Seafret - Angel of Small Death & The Codeine Scene
Hiçbir zaman çok korkak bir insan olmamıştım.
"Çok" korkak değildim, ancak bazen tam bir ödlek olduğum reddedilemez bir gerçekti. Lunaparkların yanından geçerken gelen ağlama isteğini geçirmek mesela ya da dişçi koltuğunu düşünmek, beni hala bitiriyor. Küçük şeylerden korkuyordum belki de. Nedenini anlayamadığım bir biçimde karnıma tuhaf bir ağrı saplanmasına sebep oluyorlardı.
Ancak asıl ağrıyı hem karnımda hem de kalbimde hissetmeme sebep olacak şeyleri yaşamamıştım böyle düşünürken henüz.
Kim Jongin'i, gençliğimin en güzel parçasını, henüz tam olarak yaşamamıştım.
İlk izlenim ilişkilerde belki de gerçekten önemsiz bir ayrıntıydı şayet değeri olsa, Kim Jongin'in benimle konuşma olasılığı yok denecek kadar az olabilirdi. Buna rağmen şu an buradaydık, o sessiz bir bahar akşamı kadar güzel bir biçimde uyuyordu ben de ellerini avuçlarıma almış okşuyordum. Onu kaybedecektim. Bunun bilinciyle o kadar hafif dokunuyordum ki ona, her zerresini hissetmeye çalışıyordum.
Ancak istemiyordum.
Onu bu ilaç kokan hastane odasında görmek istemiyordum. İstediği her şeyi yiyebilmesini, özgürce dans edebilmesini, bağıra bağıra o güzel sesiyle şarkı söylemesini istiyordum.
Onun ise doğru düzgün ayağa kalkacak hali bile yoktu.
İlk defa, dans edemeyecek kadar çok yorulduğunu söylediğinde endişelenmiştim. Çünkü Kim Jongin yaşardı, dans ederdi, resim yapardı, şiirler okurdu. Kim Jongin sanatla ilgilenmezdi, sanatın ta kendisiydi.
Onu sadece otururken izlemekle bile kalbinizin düştüğünü hissedebilirdiniz ancak oturmasını istemezdiniz.
Gülümsemesini isterdiniz, sonra kıkırtısını duymak.Ve Tanrı da şahitti ki, ben duymuştum.
***
Yanlışlıkla girdiğim hastane odasında mahalledeki herkesin nefret ettiği sessiz çocuğu görmeyi beklemezdim, büyük ihtimalle o da beni beklemezdi.
Odaya girip eğilerek makineli tüfek gibi konuşmaya başladığımda da, karşımda onun olduğunu bilmiyordum. Kafamı son kez "Özür dilerim anne!" deyip kaldırdıktan sonra alışık olmadığım bir çift kahverengi göz beni şaşırtmıştı.Hüzünlüydü.
Şaşırmış ve hüzünlüydü.
Kim Jongin'i senelerce her şekilde görmüştüm; ağlarken görmüştüm, kızgınken görmüştüm, mutluyken, umutluyken ve gözleri parıldarken. (Gözlerindeki parıltı, her seferinde kendini belli edecek kadar hoş olurdu.)
Her hali hoşuma gitmişti, her seferinde beni gülümsetecek bir ayrıntı bulurdum gözlerinde. Ancak bu sefer hiç hoşuma gitmemişti, içinde hüzün taneleri barındıran irisler hoşuma gitmemişti.
"Jongin..." Dudaklarımdan fısıltıyla dökülen ismi başta şaşırtmıştı onu, yeni algılıyordu sanki her şeyi.
"Ah! Sehun-ah, beklemiyordum. Bu kadar şaşkın davrandığım için üzgünüm!"