Soğuk, Kyra'nın vücudunun her tarafında geziyor ve iliklerine kadar işliyordu. Esen sert rüzgar Kyra'nın başındaki yağan kar kadar beyaz kapüşonu sürekli çıkartıyordu ve yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştı. Ağzından çıkan nefes havayla bir oluyor, her nefes alışında ciğerleri soğuk havayla doluyordu. Uzun, ince ve etrafı, üzeri karla dolu meşe ağaçları tarafından kaplanmış patikada aniden durdu. Kahverengi geyik derisinden yapılmış deri zırhının altındaki deri dizçeğin cebine koyduğu matarasını çıkarttı, bir yudum almak için ağzına kadar götürdü ama mataranın içinden çıkan boş hava dışında hiçbir şeydi. ''Lanet olsun'' diye geçirdi içinden, içi öfkeyle doldu, sanki bütün yolun sinirini bir anda yaşayacak gibiydi. Evden kaçışından beri onu zorlayan şey yemek veya yolların güvenliği değildi, onu zorlayan şey soğuk ve hava idi. Sanki ikisi birleşmiş, Kyra'ya tekrar eve dönmesi için sert ve soğuk rüzgarlar yolluyordu. Moralini bozmamak için elinden geleni yapıp derin bir nefes aldı ve matarasının içindeki buzları, patikanın sağındaki sivri taşlardan birine sertçe vurarak kırmaya başladı. Mataranın içindeki buzları kırdıkça siniri azalıyor, morali yerine geliyordu. ''Belki de sinirimi kendimden çıkartmak yerine başka şeylerden çıkartmalıyım'' diye söylendi sesli sesli. Sesini ne kadar kısmaya da çalışsa etrafta pek ağaç olmadığından sesi bütün civarda yankılanmıştı. ''Umarım kimse duymamıştır'' Diye düşündü etrafına endişeli ve korkulu gözlerle bakınıp. Etrafta ne gibi şeylerin olduğunu hiç bilmiyordu ve Pembe Kale'deki dadısı hiçbir zaman dışarıdaki hayattan bahsetmezdi. Matarasının içindeki buzları kırıp, içindeki buzları dışarı çıkartır çıkartmaz, matarasını tekrar cebine koydu ve üzerinde sadece taşların olduğu geniş patikada sıkıla sıkıla yürümeye başladı. Rüzgar tekrar en sert vuruşunu yaptı ve Kyra'yı yere seriverdi; uzun ve kahverengi saçları beyaz karın üstüne yayıldı, taşlardan biri tam sırtının ortasına geldi ve içine gelen acıyla dişlerini sertçe sıktı. Kyra'nın içi öfkeyle dolmuş ve sinirinden dolayı çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Kyra hala yerdeyken, rüzgar, Kyra'nın uzun saçlarını sürekli önüne atarak görüşünü kapatıyordu ve Kyra bunun olmasından da nefret ediyordu. Ayağa kalktı, üzerini düzeltti ve zırhına yapışmış karların gitmesi için hızlı hızlı sallanmaya başladı. Birkaç ufak yer dışında hiçbir yerde kar kalmamıştı. Sol tarafındaki iki meşe ağacının arasında kalmış uzun salkımlı yaprakları olan yaşlı ağaçtan birkaç yaprak kopartıp saçlarını arkasından bağladı ve ''Bu beni bir süre tutar.'' diye düşündü. Bir süre boyunca yürümeye devam etti. Bir süredir başına hiçbir olay gelmemesinden dolayı şaşkındı açıkçası. ''Şimdiye üzerime bir ağaç devrilmeliydi bile'' Diye düşündü ve sırıtmaya başladı. Bir geminin ters dönmüş haline benzeyen hanı görünce içi huzur, neşe ve mutlulukla doldu. Yukarı doğru bakıp, tanrılarına pek inanmadığı halde amaçsızca şükretti. Sonunda soğuk gitmiş, sıcak gelmişti; açlık gitmiş, kızarmış etler ve sulu meyveler gelmişti ve boğazının kuruması daha handaki tatlı suyun tadına bakmadan gitmişti bile. Günler süren yolculuğun sonunda insanlar görücekti. İnsanlar, sandalyeler, meşaleler ve belki de arkadaş bulacaktı içerde. Pek inanmıyordu bu ihtimallere artık. Hayatın gerçekliği Kyra'ya umuda bel bağlamamasını ve hayal etmemeyi öğretmişti. Hemen elini başına siper edip hanın ismine bakmaya çalıştı. Eskimiş, dökülmüş ve iplerinden biri koptuğu için aşağı doğru sallanan dikdörtgen tabelada gördüğü şey yarım yamalaktı ama yinede ''Buzgeçen Hanı'' diye okuyabildi. Hana doğru attığı her adımda bastığı yerde karların çıtırdama sesini duyuyordu ve kilometreler süren yolculuğun sonunda sıcak bir yer bulmasıyla her adımında bir sıçrıyordu.Kapının, küflü bir demirden kulpu, en az tepesinde duran tabelanın odunları kadar eski odunları vardı ve kapının bazı yerleri kırıldığı için içerideki ışık, kapının deliklerinden dışarıya yansıyordu. Kyra, elini cebinden çıkartıp titreye titreye sabırsızca kapıyı ittirdi. Kapının gıcırtısı içerideki herkese duyuldu ve Kyra, hiç beklemeden içeri girdi. Yaklaşık 5 metre uzağında yarı çıplak bir kadın, kırmızı, yeşil sarkık giysileriyle, yüzünü kapatan siyah şalıyla ve ellerindeki kumaş, beyaz eldivenlerle yuvarlak, küçük sahnesinde sakin ve yavaş şarkılar söylüyor ve bir oraya bir buraya sıçrayarak handakileri eğlendiriyordu, ya da birkaç kişiyi... Yüzü soluk, beyaz ve uzun saçlı kadın her, bir yere sıçrayışında ayaklarının altındaki eskimiş tahtalardan toz çıkıyor ve çıkan gıcırtı kadının ince ve rahatsız edici sesini gizliyordu. Kadın, kırmızı ve topuklu ayakkabılarını çıkarıp sahnenin en önüne koydu ve dans etmeye devam etti. Kyra kafasını soluna çevirip hanın sol tarafındaki adamları inceler gibi bakışlar atmaya başladı. Çok bakmak istemiyordu çünkü içlerinden biri sorun çıkartabilirdi ve bu Kyra'nın isteyeceği en son şey olurdu. 3 masa vardı ve kapıya en yakın olanına 3 kişi oturmuştu. Adamlardan ikisinin ince ve eski püskü pardösüsü, kısa saçları, kahverengi parıldayan botları vardı. ''Büyük ihtimalle birilerinden çalmışlardır'' diye düşündü Kyra gerçek deriden yapılmış botları görünce. Adamlardan en iri ve şişman olanı neredeyse sandalyeye sığmıyordu. Küçük, kahverengi tahta sandalye neredeyse kırılacak gibi görünüyordu. Zincir zırhının üstüne giydiği siyah, uzun ve cepsiz paltosu sandalyenin yanlarından ve arkasından sarkıyordu. Kyra adamların görüş açısından çıkacak kadar yürüdükten sonra durup sağ tarafına baktı ve tek başına oturan adamı gördü. Yüzünü kapüşonuyla gizlemişti ama yine de Kyra anlamıştı adamın erkek olduğunu. Yepyeni, kahverengi ve deri pantolonu adamı çok karizmatik gösteriyordu. Adamın bacakları dışında her yerini kaplayan ve sandalyeden aşağıya sallanan siyah, uzun cübbeden ne giydiğini pek anlayamamıştı ama paltonun yırtıklarından ve aralarından parlayan çelik görülebiliyordu. Hanın geri kalanı boş masalar ve boş sandalyelerle dolu idi. Kyra yürümeye devam ederken mekana meraklı, büyük gözlerle bakıyor ve her detayına kadar inceliyordu. Hanın tahta çatısından yer yer kuru tozlar dökülüyor ve Kyra'nın gözünün ucundan iniyordu. Han, her masanın ortasına konulmuş küçük mumlar ve duvarlara asılmış büyük mumlarla parıldıyor ve hayat buluyordu. Kyra şimdiden buranın çok ilginç bir yer olduğunu anlamış ve her an tetikte olmak için elini tahta asasına koymuştu bile. Etrafa son bir kez ve hızlıca baktı. Dikkatini topladı, ciddiyetini takındı ve tehlikeli gözükmek istermişcesine sert adımlar atarak yarım yuvarlak ve köşeleri duvara bağlanmış barın arkasında, arkası dönük şişeleri düzenleyen barmenin yanına kadar gitti. Koca bir bira varili kadar şişman olan, ensesinden terler akan ve kan pembesi, siyah düğmeli bir gömleğe bürünmüş; altına deri, motifsiz ve kahverengi pantolon giyen barmen, kırmızı, sarı ve yeşil cam şişeleri tahtadan yapılmış eski rafa kaldırıyor, düzenliyor ve bazılarını yanında duran küçük, çelik çöp kutusuna atıyordu. Bar, beyaz meşe ağacından yapılmış ve yarım yuvarlağın bir köşesinden beyaz ağacın gövdesi tavana doğru yükseliyor, diğer köşesinde de aynı şey oluyordu. Düz, üzerinde bardaklar ve tabaklardan başka bir şey olmayan bar masasında kimse oturmuyordu ve Kyra böyle şeylerden korkmaya başlamıştı artık. Kyra'ya göre bir yer terkedilmişse ya da bir şey kullanılmıyorsa oralar korkunçtu, tehlikeliydi ve uzak durulmalıydı. Sürekli aklına ne kadar aptal olduğunu getirip, Pembe Kale'den hiçbir şey almadan, hazırlanmadan ve amacını belirlemeden öylece kaçıp gittiği için pişmanlık duyuyordu. Mekan her ne kadar eski ve bakımsız da olsa Kyra'yı bir şekilde büyüsüyle etkilemişti ve tek yaptığı orada öylece dikilip barmeni ve barı izlemekti. Bir süre sonra ikisini de görmeyip sadece düşüncelerini görmeye başladı. ''Hey küçük kız,'' Ses inceydi ve zarifti. Kyra, kulağına gelen sesle irkildi ve küçük bir korku sesi çıkardı. ''Ne dikilip duruyorsun ? Otur veya git, ya da gel bana yardımcılık et.'' Kyra dalgın olduğundan ve biraz da korktuğundan soruyu tam algılayamadı ve adama tekrar söylettirdi ''Heey ! Sana diyorum, kulakların var mı ki senin ? '' Adamın sesi alay eder gibiydi ve biraz da neşeliydi. Kyra hemen karşılık verdi ''Evet var, ne demiştiniz ? '' Adam sıkılmış ve bıkmış gibi sesli bir nefes aldı, belli ki tekrar etmekten bıkmıştı. ''Otur hadi otur, bir şey dediğim yok''. Kyra, denileni yapıp itaatkar bir tavırla yuvarlak, yüksek, tahta ve yere sabitli tabureye yavaşça, acele etmeden oturdu. ''Ee, Buzçeken Hanı'nı nasıl buldun bakalım, anlat.'' Dedi küçük burunlu, ağızlı ve küçük gözlü hancı. ''Bu arada adım Kalem Pol,'' Diye devam etti. ''Çok zayıf olduğumdan bana ''Kalem'' lakabını taktılar, bilirsin.'' Hancı sesini çok yükseltmeden güldü. Kyra, Kalem Pol'ın esprisini komik bulmamıştı ama ayıp olmaması için güldü, en azından çalıştı. Kyra, sebebini bilmediği bir şekilde çok gergindi. Etrafına ölü gözlerle bakıyor, ağzı açık duruyor ve konuşulanı geç algılıyordu. ''Kendine gel Kyra'' Dedi kafasının içindeki acı, sivri ve fısıltılı sesler. ''KYRA !''. Kyra, çalkalanıp kendine geldi ve denilenleri hatırlamak için hafızasını zorladı, hatırlamak ister gibi gözlerini sertçe kapadı. ''Buzçeken Hanı mı ? Tabelada Buzgeçen yazıyor, neden ? '' Diye sordu. Pol bu sefer daha sesli güldü. ''Kızım senin kulaklarının duymadığı gibi gözlerin de çalışmıyor sanırım. O tabelada tam olarak Buzçeken Hanı yazıyor.''. ''Ben onun kızı değilim'' Diye geçirdi içinden Kyra. ''Neyse ne, tamam.'' Pol'ün diğer sorusunu hatırladı. ''Anlatayım'' Diye başladı Kyra konuşmaya. Daha rahat bir pozisyon aldı ve ağzını konuşmak üzere açtı. Omzuna aniden gelen ve dışarıdan daha soğuk bir elin tamamı değince korkuyla irkilip, korkuyla yerinden sıçradı. Güvende hissetmediği için ve 3 kişi oturan adamlardan korktuğu için karşısındakini görmeden refleksle asasını sırtından çekip, ayağını arkaya attı ve adamı incelemeye başladı. Ensesinde geniş, siyah bir kapüşon vardı ve parlayan, deri kahverengi pantalonunun bel kısmından uzun ve geniş bir kılıç sallanıyordu. Kyra, gelenin 3 kişiden biri olmadığını görünce sevindi ve pozisyonunu rahatlattı. ''Korkmana gerek yok Kyra, sana asla zarar vermem.'' Dedi siyah, uzun paltolu adam. Sesinde özgürlük ve zariflik vardı. Siyah ve uzun kirpikleri her göz kırpışında sallanıyordu sanki. Büyük gözleri, büyük siyah göz bebeklerinin siyahlığı ve gözünün altına sürdüğü siyah boya yüzünden Kyra nereye bakması gerektiğini anlayamıyordu bile. Sivri burnunun ucu soğuktan kızarmıştı ve ne küçük, ne büyük olan ağzından çıkan soğuk hava, havaya karışıyordu. Adam çok iri yapılıydı ve büyük omuzlarıyla Kyra'nın kapıyı görmesini engelliyordu. Kyra, ''Sana asla zarar vermem'' kısmını duymamıştı bile. ''Kyra mı ?'' diye fısıldadı kendine Kyra ve kafasını merakla adama kaldırdı. ''Adımı nerden biliyorsun!'' Diye kükredi tehditkar sesiyle. Hancı korkup barın arkasına doğru eğildi ve kendini gizledi. Kalem Pol'ün korkudan gelen nefes alış seslerini duyuyordu Kyra. ''Beni hiç görmedin mi ? '' Diye sordu adam şaşırarak; ama şaşırmasıyla şaşırmasının bitmesi bir oldu. Kyra'nın dibine doğru korkusuzca yürüdü ve aralarında 10 cm kadar vardı. Kyra'ya, Kyra'nın tepesinden bakarken Kyra çok küçük hissetti ve istemeden asasını indirmişti bile. Adamın kalp atışını bile duyuyordu, hiç bu kadar hızlı atan bir kalp işitmemişti. ''Ben Pembe Kale'de öncü birlik askeriyim, nereden bileceksin ki zaten.'' Sesinde hüzün ve küçümseme vardı. Kyra dehşete düştü; göz bebekleri büyüdü, ağzı kocaman açıldı ve korkuyla geriye doğru sıçradı. ''Uzaklaş buradan, uzaklaş. Yoksa seni kargalara yem ederim.'' Adam sesli sesli güldü. ''Bol şans'' Dedi, sesinde büyük bir küçümseme vardı ve bu Kyra'yı korkuttu. ''Lakin korkma ki seni incitmem, seni kanatmam, öldürmem. Sana yardım ederim, korurum.'' Dedi ve ''Hatta istersen babandan bile'' Diye fısıldadı. Parlak kılıcını kınından çıkarttı. Kılıç, handaki bütün meşalelerden ve mumlardan daha parlaktı. Han iki katı parladı ve herkesin kafası kılıca döndü. Uzun ve geniş kılıcın kınındaki yılan oyması ve yılanın tam gövdesine giren çok küçük kılıç oyması çok görkemli görünüyordu. Kyra'nın hiç görmediği bir çelikten yapılmıştı kılıç, belki de asla göremeyeceği. Geceleri Kyra'nın camının tam karşısında çok büyük parlamaları olan yıldızın kalbinden yapılmıştı sanki. Adam birkaç adım geri attı ve kılıcını Kyra'nın gözünün dibine kadar uzattı. Kılıç, tekrar parladı ve Kyra, kılıç gözlerinin tam ucundayken daha iyi görebiliyordu keskinliğini. Kılıcını geri çekti, tek dizinin üstüne çöktü ve kılıcını yere sapladı. Kılıç yay gibi titredi. ''Leydi Kyra,'' Dedi asker. Sesinde ciddiyet vardı. ''Şimdiki hayatım, geçmişteki ve gelecekteki hayatım size ait. Siz ye derseniz yerim, savaş derseniz savaşırım.'' Dedi sert sesiyle, ''İsterseniz'' diye ekledi fısıldayarak. Kyra, ihanet bekliyordu adamdan, ölüm ve acımasızlık. Ama adamın Kyra'ya verdiği his huzur ve tatlı bir sıcaklıktı. Şaşırması mı gerekirdi böyle bir teklif karşısında ? ''Hayır'' dedi kendine, yollar ona öğretmişti şaşırmamayı. Göz bebeklerini küçülttü, duruşunu düzeltti ve yüzüne tatlı bir gülüş yerleştirdi ''İsterim'' Dedi sonra, sert sesiyle.
Adamın önceden oturduğu masada otururken bazı şeylerin daha iyiye gittiğini farketti Kyra, mutluydu. ''Adınızı hiç sormadım sör, söyler miydiniz ?'' Kyra olabildiğine kibar ve resmi konuşmak için elinden geleni yaptı. Adam, oturuşunu düzeltti, elindeki, içi kırmızı şarap dolu çelik ve çentikli, büyük bardağı, önündeki yuvarlak, tahta masaya koydu. ''Adım,'' diye başladı konuşmaya, boğazında kalan şarap yüzünden yutkunmak zorunda kalmadan önce. ''Adım Symeon,'' Dedi, ''Symeon Knover''. Kyra ismi hatırlamaya çalıştı, bildiği bütün insanları gözünün önünden geçirdi ama hatırlayamadı hiçbir şey. ''Memnun oldum,'' Diye sessizce konuştu Kyra zariflikle. ''Güzel bir isminiz var.'' Her zaman kibar olmuştu Kyra tanımadığı insanlara karşı, samimiyet sağlamak için elinden geleni yaparak. Asker utançla kafasını aşağı eğip, teşekkür edercesine kafasını yavaşça salladı ve bardağın soğukluğuna ve şarabın tadına baktı. Uzunca bir süre konuşmadılar birbirleriyle. Yanı başlarında duran meşaleler çatırdadı, rüzgar kapıyı sertçe açtı kapadı ve Kyra'nın içi, dışı ve elleri ısınmaya başladı. ''Ne düşünüyordunuz,'' Diye bozdu Symeon Knover sessizliği, sesinde merak vardı. ''Babanızın sıcak, büyük ve içinde sizin için çalışan hizmetçileri olan görkemli kalesinden kaçıp soğuk ve tekinsiz yollara düşmeden önce ne düşünüyordunuz ?'' Kyra böyle bir soru beklemiyordu, ani ve acı olmuştu. ''Bilmiyorum,'' Dedi kyra, sesi titredi. Üzülmüştü, hüzünlüydü ve pişmandı. Ama sonra üzüntüsü yok oldu, hüznü ve pişmanlığı da nefrete dönüştü. ''Babam beni istemediğim biriyle evlendirirken ne düşünüyordu sence?'' Sesi acımasızdı ve kırıcıydı. Öfkesine hakim olamıyor ve içindekileri, masumca karşısında oturan değersiz asker Symeon'a vuruyordu. ''Her gün istemediğim birinin yatağına girmek, pis ağız kokusunu içime çekmek ve kendime ait hissetmediğim çocuklarla oyun oynamak hoşuma gider miydi sence ? Ben kaçmayı istemedim Symeon, ben soğuğu da istemedim, her zaman sıcağı ve ışığı sevdim. Büyüdükten sonra evlenmek istediğim pürüzsüz yüzlü, altın bir koca istedim ben çocukluğumdan beri; pis, bakımsız ve duyguları olmayan bi' adam değil !'' Symeon sorduğu sorudan ötürü bin pişman duruyordu, beli dik ve gururlu dururken, eğilmişti Kyra'nın sözleri karşısında, iyice çökmeye başlamıştı. Kyra hala görmemişti adamın yüzünü, gözünün önünde babası ve ona destek çıkan insanlar vardı. ''Hele bu yaşımda evlendirilmek ?'' Diye sordu Kyra, sinirle ve ağlamaklı sesiyle. Pişman asker cevap vermedi, sadece gözlerini aşağıda tuttu ve ''Affedin Leydim.'' Dedi, sesi masum, ürkek ve sessiz çıkmıştı. Kyra, hızlı, derin ve sert nefesler alırken Symeon'u gördü, masum Symeon'u. O bir şey yapmamıştı oysa ki, haberi bile yoktu belli ki olanlardan. Kyra'nın içi pişmanlıkla doldu, kendini berbat hissetti ve özür dilemek için ne diyeceğini bile bilmiyordu. ''Symeon,'' Dedi Kyra pişmanlıkla, orada öylece, masumca ve olaylardan habersiz oturan askere öyle çok kızmış ve şaşırmıştı ki o sözleri sarf ederken, adını bile söyleyemiyordu. Symeon Knover kafasını kaldırdı ve Kyra'nın ağlayan gözlerine baktı. ''Sorun değil Leydim,'' Dedi Symeon, sesi öyle zarifti ki Kyra, Symeon'un onu affettiğini sandı. ''Son birkaç hafta sizin için oldukça zordu, özellikle 15 yaşındaki bir kız için... Lakin bu sizin hatanız değil, yollar sizi incitti ve en çok da babanız. Sinirinizi aptal ve düşüncesiz bir sorudan çıkartmanız gayet normal bir şey.'' Kyra'nın içine sıcak sular serpilmişti ve Symeon sadece rahatlatıcı sesini kullanarak Kyra'yı teselli etmişti ve sözleriyle omzunu sıvaslıyordu. ''Beni,'' Diye devam etti Symeon. ''Aptal bir soru soran beni bağışlar mıydınız ?'' Kyra hemen, hiç durmadan cevap verdi ''Tabiki ederim, siz de beni affedin lütfen, sinir gözlerimi köreltti ve öfke ağzıma hükmetti.'' Symeon ayağa kalktı, bardağını Kyra'nın bardağıyla kavuşturup yerine oturdu.