Ondan daha ne kadar kaçabilirdim?

21 1 1
                                    

Aradan farklı insanlar geçtikten, farklı yüzler bu gözlere aksettikten sonra onu tamamen unuttuğumu sanmıştım. Gerçi bazen yanık bir türküde, dingin bir müzikte aklıma geliyordu ama zihnimdeki hayaliyle onu geçmişten narin bir sahne, yok olmayacak güzel mi güzel bir anı olarak düşünüyordum.
Nasıl da unutturmuşum kendime bu okyanus mavisi bakışları? Göz göze gelmemek için sarf ettiğim çaba beni terler içinde bıraktı. Gözlerimi kaçırmakta ne kadar muvaffak olabilirdim ki? Yine de kendimi tuttum. Onunla birlikte geçen üç yılın ardından ondan uzak başka kollarda bir üç yıl daha geçmişti. Başka birine 'seni seviyorum' diyebilmiş, başka birisiyle bir ahenk ritüelim olarak yaz ikindisinde boğaz kenarında çay içebilmiştim. Görünmez bir mengeneyle sıkıştırmış da içime gömmüş olduğum şeyleri yok sanmışım. Meğer onlar en sıkışık, en yoğun halleriyle birer keder kapsülü gibi midemde, beynimde, ciğerlerimde, karnımda, kollarımda ve bacaklarımda beni oluşturan her bir uzvumda gizlenmişler. Yeni fark ettim.
'Dostça' geçen yemeğin sonunda onu taksi durağına bırakmasaydım yine aynı şey olur muydu bilmiyorum. Burnum kahrolası hassasiyetini gecenin başka bir anında sergilerdi muhakkak ancak benim asıl katilim o akşam yan yana sahilden geçerken denizden bir an için ters esen serin rüzgârdır ki onun kokusunu yanı başında silik bir gölgesi gibi sessizce yürüyen bana taşıdı. İnsan en zor kokuları unuturmuş. Kokular hatıraların en yıpranmaz, en sağlam hatırlatıcısıymışlar. Elime geçen bilimsel bir dergide yıllar önce okuduğum yazının hafızamın uzak bir köşesinde kalan bu cümlesi ancak bu duruma çaresizce boyun eğen bir denek olduktan yani onun kokusunu içime çektikten sonra tekrar aklıma geldi. Hayatım değil de onunla birlikte yaşadığımız anların hepsi geçti gözümün önünden. Bu koku şüphesiz bir parfüm değildi, tahminimce duştan çıktığı andaki onun saf kokusu da değildi. Bu koku biraz giysileri, biraz saçları, biraz parfümü, biraz evi, canından çok sevdiği kedisi, soğuk havalarda içimi ısıttığını hatırladığım sıcak nefesi ve çokça da onun kendisiydi. Bu yüzden bu kokuyu başka yerde bulamaz ama her yerde tanıyabilirdim.
Onun kokusunu hapsetmeliydim kendimde bir yerlerde ama nasıl yapacağımı bilemiyordum. Aslında onun kokusunu gerçekten yanımda istiyor muydum onu da kestiremiyordum. Onu bana hatırlatacak her molekülden uzak durmam gerekirken benim aklımda akşamdan beri her soluk alıp vermesinde sıcacık nefesini içine işlediği boynuna sarılı şalı almak geçti. Bunu söyleyen sese karşılık içimde başka bir soluk bu şalı almanın sadece bir saçmalık olduğunu hatırlattı bana. Her zamanki gibi kararsızdım. Taksi durağına sadece birkaç adım kalmıştı. Birazdan sarı bir araba onu benden uzaklaştıracak, hayat üç yıldır devam ettiği gibi onsuz bir şekilde yine olanca hareketliliğiyle, olanca harareti ve sesliliğiyle sürüp gidecekti. "Şalını alabilir miyim?" dedim. "Niye?" diye sordu. "Üşüyorum" dedim. "Bak, kulaklarım buz gibi. Ben eve minibüsle gideceğim ve durak ta meydanda. Ben sana getiririm şalını, istersen birisiyle (sanki çok ortak arkadaşımız kalmış gibi) veya hiç olmadı kargoyla gönderirim" dedim. Sözcükler az kapanmış bir musluğun ucundan akan damlalar gibi bir anda dökülüvermişti dudaklarımdan. Büyüyen gözleri yine beni kendimden etti. "Al" dedi. Elindeki pembe şalı bana verirken dudaklarındaki istihza anlaşılıyordu. O güzel yüz bana bıyık altından gülüyordu. Pembe şalı hemen boynuma sardım. Taksi hızla uzaklaştı, dümdüz yolda sarı bir nokta oldu ve gitti.
Boynumdaki şalı hemen çıkardım. Ancak elime sardığım bu pembe şeyi yürürken yer yer kokluyor, kokladıkça mütebessim bir halde denize bakıyor, mutlu gözlerle dalgaları izliyor, bu halimle kendimden çok bir tinerciye benziyordum. Denize bir taş attım, yanıma gelen mesaiye kalmış bir dilenciye para verdim. Yaşamı olanca ümitsizliğiyle, tekmelemesiyle ve kendi kararsızlığımla düşündüm. İnceden dertli bir şarkı söyledim. Sonra mutlu olmanın zorluğunu düşünerek ağladım. Parayla, düşünceyle, zekâyla, imtiyazla, maharetle, arzuyla kavuşulmayacak şey olan mutluluğa hasret duyduğum için ağladım. Artık Kaf dağının ardında gizlenen nazlı yârim mutluluktu. Ona ulaşmaya, ona kavuşup saçlarını koklamaya çalışacaktım. Bu yârden de kavuşmanın ardından birkaç zaman sonra ayrılır mıydım? Mutluluk denen bu yar mı beni bırakırdı yoksa ben mi onu bırakırdım? Belki birkaç yıl sonra aynı sahilde oturup mutluluğun şalını koklayacaktım ondan ayrılmış mahzun biri olarak... Ölüme bir adım daha yaklaştığımı hissettim. İstasyondaki tren yavaşça hareket ediyordu ve ben vagona kavuşmaya çalışan telaşlı bir adamdan çok ayakları gerisin geriye giden isteksiz bir yolcuyu andırıyordum. Bir gün trenin uzaklaşan dumanına ağzı açık bir halde baka kalacaktım ancak o ana kadar daha kaç kişi için ağlayacak, daha kaç kez bu sahilde oturacak, kaç kez gözlerimin, kulaklarımın, tenimin ve burnumun hatıralarıyla sızlanacaktım? Sertleşen rüzgâr saçlarımı savuruyordu, etraf sessizleşiyordu...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 05, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Senin Kokun Benim HüznümHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin