Bölüm 2: Bol Yağmurlu Pişmemiş Patates

192 13 4
                                    

Mayıs

Bahar şenliği! Evet, okulun düzenlediği saçma salak bir bahar şenliği. Çekiliş yapılıyor, amatör bir şarkıcı sahne alıyor, değişik eşyalarla bezenmiş tezgahlar kuruluyor, yemekler yapılıyor...

Filmlerdeki gibi bir bahar şenliği değil bizimkisi. Eğlenceli değil anlayacağınız. Dans eden seksi ponpon kızlar yok, birbirleriyle ortalıkta öpüşen genç aşıklar yok, herkesin tanıdığı, sevdiği bir ünlü de yok. Sevimsiz ergenler ve amatörce hazırlanmış bir şenlik. Devlet okulu, ancak bu kadar oluyor.

Ağustos bu yüzden şenliğe gelmeyeceğini söylemişti, ne kadar ikna etmeye çalışsam da becerememiştim. Elim mahkûm gittim okula. Bir eğleniyorum, bir eğleniyorum, sormayın... Oturdum merdivenlere, etrafı kös kös inceliyorum. Diğer arkadaşlarım falan var yanımda, ama Ağustos olmadığı için fazla sarmıyor konuşma. En sonunda dedim kızlar kalkın, Ağustos'un evine gidelim de gezelim biraz. Çıktık okuldan, yavaş yavaş bozmaya başlayan havada yollandık Ağustos'ların evine.

Geldik bunların evinin önüne, evdekiler uyuyordur diye zili çalmadık, Ağustos'u arayıp haber verelim dedik, kız telefonu açmıyor. Sonra dedik bu böyle olmayacak, tüm mahallenin ayağa kalkmasını göze alarak bağırmaya başladık, "AĞUSTOS!" diye. Herkes duydu, bir bizim Ağustos duymadı. Bir on beş dakika sonra pencere açıldı, karşımızda özgürlüğünü ilan etmiş kıvırcık saçlı bir kız...

Ağustos

Bir kere onların bağırışlarını duymayacak kadar sağır değilim, yalnızca önemsememiştim. Hepsini duymuş fakat bağırdıkları kişinin ben olduğumu düşünmediğim için kılımı bile kıpırdatmamıştım. En sonunda, "Hangi sağıra bağırıyorlar bunlar?" diyerek pencereden bakmamla beraber bizim kızları görmem bir oldu, Mayıs'ın delici bakışlarıyla karşılaştım. Eve çıkıp ortalığı birbirlerine katmamaları için üzerime giyinip aşağı indim.

Evin yanındaki küçük kafeye gittik. Kahvaltı etmemiştim ve tüm hücrelerime kadar açtım. İşin kötü yanı, kafede kahvaltı namına hiçbir şey yoktu. Yalnızca tatlı ve içecek çeşitleri vardı. Tabii sevgili hayvan arkadaşlarım da aç oldukları için kafedeki neredeyse tüm tatlı çeşitlerini söylediler, parayı eşit bir şekilde bölüşeceğimizi düşünmüştüm.

Söylediklerimiz masaya geldi fakat sabah sabah tatlı yiyebilme gibi bir özelliğim olmadığından, yiyecekler midemi bulandırdı. O sırada kafeye Kumral, yani hayatımı karartan çocuk geldi.  Çocukla yapışık ikiz gibiydik, beş yaşından beri arkadaştık. Birbirimizle inanılmaz derecede zıt olmamıza rağmen, nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde en yakın arkadaşlarımdandı. Tabii, Mayıs Kumral'ı hiç sevmiyor...

Kumral'ı anlatacak olursak, fazla derecede kavgacı bir tip. Gittiği çoğu yerde başını belaya sokar ve ben onun arkasını toplamak zorunda kalırım. Onun dışında çok iyi biridir, her ne kadar Mayıs buna hiçbir zaman ikna olmasa da... sürekli Mayıs'la kavga ederler.

Geldi Kumral yanımıza, hiçbir şey demeden oturdu masadaki yiyecekleri sömürmeye başladı, masadaki tüm yemekler on dakika içinde bitti. Sonra biz sıkılan ergenler olarak, Tabu ve okey oynadık. Tabii her iki oyun da Mayıs'la Kumral'ın kavgasıyla son buldu. Hesabı ödeyip kafeden çıktık.

Kumral bizi artık gerçekten aşırı derecede çok yağan yağmurda yürütmeye başladı. Tutturdu AVM'ye gidelim diye, paramızın hepsini kafede harcadığımız için yaklaşık 1 kilometre yürüdük. En sonunda Kumral'ı ikna edip geri döndük. Karşımıza bir erik ağacı çıkana kadar gayet güzel bir şekilde ilerliyorduk...

Erik ağacını gördüklerinde Kumral ve Mayıs aynı anda erik ağacına atladı, sanki kafede her şeyi sömürmemişler gibi. Onlar ağaçtaki erikleri düşürmek için ağacı salladılar, tabii ağacın altında yağmurdan korunmak için duran biz diğer zavallılar, ağaçtan kafamıza boca edilen yağmur sularına maruz kaldık...

Mayıs 

Hepimiz iliklerimize kadar ıslanmıştık ve Ağustos her zamanki gibi benden yakınmaya başlamıştı. Islak bir halde orada dururken Kumral kurulanmak için evine kaçtı. Tabii diğer arkadaşlarımız da. Yalnızca ben, Ağustos ve bir kız kalmıştık. Ağustos'ların evine gidemezdik, annesi bizi bu halde görürse evde curcuna kopardı. Bizim evde kimse yoktu, bizim eve gittik.

Aldık elimize kurutma makinesini, birbirimizi kurutuyoruz. Tabii ben bu arada kardeşimi unutmuştum. Daha ilkokul çocuğuydu benim kardeşim, annemle babam işten eve geç geldikleri için kardeşimi ben alıyordum okuldan. Yaklaşık bir saat kalmıştı çıkmasına fakat benim karnım anlamsız bir şekilde acıkmıştı. Bir şeyler yemeden çıkmak istemedim, çıkardım patatesleri, koydum mikrodalgaya, haşlanmasını bekledim. On dakika sonra çıkardım mikrodalgadan patatesleri, taş gibiydiler. Bir de ocağa atayım dedim, attım patatesleri ocağa.

Saate gözüm kaydı, kardeşimin çıkmasına yaklaşık yirmi dakika falan vardı. Daha fazla beklemeyip aldım patatesleri, bölüştürdüm tabaklara. Ağustos ve arkadaşım yiyemedi tabii. Pişmemiş olduğunu söylediler ama benim midem yine laf dinlemedi, indirdim patatesleri mideye.

Kardeşimi almak için aceleyle okula gittiğimizde gerçek anlamda bir yıkım yaşamıştık. Annem erken çıkmış işten, kardeşimi almaya gelmiş. Küstük şansımıza, kaldık orada öyle.

Bu arada, Ağustos o günün yarısından çoğunu aç geçirmişti ve aradan ne kadar sene geçerse geçsin bu yüzden bana hâlâ kızgındır kendisi...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 03, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Çak Bir BeşlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin