BİR ÖĞRENCİNİN DRAMI

6.8K 156 64
                                    

Öğrencilik hayatımızın ilköğretiminde mutlu olduğumuz tek gün hep karne günü olmuştur. Karnenin yanında verilen promosyon Takdir/Teşekkürler bize hep "çalışkan çocuk" siması vermiştir. ortaöğretim sonuna kadar aldığımız belgelerle kendimizi "halkın kurtarıcısı" gibi görürüz.

"Bu çocuk okursa başarır!" ya da "çocuğun okumasına mani olmayın, ilerde avukat veya doktor olacak kızımı/oğlumu ona vereceğim!" gibi cümlelerle bizi hem gaza getirir hem de okuma zevkimizi ikiye katlarlar. Kötü not aldığımızda ise "bu çocuğun okumaya niyeti yok sanayiye gönderin de iş öğrensin!" diyenler nedense hep aynı kişilerdir...

Rüyanın artık kabusa doğru gittiğinin ilk sinyalleri ortaöğretim ile lise arasında yaptığımız sınavlarda (sbs, vb) kendini gösterir. Mutlulukla girdiğimiz sınavlarda aldığımız notların kötü olduğunu fark ettiğimizde, içimizdeki okuma hevesi bir buz yığını gibi erimeye başlar...

Uzun uğraş ve çabalardan sonra lisemize geldiğimiz ilk günün acemiliği ve çocuksu ruhuyla "Bu sefer farklı,başaracağıma inanıyorum" diyerek girdiğimiz okul kapısından, yıl sonunda "Hepsi hocalar yüzünden yoksa benim notlarım iyiydi." diyerek çıktığımız yıllar olmuştur. Okul ile ev arasındaki mesafe ne kadar kısa olursa olsun, o gün elimizdeki karnenin içinde bulunanlar askerlerin büyüsü ile hiç olmadığı kadar mesafe uzar. Ailenin karşısına iki büklüm çıktığımızda babamızın nasihatlerini dinlemekten çok, benliğimizde farklı dünyalara yolculuk ederiz ve aklımıza hep yerli yersiz sorular takılır:

-Şu halının üstündeki ekmek kırıntısı mı acaba? -Babamın konuşması ne zaman biter acaba?

Artık önümüzden kocaman bir tatil vardır. Bir çalışma planı hazırlayıp ders çalışmaya koyuluruz, ama nedense düzenli çalışma programımız hep düzensiz işler. Düzensiz çalışma esnasında sevgiliye atılan mesajın cevapsız kalması ya da telefonla aradığımızda "Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.."diyen telesekreterin yaydığı negatif enerji bizi ders çalışmaktan alıkoyar.

Bütün lise hayatında arkadaşlar arasında yaşadığımız aşk, sevgi, ihanet, kin, nefret, intikam ve kıskançlık gibi duygulardan boş vakit bulduğumuzda ders çalışarak kazandığımız Takdir/Teşekkürler sayesinde içimizde üniversiteye karşı bir hayranlık başlar.

Sınavın yaklaştığını elimizdeki kitaplardan değil de, uykusuzluk problemi, aşk ilişkilerimizdeki tartışmalar yaşayarak ve yüzümüzün belli belirsiz yerlerinde çıkan sivilceler ile bunu dış dünyaya yansıtırız.

Ve nihayet beklenen sınav günü gelir. Moral vermek uğruna gelen ailelerin bizden daha çok heyecanlı oldukları her hallerinden bellidir.Bundan sonraki her ayrıntı at yarışlarıyla benzerlik gösterir... Öğrencilerin sınıflara girmesi ile atların ürkütülmeden koşu alanına getirilmesi neredeyse aynıdır. Saatin gelmesiyle öğrenciler kitapları açar ve yarış başlar...

Atlar yarış çizgisine ilk önce varıp bu zulmün bitmesini ister. 2 saatlik maratonun sonunda aramızda yarışı bitiremeyenler olabiliyor ne yazık ki... kalp krizi geçirip ölenler ya da bayılanlar sıkça rastladığımız sorunlardır. Bu sorunlarla karşılaşmadan yarışın sonunu getirenlerin dilinde hep aynı cümle yer edinir. " Sorular çok zordu!" bu basit ve düşünülmeden yaratılan küçük yalanın doğruluğu bulmak yerine size atalarımızdan kalan bir atasözü ile veda etmek istiyorum...

-Oku,baban gibi eşek olma!

-oku baban gibi, eşek olma!

virgülü canınızın istediği yere koyabilirsiniz ;)

Deniz YİĞİTDÖL

BİR ÖĞRENCİNİN DRAMI #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin