''Karşıda, drama sınıfından havalı bir şekilde sapsarı saçlarını savurarak çıkan kızı görüyor musun? İşte o benim! O sınıftan hep öyle, saçlarımı savurarak çıkarım, o çok sevdiğim siyah blazer ceketimi düzelterek dik bir şekilde yürürüm. Kulaklığım tişörtümün altından takılıdır kimse görmez ama ben hep ''Yann Tiersen'' dinlerim ve huzur! İnsanların çoğu davranışını gereksiz bulurum kendimde yaparken. Kendim dahil bir çok kişiye kızarım, hayatımızı, duygularımızı basite indirgediğimiz için, cesaretimiz olmadığı için. Sevgi çok kutsal bir duydu değil mi sizce? Onu basitleştiren biz değil miyiz? Biz ve bizim basit düşüncelerimiz? Çevremdeki insanlara bakıyorum, liseli partileyen arkadaşlarım, aşık olduğunu düşünüp birbiriyle çıkan arkadaşlarım, vampir kitapları okuyan arkadaşlarım, sınav için kalıpsal cümle kağıtları dağıtan öğretmenlerim...
Yine çok düşünmeye başladım. Kendime çok kızıyorum, düşüncelerimi paylaşamıyorum, müziğimi ulu orta dinleyemiyorum, kitaplarımı herkes uyuduktan sonra okuyorum, sanırım kendimi ortaya koymaktan korkuyorum, ''gerçek beni''. Bu yüzden insanlara ayak uyduruyorum, kızgınlığımı biraz resmi giyimim ve saçlarımı savurarak yürüyüşümle belirtiyorum. Ve siz sadece ''havalı'' diyorsunuz. İşte kızgınlığım buna! Dinlediğim müziğin notalarındaki gizli duygulara ulaşmak varken, kolaya kaçıyor ve dış görünüşe bir yorum yapıştırıp, çevrenizdeki insanları etitketliyorsunuz. Sorun benim cephemde daha büyüktü oysa.
Yalnızdım. Gerçekten sahip olduğum koca bir ''yalnızlığım'' vardı. Sevgiden korkuyordum hatta. Kendimi sevgiye uzak buluyordum ama herhangi bir şeye değer yüklemeye adeta bayılıyordum. Aslında benim de aşık olduğum bir şey vardı, kalvyenin tuşlarının sesine aşık olmuştum. Aşık olmuştum ve geceleri tüm duygu ve düşüncelerimi o taşıyordu. Çok şey düşündüm yine, kafanızı karıştırmak istemiyorum, beni yanlış tanımanızdan korkuyorum. Ama zamanla bir sonuca ulaşırız sanırım. Bu kadar çok düşünce egzersizinden sonra, durmayı beklemek saçmaydı sanırım. Sizle bir kızgın olduğum noktayı daha paylaşabilirim; doğaçlama yaşamayı hiç denedeniz mi? Ben hep doğaçlama davranırım, o an nasıl gelirse içimden...
Ama siz bunu tutarsızlık olarak adlandırırsınız, çünkü alışmışsınızdır kalıpsal belli başlı düşüncelere! Bir sorun daha var, bende ve tüm bunlardan daha büyük. Sorun şu, bunları sadece kendi içimde düşünebiliyorum, kimseyle paylaşamıyorum ve kendim de post modern yaşama oldukça iyi bir şekilde ayak uydurmuş liseli bir gencim, tüm yalnızlıklarıyla... ''
''İşte mektup tamamlandı!''
Çok garip hissediyordum aslında. Bunu denememi sağlayan şey kaybedecek bir şeyimin olmaması galiba ve de arka fonda çalan romantik müzik. Ya da mektubun ulaşacağı kişiyi tanımıyor olmamda nedenler arasında gösterilebilir. Kendi içimde bu düşünce, duygu karmaşasında savaş vermeye devam edersem sonum hiç te iyi görünmüyordu en iyisi birisiyle paylaşmaktı ve bende çözümü bilmediğim bir adrese mektup yollamakta buldum.
Drama ve sanat tarihi dersleri alıyordum. İnsanları izlemeyi yaşam biçimi haline getirmiştim, doğaçlama davranmayı... Hadi real yaşama, okul hayatına dönelim! Derslere girip çıkıyor, ders aralarında arkadaşlarımla dedikodu sohbetlerine dahil oluyor, gülüyor ve cuma günleri arkadaşlarımla partiliyorum. Kendime zarar vermeye bir son vermeliydim.
Siyah deri ceketimi üzerime aldım, elimde mektubumla dışarı çıktım. Mektuba bir çok bilgiyi eklemiştim mesela çıldırmak üzere olan bir lise öğrencisi olduğumu! Hızlı adımlarla yürüdüm ve o salladığım adrese postaladım. Hafiflemiştim aslında, bu bir cesaret örneği değil miydi? Bence öyleydi. Dans ederek eve yürüdüm. İşte şuan tüm insanlar gülüyordu, herkes mutluydu.
Korkularımızı yendiğimiz miktarda mutlu oluyorduk sanırım. Şimdi cevap bekleme zamanıydı. Bahçeli şirin evimizden içeri girdim, odama koşar adımlarla çıktım ve kendimi yatağımın üzerine bıraktım. Kitap okumalık bir hava vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Biz Karşılaşınca
Romance'' Aynı sayfalarda bakıştığımızı kim bilebilirdi ki? Aynı notalarda buluştuğumuzu...''