1. Pırlanta

82 8 1
                                    

Yağan yağmur ıslak bedenimi daha da ıslatıyordu. İşte o an bütün hatalarım, yanlışlarım, bütün kusurlarım ve geçmişte bıraktığım bütün acılarımla birlikte ıslak bedenime düşen yağmur damlalarından biri olmak istedim. Soğuk ve ıslak bir bedene düşüp yavaşça yok olmak. Benden binlercesiyle birlikte... Ancak o zaman kimse ne kadar siyah olduğumu anlamazdı. Çünkü herkes siyahtı...

Yağan yağmurun beni daha da çok ıslatmasını umursamadan neredeyse günahlarım kadar büyük olan devasa villanın bahçe kapısından içeri girdim. Sessiz bahçede sadece yağmurun usul usul yağan taneleri, birkaç ağaç ve ben vardım. Bu devasa villa sanki beni anlatıyordu. Büyük ama büyük olmasına rağmen boş. Arka bahçeye doğru uzanan duvarlar yaşanmışlığın izlerini taşırcasına kirli, bahçe ise yalnızlığını kabul etmiş bir vaziyette sessiz...

Sanki içinde bulunduğum çaresizliğin ve yalnızlığın ne kadar büyük olduğunu kabul etmem için buraya gönderilmiştim. Kendi çaresizliğimden oluşan bir intihar ipini boynuma asıp yalnızlığımın izlerini taşıyan tozlu bir sehpanın üzerine çıkarken günahlarımın içinde boğulmam için...

Aklımdaki suçluluk yüklü düşüncelerden uzaklaşıp işime odaklanmaya çalıştım. Birkaç adım sonra villanın arka bahçesindeki duvarın önünde durdum. Tamamen sırılsıklam olmuş ceketimin cebinden deri eldivenleri çıkarıp soğuktan kızarmış ellerime geçirdim. Ceketimin cebini kapattıktan sonra diğer cebimden siyah maskeyi çıkardım. Maskeyi yavaşça elime alıp bakmaya başladım. Siyah bir kedi maskesiydi. O an neredeyse her bu maskeyi elime aldığım zamanki gibi hem burukça gülümsedim hem de acıyla paramparça oldum.

''Ben büyüyünce kedi kız olacağım."
diye fısıldadım. Bu benim beş yaşında iken hayalimdi. Yaklaşık on üç yıl önce annem beni bir markete götürmüştü. Açılış günü olduğundan dolayı galiba içerideki kasiyer ablalar kedi kostümü giymişlerdi. Görevliler de fare. O kadar hoşuma gitmişti ki o kedi kostümleri... Anneme demiştim bu cümleyi. Ben büyüyünce kedi kız olacağım. Son zamanlarda nedensizce aklıma geliyordu hep bu cümle. O kadar varlıklı bir aileden gelmediğim için süpermarketler benim için dünyanın en güzel yerleriydi. Genelde bakkal çocuğu olduğum için annem ara sıra götürürdü beni marketlere... Şimdi neredeyse hep gidiyordum fakat yalnız...

Suratımdan bir damla yaş süzüldü. Hafifçe çenemden aşağı ceketime düşüp yağmur damlalarının oluşturduğu ıslaklıkta kayboldu.
Daha fazla oyalanmamak için maskeyi suratıma geçirdim. Yaklaşık bir metre üzerimde bir pencere vardı. Villaya oradan girecektim. Bir ayağımı su borusunun kenarına diğerini de çöp konteynırının üzerine koydum ve tırmanmaya başladım.Ellerim pencereye değdiğinde içeri bir bakış attım. Işıklar sönüktü. Eee haliyle saat akşamın ikisiydi. Dolayısıyla birnevi bu durumdan faydalanıcaktım.

Pencere kapalı olduğu için açmam gerekiyordu. Ceketimin minik cebinden bir tel toka ile eskimiş kredi kartını çıkarıp elime aldım. Tel tokayı birkaç harekette kıvrımları olan bir anahtara çevirdikten sonra pencerenin dıştaki deliğine yerleştirdim.Kredi kartını da açacağım yerin duvar kısmına yerleştirdikten sonra yavaşça pencereyi açtım.

İçeriye atladım ve bir komando misali sürünmeye başladım. Boş ardiye odasından çıktıktan sonra ayağımdaki siyah botları çıkarıp elime aldım. Parmak uçlarımda yürüyerek bodrum kata kadar yavaş yavaş indim. Aradığım yer bir ofisti. Tam karşımda iki oda kapısı bulunuyordu ve birisi ofisin kapısıydı. Aziz'in söylediğine göre ofisin kapısında parmak izi tarayıcısı bulunuyordu ve ben bunu tamamen unutmuştum. Kapıya daha dikkatli baktığımda kenarda bir de alarmın bulunduğunu gördüm.

Yaklaşık bir beş dakika düşündükten sonra diğer kapıdan girmeye karar verdim. Şansıma güvenlik odasıydı. Masanın üzerindeki bilgisayara girip alarm ve parmak izi tarayıcılarını etkisiz hale getirmek için bir 'hack' programı girdim. Yavaş adımlarla oradan çıkıp ofise doğru ilerledim. İçeri girdim ve tahmin ettiğim şeyi gözüme kestirdim. "10 milyar dolara satılacak olan pırlanta."
Minik adımlarla cam kasanın ön yüzüne yaklaştım. Elimdeki tel tokayı kullanmayı düşünmüştüm. En mantıklı hareket buydu çünkü.

Aklımdakilerle gözlerimi devirdim. Tel tokayı birkaç hareketle inceltip cam kasanın ön yüzüne bir daire çizdim. Botumun iç kısmına sakladığım minik bıçak yardımıyla daireyi kestim ve olduğu yerden çıkardım. Artık elimin geçeceği bir alan oluşmuştu. Yavaşça elimi içeri soktum ve pırlantayı aldım.

"İnanılmaz...Bu-bu muhteşem bir şey!"
diye fısıldadım.
Tam o an karanlık ofisin ışıkları açıldı ve ani bir refleksle arkamı döndüm. Elması yavaşça arka cebime attım. Önümde tahminime göre   yirmili yaşlarında genç bir adam duruyordu. Boyu benden biraz uzundu.Siyaha çalan koyu kahverengi saçları ve ela gözleri vardı.
Doğrudan gözlerime bakıyordu. Ben de onun gözlerine. Tamam beni yakaladınız!! Korkmuştum. Yakalanmaktan, hapse tıkılmaktan, Aziz'in boynuma bıçağı dayamasından vesaire vesaire...

"Ne istiyorsun?"aramızdaki tuhaf sessizliği bozup konuşan ilk ben olmuştum. Bana 'Ne işin var burda?' bakışı atıp düşündüğüm cümleyi kurdu.

"Evimde ne işin var?"Tanrım! O kadar sinir bozucu ki! Farkında mısın haberim yok ama burda 10 milyar dolara satılacak olan pırlantayı çalmış bulunuyorum ve sen bütün sakinliğinle bana 'ne işin var?' diye mi soruyorsun!

"Kimsin sen?!"bu sefer sesini yükseltmiş olman işleri kavramış olduğunu gösteriyor.

"Zeki çocuk."dedim 'çocuk' kelimesine baskı yaparak. Bıyık altından sırıtmayı da unutmadım bu arada.

"Evimden çık!!"ellerini yumruk yapmış bana bakıyordu. O ara bir an gözleri arkadaki boş cam kasaya kaydı ve sanırım bu işimi zorlaştıracaktı. Cam kasadan bal rengi gözlerini çekip etrafa göz gezdirdi ve gözleri rafta durdu. Anlamlandıramadığım bir hızla rafa koşup kitapların önündeki bıçağı eline aldı ve üzerime yürümeye başladı.

"O pırlantayı geri ver! O benim  her şeyim!!"

"Şimdi karnıma dayalı bir bıçağın olmasının sebebi minik bir pırlanta mı?" cevap vermek yerine kıvrımlı tek kaşını kaldırmakla yetindi.

"Paragöz insanlardan hoşlanmam."dedim ve pırlantayı cebimden çıkardım."Sadece minik bir servetin peşinde koşarlar oysa asıl servet bize bahş edilen bu hayat değil mi?"diye ekledim.

"Dalga mı geçiyorsun!!"

"Al küçük oyuncağın senin olsun."dedim ve pırlantayı üzerine fırlattım. Son hareketim karşısında afallamış olduğundan bıçağı elinden düşürdü ve pırlantaya doğru koştu. Dikkatlice yerden alıp çaldığım yere geri koydu, kestiğim daireyi geri yerleştirdi ve arkasını döndü.

"Seni ölsem bile bulacağım. Hapishaneye tıktırıcağım. Seni-"

"Üfff yeter be! Benim senden ya da bir başkasından korkum yok istediğini yapmakta özgürsün. Zamanımı harcamaya değmessin."

"Ben ciddiyim!"

"Çav."dedim ve elimi salladım. Dış kapıya doğru yürümeye başladım. Sırtımda bir çift ela göz bıraktığıma adım gibi emindim fakat umursamadım. Hepsi planın bir parçasıydı çünkü. Ne olur ne olmaz diye yedek bir planım vardı. Yakalanma ihtimaline karşı cebime o pırlantaya çok benzer sahte bir pırlanta yerleştirmiştim. Yakalanırsam sahte pırlantayı verecektim ve yedek planım tıkır tıkır işliyordu. Ta ki devasa villadan ayrılana kadar.

Ofisten çıktıktan sonra güvenlik odasına girdim. Direkt bilgisayarın önüne oturdum güvenlik kameralarının geçmişine girdim ve tam silecekken içeri paragöz züppe girdi.

"Öyle bir şey yapıyım deme."

"Peki ya yaparsam?"

"İşte o zaman senin için gayet kötü olur kedi kız." dedi kendinden çok emin bir ses tonunda. Yüzünden ne hissettiği anlaşılmıyordu fakat gözleri... İlk gördüğümde gözlerini Alacakaranlık filminden Edward' ın gözlerine benzetmiştim. Aslında filmlerle pek aram yoktur ama Miray tarafından izlemeye zorlanmıştım.

"Ay çok korktum."dedim alaycı bir tonda ve sağ elimin işaret parmağıyla bilgisayardaki 'delete' tuşuna bastım. Böylelikle arkamda neredeyse hiç kanıt bırakmamış olduğumdan emin oldum.

"Bunu sen istedin." dedi ve üzerime doğru yürümeye başladı. Doğal olarak geriledim.

"Bana zarar veremezsin."

"Sen öyle san." bir anda bileğimi sıkıca kavramasıyla afalladım. Harika! Peki ya bundan nasıl kurtulacaktım?

Ben SiyahımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin