Yağmurda araba kullanmaktan ya da yağmur yağarken dışarı çıkmaktan ya da yağmurun yağdığını bilmekten hoşlanmıyorum. Aslında bunun kendisi bile huzurumu kaçırıyor. Silecekler bir sağa bir sola dönüp duruyor, gökyüzünde kara bulutlardan başka bir şey görünmüyor. Yarım saatten fazladır sürüyorum. Yağmurun cama vurup da çıkarttığı seslerden rahatsız olup elimi dışarıya uzattığımdan beri, bileğimden dirseğime kadar bir ağrı hissediyorum. Koluma çarpan dolu yüzünden yüzümü ekşitirken, az ileride bana tarif edilen fırını görüyorum: İlk hecesinin ışığı sönmüş bir tabela "CARMEN", bana bir fırından çok pastaneyi andırıyor. Dolu ne kadar sürecek bilmediğimden ve arabamı mahvetmek istemediğimden, fırının yanındaki kapalı otoparka doğru hızlanıp, girişteki otomattan bir bilet aldıktan sonra otoparka giriyorum. Alt kata inip birkaç tur attıktan sonra boş bir yer bulup, inmeden önce torpidoya doğru eğilip tabancamı alıyorum.
Siyah büyük şapkam, düğmelerini iliklemediğim kareli, yeşil gömleğim, altında siyah tişörtümden başka bir şeyim yok. Yağmura yakalanmayı ya da dolu yağarken dışarıda yürümek zorunda kalmayı beklemiyordum. Üst kata doğru çıkarken sol bileğim hala zonkluyordu. Botlarımın demir merdivenlerde çıkardığı sesleri azaltmaya çalışırken, deri pantolonlarıma vuran soğuğu hissettim. Otoparkın girişinde biriken doluları görüyordum, görünürde insan yoktu, işi olmayan kim bu havada dışarı çıkar ki?
Kollarımı birleştirip açık havaya çıktım. Beş ya da altı adımdan sonra başımın üstünü büyük bir şemsiye sardı. Kaldırımdan tarafta bir adam, elinde tuttuğu büyük bordo şemsiyesiyle yanımda yürümeye başladı. Diğer elinde içinde termos olduğunu sandığım bir poşet taşıyordu.
"Biraz daha dikkat etmelisiniz, bu havada böyle giyinmek. Sanırım fazla koşturmaktan hava durumuna bakacak kadar vakit bulamıyorsunuz, dedektif."
"Tanışıyor muyuz? Bürodan değilsiniz."
"Tanışmıyoruz. Ben Kai, elimi uzatmak isterdim ama görüyorsunuz. Vaktiniz varsa bir çay ikram edebilirim." dedi.
Beyaz tişörtünü kırmızı kareli pantolonunun içine vermiş, önünü kapatmadığı siyah kumaş bir kaban giymişti. Siyah dağınık saçları sağ gözünün önünü kapatmış sıradan bir adamdı.
"Bunu kimden duydunuz?"
Soruyu anlamak için birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra cevap verdi.
"Kimseden. Koltukaltı kılıfınızı fark ettim. Sanırım bazen kasılarak yürümek hoşunuza gidiyor belki rahatlığı yüzünden belki güvende hissetmekle ilgili bilmiyorum. Daha önce hiç silah kullanmadım ama eğer kullansaydım koltukaltında taşımaya alışamazdım sanırım."
Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama en azından olay yerine varana kadar şemsiyesi olan tuhaf bir adamla ilerlemeyi problem etmeyecektim.
"Buradan sağa" dedi. Kafamdaki soru işaretlerini gidermek adına tekrar sordum.
"Burada birini karşılamak için birini gönderebilecek kadar çok adamınızın olduğunu bilmiyordum. Bizde ise yeterli-"
"Polis değilim. Emniyet şeridi çekilmiş olan yere gitmek istediğinizi sandığımdan bunu dedim."
Ben onu tepeden tırnağa inceleyip dururken yürümeye devam ettik. Attığımız adımların yere çarpış anının, üstüne basıp da etrafa sıçrattığımız yağmurun bile aynı olduğunu fark ettim. Belki de ilk karşılaştığımızda da bu yüzden duymadım diye düşündüm belki yalnızca dikkat etmedim bilmiyorum. Bir an durup ne yapacağını bilmek istedim. Benimle birlikte durdu ve yüzüme baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Venom // SeKai
Random''... düşünmeden edemiyorum. Günlerdir düşünüyorum evet belki günler olmadı ama olacak biliyorum. Yazık ki bildiğim kelimeler yetmiyor ne çektiğim acıyı anlatabilmeme ne bu kıskançlığı ne de ona duyduğum aşkı. Demek ki bunları üçü de birbirinden ay...