-Multimedia ile okuyun-
Her saniye... her saniye daha fazlasını istiyordum. Kum torbasına parçalarcasına vurmak, bana şu an acı çektiren herkesi yumruklamak istiyordum. Ben bu değildim! Hiç bir zaman olmadım! Benim tek hayatım bokstu. Boksör olmak, benim için her gün yemek yemek gibiydi. Normal biri olmayı denedim, başaramadım. Ama kullanılmayı hakketmedim!
"Artık kendine gelmelisin, Alexis. Dışardalar, seni bekliyorlar." Kum torbasını durdurup başımı gövdesine yasladım.
"Biraz daha bekleyemezler miymiş?" Alaycı ses tonum her zaman sorgulanırdı. Herkes tarafından.
"Bak kızım. Senin o dalganı çekemem ben. Bu adamlar belalı, ve her ne kadar nasıl bulaştığını bilmesemde aranıza girmek istemiyorum." Kum torbasından alnımı çekip gözlerimi aynadan, gözleriyle buluşturdum.
"Emin ol, neler yaşadığımı bilsen, sen bile yanımda olurdun Liv. Çık dışarı, 5 dakikaya geleceğimi söyle." Acınası bakışlarını üzerimde gezdirip salondan çıktı.
Elime sardığım bandı çıkartıp rastgele bir yere fırlattım. Soyunma odamın kapısından içeri girdiğimde, her zaman ilk dikkatimi çeken şeyle karşılaştım. Ailemden kalan tek şey. Bir tablo.
Abim, annem, babam, ve iki küçük erkek kardeşim. Elimde olanları alanlara karşın bunu kurtarabilmiştim. Ailem bir yangında öldü. Ben ise o gece bir arkadaşımla pijama partisi veriyordum. Yangını çıkaranlar bulundu ama bu benim acımı geçirmedi. Her saniye ikiye katlandı, her saniye içimdeki öfke daha da büyüdü. Şimdi ise buradayım ve yine o tabloya ümitsizce bakıyorum.
Giyindikten sonra, salona son kez baktım. Artık burada çalışmayacak, o kapıda bekleyen 'pislik'lerle adını bile bilmediğim bir yere gidecektim. Elimdeki, burada bana ait olan eşyalarımı koyduğum çantayı daha da sıktım. Gitmek istemiyordum.
Ayaklarım zorlukla beni kapının önüne götürdü. Liv, Steve, Max ve Karen beni bekliyorlardı. Zoraki bir tebessüm gönderip önlerinde durdum. Karen koşarak boynuma sarıldığında, hiç olmadığım kadar güçsüz hissetmiştim kendimi ama ağlayamazdım.
"Gitmek zorunda mısın?" Yüzünü omzumdan çekmiş, göz yaşlarını silerek söylemişti.
"Geri dönmek için çabalayacağım bebeğim." Gözlerini gözlerime diktiğinde, başka tarafa baktım. Tekrar sıkıca sarılınca çantayı yere bırakıp bende sarıldım.
"Görüşürüz kızıl." Gözlerim Steve'i bulduğunda gülümsedim.
"Umarım kıvırcık." Karen'dan ayrılıp Steve'e sarıldım. Özellikle onu çok özleyecektim. Gittiğimiz barları dağıtmayı, lunapark anılarını, fotoğraf kabinlerinde verdiğimiz saçma pozları... Ailemle yapamadığım çoğu şeyi onunla yapmıştık. Ondan ayrılmak, yapabileceğim en zor şey.
"Hey! Birileri Max'ini unutuyor mu? Benimle vedalaşmadan gidemezsiniz küçük bayan." Gülümseyerek onada sarıldığımda, arkasında duran Liv ağlıyordu. Ne yani? Ben gidiyorum diye mi?
"Her neyse çocuklar. Bir daha dönemeyecek olsam bile görüşürüz." Dolu gözlerle kapıdan çıktığımda, karşımda duran Cadillac Escalade'ye baktım. Arabanın ön koltuğundan inip bana arka kapıyı açan görevliye teşekkür ettim ve çantamı eline verdim. Arabaya binmeye yeltendiğimde, yan tarafımda ´o´ nun oturduğunu gördüm. Seneler önce uğruna göz yaşları döktüğüm, yanımda olması için canımı verebileceğim kişiyi... Bakışları hiç değişmemişti. Hala sert ve korkusuz duruyordu. Onun bu haline aşıktım ben. Beni bir hiç gibi bırakana kadar...