczaneye girdim. Yaralandığımı gören eczane çalışanları yanıma koşarak gelip beni bir tabureye oturtmuşlardı. Eski okul arkadaşım Baek Yun So burada çalışıyordu. Gözlerimle etrafta onu aradıktan sonra eczanedekilere sordum. "Yun So yok mu acaba?"
İçerideki deponun açılmasıyla yakışıklı Yun So karşımdaydı. Beyaz önlüğüyle göz kamaştırıyordu. Beni görür görmez gözlerini açarak yanıma koştu. "Ya! Yoo Ra bu halin ne?!"
Bacağımı eliyle kavrayıp yarayı inceledikten sonra bir şey dememe müsade etmeden gerekli malzemeleri almaya yöneldi. Yarayı önce suyla temizledikten sonra tentürdiot sürerek sarmaya başladı. Canım yandığı için bir an yerimde oynayınca anlamış olacak ki sararken bir yandan da üfleyerek acımı hafifletmeye çalışıyordu. Bacağımdaki ve kolumdaki diğer yaraları da kontrol ettikten sonra yanıma tabure çekerek oturdu. Bir süre sessizce sadece oturmuştuk. Ama sessizliği bozan o olmuştu. "Nasıl oldu? Anlatacak mısın?" Başımı hafifçe yere eğdikten sonra konuyu anlattım. Bu sırada telefonuma sürekli mesajlar gelmeye devam ediyordu. Elimi cebime götürüp telefonu çıkardım. Mesajların hepsi bana çarpan adamdandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bay Çok Bilmişle 100 Gün
Teen FictionÇiçekçide çalışan bir kızdı Park Yoo Ra. Hayatında bir babası bir de çiçek dükkanı vardı. Ama bir gün eve istenilen sipariş yüzünden hayatının değişeceğini kim bilebilirdi ki? Zengin varlıklı Kang Shin So'nunda kalbini çalmıştı, zengin görünümlü fak...