Selam zamanın durduğu nokta. Müziğin bittiği, tüm enstrümanların nefret kustuğu, arabaların egzozlarının isyan ettiği, çiçeklerin bittiği,ışığın son bulduğu nokta. Ortak noktamız ne biliyor musunuz? Eşsiz ve dramatik sonumuzu yazdık beraber. Kalem tutmaktan nasırlaşmış ellerime baktım. Ne acıydı. Ben asla kelebek olamayacak bir tırtılken belki de siz kanatlarınızı takmış uçuyordunuz. Kanatlarınız varken kıymet bilmek önemli. Ve hoşgeldiniz. Asla varolmayan ama her zaman kalbinizde bir yere sahip olacak yere. Belki de bu kelimeler bir kar tanesi gibi erir beyninizde ama olsun. Bazen insanın kendini tatmin etmesi güzeldir belki de.
12 Mart 1963
İhtişamlı zenginlerle dolu bir masada mısın şu anda, yoksa yoksulluk içerisinde ekmek mi dileniyorsun sokakta? Arkadaşlarınla biraz sohbet ediyorsundur belki de bir muhallebicide, belkide şu televizyon denilen aptal kutunun önündesindir. Ben mi nerdeyim? Daktilomun başında sana bu satırları bırakıyorum. Belki bir jetsam* olarak bulursun beni, belki cansız bedemin yanında eşime bıraktığım son mektupsundur? Hayat ne kadar belkilerle dolu değil mi? Sayılı mumlarımız var şu hayatta. Ve ben mumlarımı hayatımın en güzel kitabını yazarak harcadım. Amaç? Amacım dünyayı biraz olsun güzelleştirecek bir kitap yazmaktı. Bana güzel davranmayan insanlara bir kitap. Hayatını sadece bir kitap için bitiren bir adamın hikayesi bu. Beni mahvedenlere bir mektup sadece... Onlara son hediyem. Sizin hediyeleriniz her ne kadar beni mahvettiyse o kadar yakmak istiyorum canınızı. Ama daha zaman var. Son iki mumu sizin için harcamak bence biraz savurganlık olur. Mesela eşimle geçireceğim bir akşam yemeği için harcayabilirim mumlarımı, çocuklarımı parka götürebilirim, belki ailemin mezarını son kez ziyaret edebilirim. Dedim ya ben son iki mumu dünyayı daha güzel bir yer haline getirecek bir kitap için harcadım. Peki ya siz hayatınızın son iki saatinde ne yapardınız?
^Öncesi^
12:36
Gözlerimi araladığımda dünden kalma çay bardaklarının olduğu sehpanın karşısındaki şu "boş işler" kutusunun yanındaki koltuktaydım. Eşim birkaç kere uyandırmayı deneyince vazgeçmişti anlaşılan. Eşimin kulağında annesinin ona söylediği sözlerin çınladığını biliyordum. "Yazardan ne kadar para gelebilir ki?" "Boş işler müdürü bu çocuk." "Kızım hayatını şiire adayan birine bu zamanda para verilmez." "O bir engelli! İş imkanı da yok!" Maddi durum anlamında sıkışık olduğum için kayınvalidem benden nefret ederdi. Belki kayınvalidem haklıydı. Anastasia daha iyilerine laikti. Ama hani son bir umut tanesi vardır ya bir televizyon sehpasının üzerindeki minik bir tozdan daha küçüktür o kadar küçücük bir ihtimal olabilir mi aşkımızı kurtaracak?
Bir yazar ne kadar uç noktaya gidebilirdi ki? İlk bölüm sana sevgili karıcım. Tek taraflı sevginin kurbanı olan beni 10 yıldır nasıl içten içe öldürdüğünün hikayesi bu.
Anastasia'yla bir bahar sabahı her zaman gittiğim kafede tanışmıştık. O zamanlar yeni garson olarak işe girmişti. Her zaman sipariş verdiğim garsonu çağrıp onun adını utana sıkıla sormuştum. Tereddüt etse de bir peçetenin üzerine ismini ve çalışma saatlerini yazdı. Ertesi gün mesaisi olmadığı için içimden kafeye gitmek gelmedi. Kafeye gittiğimde her zaman peynirli omlet yerdim. İçimde kelebekler uçarken benimle ilk defa benimle doğum günümde konuştu. Müzik kutusunun yanında otuyordum. Garsonların durduğu tezgahı daha iyi görebileceğim tek yer burasıydı çünkü. Siparişimi almaya o geldi. Dilim dolaşacağından, ellerimin terlediğini anladığı anda onu ürküteceğimi düşündüm. Ama düşündüğüm gibi olmadı. Yumuşak sesiyle heyecanımı bastırıyordu. Bir orkestrada kemanların, çellonun kalın sesini bastırdığı gibi... Roswilde'da gittiğimiz bir kafede garsonların giydiği 10 santim topuklularının içeride şarkı söyleyen aşçının sesini bastırdığı gibi... Kalbimin düşüncelerimi bastırdığı gibi... O an kendiminde nasıl bir cesaret bulduğumu bilmiyorum ama müzik kutusuna bir çeyreklik atıp kıza baka baka şarkı söyledim. Sakar bir adam nasıl masanın üzerinde gururla durabilirdi? İki kere masanın üzerinden yuvarlanacak gibi olsam da beni sadece komik buldu. Bazen Anastasia'nın aklını annesinin karıştırdığını düşünür ve kin dolardım ama oraya da geleceğiz...
2. Bölümün ithafını alan, hayatımı eziyete çeviren kızım'a. Bir babanın küçük bir çocukla böyle konuşması kötü değil mi? Ama sen benim için hep küçük bir çocuktan fazlasıydın. Senin melek olduğunu sanarken yavaş yavaş şeytana dönüşmen beni öldürüyordu. Şımarıktın. Sakat bacağım ve peltekliğimden utandığını biliyordum. Sana iyi bir baba olamadım değil mi kızım? Senin için hiç birşey yapmadım. Sanırım bu kitapta en çok sevdiğim kişi sensin. Sen benim yaşama amacımdın. Arkadaşların tarafından çok dışlanıyorsun biliyorum. Ah benim Alice'im sana daha iyi baba olmak isterdim... Bu listeye girmenin sebebi beni yarı yolda bırakman oldu meleğim. Benim kızımı geri getirmesi için Tanrı'ya ne kadar yalvardım biliyor musun? Bastonsuz yürümeyi çok denedim. Senin için... Belki bir kere gülümserdin bana. Alaycı bir şekilde değil. Gerçekten. Başkası beni bu hayata bağlayamazdı meleğim. Ama benim minik meleğimin şeytana dönüştüğünü anladığımda yaşamın ne anlamı kalmıştı ki? Seni affediyorum kızım ama sadece seni...
Okuldan seni benim aldığım günlerden nefret ettiğini biliyorum. Ama eskiden bundan keyif aldığını düşünürdüm biliyor musun? Neden utanıyordun? Araba kullanabilmem için kurulan düzenekten mi? Hep sokağın köşesinde seni indirmem için yalvarırdın. Ne aptalmışım. Sadece dersten önce açılmak istediğini düşündüm. Bir gün okulda seni yine ben almaya geldim. 5 dakika sonunda hâlâ ortalıklarda yoktun.15 dakikanın sonunda artık ellerim titremeye başlamıştı. Arabanın içinde kalmak için çok direndim. Ama klasik baba kaygısı: Başına bir şey geldiyse ne yaparım? Düzeneğin asansör kısmını açarak yavaşça arabadan aşağıya indim. Kendimi aşağıda bulunca tek yapmam gereken dışarıda beni izleyen gözleri duymazlıktan gelmekti. İlk defa okuluna geliyordum meleğim. Tecrübesizdim. Bahçede oturmuş birkaç çocukla sohbet ediyordun. Evet, o gün beni mahvettiğin gün. Çitlerin arkasında durup sana el sallamak istedim. Bastonumu bırakınca ilk defa ayakta rahat durdum biliyor musun? Senin için kızım, sadece senin için... Beni gördün. Arkadaşların gülmeye başlayınca yüzün kıpkırmızı kesildi. Biliyorum, hissetim. Bastonumu almaya çalışırken düşünce gözlerini kapattığını, yanağından süzülen yaşı hissettim. Soluksuz bir melodi tıkırdadı kulağımda. Acının son senfonisi adı da. Arkadaşlarınla yanımdan geçtin. Sanki beni tanımıyormuş gibi davrandım. İşte o an benim meleğim kana bulandı. Biraz hatırın kalsaydı kalbimde , benim kırmızı meleğim olurdun ama o kadar hatrı verecek güç bulamıyorum kendimde, affet. Sen benim kara şeytanımsın. Ama unutma seni affediyorum. Sanki hiç tanımamış gibi...
Evet, son 45 dakikam bu aptal dünyada ve son iki kişiye yaklaşıyoruz. Saatimin ibresi şu an 13.51. O da kana bulanmış. Masamın üzeri kana bulanmış, halım kana bulanıyor ve yavaş yavaş gökyüzünü de kanla boyayacağım. Belki bir kuş çizerim. Özgürlüğünü kıskandığım bir kuş.
Evet, Josh. Bu listede olduğuna şaşırmadın değil mi? En yakın arkadaşımın beni karımla aldatması bence çok hafif bir şey değil. Ve en acıtan şey de biliyor musun? İnkar bile etmedin! Neden? Karanlığa buladığım herkese soracağım bunu. Neden? Bu kadar mı acımadınız bana? Beni karanlığa hapseden herkese karanlığı hissettirmek isterdim. Ama bu sadece bir kitap. Ve telif haklarını varsayarsam bu kadar kötücül olmamalıyım. Soğuk bir Şubat akşamıydı. Alice'in doğum günüydü. Benim küçük meleğim 9 yaşında olacaktı. O zaman bile beni o kadar severdi ki (!) Arkadaşlarına beni evdeki uşak olarak tanıtmıştı. Ne kadar aptalım değil mi? Bunu tam 9 yıl sonra kızımın günlüğünden okuyarak öğreniyorum. Kızım benden nefret ediyor. Ne sürpriz ama! Uşak olarak görevim hediyeleri yukarı çıkarmaktı. Çok zor değildi yani asansör olduğunu varsayarsak. Ama kullanmadım çünkü asansörün seni dili düşen bir kapıyı kapatmak için en son sinirlenip kapıyı vurduğumuzdan daha çok ses çıkartıyordu. İnanın bana, çok fazla. O kadar fazla ki bir keresinde kayınvalidem deprem oluyor sanıp sinir krizine girmişti. Ama şimdi konumuz bu değil. Merdivenlerin yarısını sürünerek, yarısını kollarımdan destek alarak çıksam da bir şekilde başarmıştım. Alice'in odasına ilerlediğimde duyduğum konuşmalar bana yetmişti. Aldatılmıştım. Bana aptal muamelesi yapan en yakın arkadaşım tarafından. Onlara o gün bir şey söylemedim. Hatta haftalarca bir şey söylemedim. Aylarda olabilir. Sonra bir gün sinirlendiğim bir sırada Josh'a patlamıştım. Bana dünyanın acı olduğunu söyleyip güldü. Teşekkürler Joshy sen olmazsan hayatın ne kadar acımasız olduğunu anlayamazdım. Bana gerçekleri gösterdiğin için minnettarım ama son bir sorum var. Neden?
Anastasia'nın kapıyı tıklatmasıyla ellerimi daktilodan çekmem bir oldu. Uzun süre hiç bir şey söylemeden yüzüme baktı. Ama bakışlarımız çok şey anlatıyordu. Sanki son vedamızı ediyorduk birbirimize. Bunu okurken ne hissedeceksin Anastasia? Belki gittiğime sevinirsin bile. Dünya acı öyle değil mi? Kafanı en azından annenin karıştırmadığını ikimizde biliyoruz. Senin kafanı karıştıran acımasızlığındı...
Son iki kişiyi bir kişiye düşürmeye karar verdim. Çünkü öyle biri var ki yardımcısının suçlarını bile örtebilecek bir kötülükte. Selam Kendim! Hayatımı mahveden benim. Bazen bazılarına suç atmak istersiniz hayatımı mahvetti diye. Benim anlatmak istediğim buydu kendi hayatımı kendim mahvettim. Kendimi karanlığa hapseden bendim. Hayatım boyunca engelimden utanmasaydım belki kızıma engelimden utanmamasını öğretebilirdim. Ama ben bir zavallı gibi odama kapandım. Bana o kadar aşık bir karım vardı ki ben onu gözümde kararttım. İyi niyetini yakıp yıktım. Odaya ne zaman gelse bağırdım ona. En ufak şeyde. Şimdi soruyorum size kendi kendinin hayatını mahveden bir adam size kendini nasıl acındırabilir? Peki ya hayata küsen biri olarak soruyorum hayatını devam ettiren insanlardan nefret etmek engelini örtemez. Ben bu yazıyı yazıp sonumu bekleyeceğim çünkü korkağım. Ben engelleri aşamayacaksam yaşam ve ölüm arasında pek bir fark olmaz bence. Şunu unutma sevgili bunu okuyan kişi: "Hiç bir engel, ruhsal engelden büyük değildir." Başarabilirsin. Sadece dene...
Naz Aslan
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2 Mum
Short Story•Kısa hikaye• "Bazen içimizde tutuğumuz acıların tüm sebebi kendimizdir..."