Bir meşe palamuduydum ben güneşe gülümseyen.
Kalın bir zırh gibiydi kabuğum,
Yeşildim önce kestane rengini aldım zamanla,
Sonbahar gelince rüzgarla yere düştüm;
Üzerime kuruyan yapraklar döküldü,
Bir yorgan gibi sardı beni toprak ana;
Kışın karlar yağdı üstüme,
Dondum önce, sonra çatladım.
Başımı uzatıp "Merhaba! "dedim ılık güneşe.
İlkbaharın yağmurlarından içip bir karış oldum.
En büyük korkum can düşmanlarımız,
Çoban Şaban'ın kıl keçileri,
Çok şükür fark etmediler beni.
Nice babayiğit meşeyi kemirip kuruttu,
Kıl keçiler hain kıl keçiler.
Bir de oduncu Mehmet var.
Cellat Mehmet diye namı var ormanda,
Hepimiz titreriz o ormana girince,
Meşelerin en körpesini bir vuruşta keser,
Kılıçtan keskin baltasıyla,
Hiç acımaz, katil gibi, cellat gibi,
Keşke yürüyüp koşabilseydim sizin gibi,
Hoplayıp, zıplayabilseydim çocuklar gibi.
Korkmasaydım keşke cellat bana da göz diker mi diye
Aylar, yıllar geçti üç metre oldu boyum.
Yarışırdım kardeşlerimle güneşe uzanmak için,
Çok düzgündü gövdem, kıskanırdı meşelik.
...
Yine bir inilti başladı ormanda sadece ağaçların duyduğu,
Celladın baltası keskin, kendi acımasız kesiyordu meşeleri,
Ağlıyorduk yine beraberce...
Birden başıma dikiliverdi Cellat,
Bir hain kahkahayla: İşte aradığım saplık buradaymış,
Enimi, boyumu ölçtü evvela,
Baltasıyla bir hamlede ayırdı beni toprağımdan.
Dallarımı sıyırıp güneşte kuruttu beni,
Derimi yüzüp törpüledi sonra.
En acısı neymiş meğer bilir misiniz?
Bir baltaya sap olup zalim cellat avuçlarında
Her gün kardeşini kesmekmiş.
Sesim kısıldı ağlamaktan,
Duyun beni çocuklar!
Kıymasınlar bizlere,
Ne keçiler ne de zalim cellatlar.