İlk Kıvılcım

53 2 1
                                    

Soğuk, çok soğuk. Hiç sıcak olduğu da görülmemişti zaten. Anlamanı bilen pek azdır sıcağın. Tadına varansa hiç yok. Donmadığın her yer yaşamak için makul kabul edilir buralarda. Hava bütünüyle hükmeder, doğaya ve insana. Güneş dahi karşısında değersiz kalmış, görevini yerine getirememiştir asla. Renkler neydi ki, ağaçların gösterdiği solgun yeşilden başka? Ebedi bir beyaz, belki de ebedi değildir, kim bilir? Vardır belki de bir sonu bunun da. Lakin ne kadar gidersen git, sanki orası da aynıydı, başladığın noktayla.

Mümkün müydü dayanabilmek buna? Nasıl bir acıdır ki tüm vücudu ele geçiren ve hareket etmek ne zordur ona karşı koyup.
Ellerinle kapat ki yüzünü, vuran yel yavruları dondurmasın burnunu ki devam et nefes almaya. Bir elini çek yüzünden, tut onunla bulduğun dev yaprakları. Savun kendini bu düşmana karşı.
Kaldır, kaldır ki kullan onu elin donup yere bırakmadan önce. Yürü, ayaklarının sana izin verdiği kadar. Bak etrafına, sis, kar fırtınası, hiçbir yararı olmadığı düşünülen ve sana masumca bakan ağaçlar, ayağını bile değdiremeyeceğin su birikintilerinden gayrı var mı bir şey?

Yok, evet. Koca bir yok. Yoktu yaşamanın yolu. Tanrı mı yapmıştı hatayı? Erken mi gönderildi insanlık? Hayır. Vardı başka bir şey. Fakat beyaz, bunu da saklamıştı insanlardan. O ki yaşamı sağlayan, canlıları, ki bunların en dayanıksızı insanı bugünlere taşıyan, varlıkların en kutsalı, Ateş.

Bulanı bellidir, fakat hikayeleri efsanelerden öteye gidemez. Şimdi çocuklara anlatılır en kalın kitapların en tozlu sayfalarından.
Bir çok kişi inanır ateşin öncesine. İnanmayanlarsa bir o kadar fazla. Onlar Ateş'in, Tanrı'nın bir armağanı olduğunu düşünürler.
Derler ki:

'Yaşamak mümkün değildi o zamanlar. Yaşayan da yoktu zaten. Şu andan çok daha soğuktu hava ve yoktu o kalın yünlerden yapıp giydiğin elbiseler.
Çünkü göremiyorlardı beyazın arasına sıkışmış küçük yeşillerden başka hiçbir şey. Lakin o hep vardı. Yerin altında, dağların içlerinde, masmavi ve muntazam bir görünüme sahip mağaralarda. Atalarımız buldu onu ve kullandılar.
Önce avlandılar, onun sayesinde. Sonra bir sığınak oluşturdular kendilerine. Öğrendiler buzdan evler yapmayı. Fakat şu anki gibi devasa yapıtlar değildi. Ufaktı yaşadıkları yerler.
Tek amaçları korunmaktı bu cani düşmandan.

Yıllar geçti, asırlar. Nice nesiller büyüdü bu buzdan evlerde. Düşman geri çekildi bir nebze. Isındı hava biraz da olsa ve güneş varlığını belli etti. Fakat bundan ileriye gidemedi hiçbir zaman. Terk ediyordu soğuk ortalığı, güçlendikçe insanlar. Lakin her yedi yılda bir ziyaret ederdi tüm yeryüzünü.
Yel denirdi adına. Yel, soğuk rüzgâr. Öyle güçlüydü ki şu an ki nesilden kimse o geldiğinde dışarı çıkamazdı evinden. Diyara ziyaretinin haberi önceden gelirdi ve herkes saklanırdı buzdan kovuğuna. Bir kişi hariç. Kral ve onun soyundan gelenlerin buna dayanabildiğine inanırlar. Biz inanmayız, görmedikçe gözümüzle, ki hiçbir zaman da göremeyeceğiz, dışarıya çıkmadığımız sürece.'

İşte, Haverot'lar, yani inanmayanların kitabında bu cümleler yazar. Birde inananlar vardır. Hâvi'ler.

Hâvi'lerin düşünceleri apayrı bir hikayedir. Onlardır ki krala ve onun soyuna itaat edenler ve Ateş'in öncesini de yazanlar. Ateş onlar için o kadar (Haverot'lar kadar) kutsal değildir. Çünkü tanrı göndermemiştir onu. Bir insan eliyle bulunmuştur, onların bildiklerine göre.
Gülünç gelir bu söylenenler Haverot'lara. Lakin bilmezler ki doğrusu budur.

Çok eskidir. Ateşten daha da eski. Ateşten daha eski olunca kimse bilemez kesinliğini ve kimse de kanıtlayamamıştır gerçeği. Fakat yazdı tüm yaşananları kitaplar, dolaştı kulaktan kulağa tüm hikayeler.

Açanlar görür, görenler okur, okuyanlar anlamaz, anlayanlarsa kabul etmez bu hikâyenin büyük bir kısmını. Eğer varsa da kabul eden, çıkartmaz asla sesini. Hâvi'lerin dahi büyük bir kısmı benimsemezler asla bu öyküyü. Nitekim bir hayli zordur zaten benimsemek. Apaçık olarak tanrının varlığını reddetmez elbette. Öyle bir niyeti de yoktur zaten, ki böyle olsaydı, çoktan anlarlardı bunu Haverot'lar ve yakarlardı kutsal olan ateşleriyle her bir sayfasını. Bir yaratıcı vardır elbette. Sorun olan bu değildir. Aslında bir sorun da yoktur. Sadece anlatılmak istenen birkaç şey vardır. Şöyle yazmışlardır, değersizleşmiş kitapların değersiz sayfalarına:

ÂLBAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin