I. Tesir

65 9 7
                                    


Onu, ilçenin girişindeki tepede bulunan mezarlığa defnetmiştik. Evin penceresinden mezarlığın olduğu tepe gözüküyordu. Artık her gün o tepeyi seyretmek, yemek yemek, su içmek gibi zaruri bir ihtiyaçtı benim için. Naaşını mezarlığa indirirken, zihnimde onu ve hatırasını hep canlı tutacağıma dair söz vermiştim kendi kendime. O sıralar, hayat hiç devam etmeyecekmiş gibi geliyordu bana. Sanki onunla beraber ben de ölmüştüm. Ama öyle olmadı, bir süre sonra alıştım. Kaldığı yerden devam ediyordu hayatım.

Bir sene kadar geçmişti. Pencerenin başına oturdum, keyifli anlarım için sakladığım bir şişe şarabım vardı, onu açtım. İçmeye başladım. Kafamda bir çok soru... O sırada kapı çalındı. Kapıyı açtım. Elinde iki kutu tutan genç bir adam. Kim olduğunu anlayamadım. Dalgındım. Ne zaman onu düşünsem, gerçekliği algılamam zaman alıyordu. Pideci! Elinde iki pide kutusu. Kutunun deliklerinden yüzüme vuran, pidenin sıcak buharı beni kendime getirmişti. Pidenin kokusunu alıyordum. "Taylan sen misin?" diye sordu. Rahat tavrı kaba gibi gözükse de, bana samimi gelmişti. "Evet" dedim. Kapıyı eliyle iterek içeri girdi. Elinde ki kutuları masanın üstüne koydu. Ardından etrafı süzdü, tanıdık bir yere uzun bir zaman sonra tekrar gelmiş gibi bir hali vardı. Oturduğum koltuğun karşısındaki koltuğa yöneldi. Ben neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. O ise ben yokmuşum gibi davranıyordu. Her zaman yaptığı bir şeymiş gibi gidip koltuğa kuruldu. "Üstteki kutu kuşbaşı kaşarlı. Sen seversin" dedi. Kendine bir bardak şarap doldurdu ve içmeye başladı. "Eyvallah!" Şaşkındım. Üstteki kutuyu alıp koltuğuma oturdum. Kutuyu açıp, pideyi yemeye başladım. Pencereden mezarlığa doğru baktı. "Mezarlığın deniz manzarası var ama göremiyorum." dedi. Gülmeye başladı. Bir süre sonra kahkaha attı. Ben de ona katılıp kahkaha atmaya başladım. Gülerken yediğim lokmaları etrafa saçıyordum. "Buradan ise mezarlık gözüküyor sadece." diye onayladım onu. Bir süre tereddüt ettikten sonra, içimi kemiren o soruyu sordum. "Sen misin?" ... Yüzüme baktı... Beni incitmek istemeyen bir hali vardı... Gülümseyerek onayladı.

O an vücudumun her yanının titrediğini hissettim. Birden ayağa fırladım. Bu oydu. Babam... Bir sene önce ansızın ölmüştü. O öldüğünden beri daha bir samimiydik sanki. Yaşadığı zamanlar ulaşılabilir olması, onu bu kadar derin düşünmeme sebep olmazdı. Ama öldüğünden beri her anımı ona adayarak yaşıyordum adeta. Bir film gibi... Müzik başlar... Jenerik akmaktadır. Siyah ekran üzerine ''Babamın anısına...'' yazar ve sahne açılır. Her güne böyle başlıyordum.

''Rahatla biraz.'' dedi. ''Otur istersen.'' Kendimi koltuğa bıraktım. Ona sormak istediğim o kadar çok şey vardı ki, onunla paylaşmak istediğim. Nereden başlayacağımı bilemedim. Öylece susuvermiştim karşısında.

Hiç ölümü bu kadar yakından tatbik ettiğiniz oldu mu? Ölümü bu kadar derin düşündüğünüz? Çıldıracak gibi oluyorsunuz. Sonra bir şey oluyor. Ne olduğuna vasıl olamadığım bir şey. Yaşıyordu diyorsunuz. Dün, geçen hafta, geçen sene. En son şunu konuşmuştuk falan... Sonra öldüğü anı düşünüyorsunuz. Gasilhane... Buz gibi... Yeni yıkanmış cansız bir beden. Gülümser bir halde. Her ölü gülümser biraz, bir parça bez yardımıyla. İşte o an aklını kaçıracak gibi oluyor insan. İşte o an tam uçurumdan düşecekken bir şeylere tutunup kendini gerisin geriye fırlatır gibi bir şey oluyor. Anlıyorsun ölümü, barışıyorsun onunla.

Zaman zamanda içine Epikür kaçmış gibi oluyor. '' Ölümden korkmak bilge kişi için anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.'' diye sarılıyorsun felsefeye.

Ayağa kalkmak istedim, belki de ona sarılmak. Kalktığım an başım dönmeye başladı. Pideci, yani babam beni tutmak için ayağa fırladı ama çoktan serilmiştim yere. Midem öyle bulanıyordu ki. ''İyi misin?'' Bunu o sordu sanırım. Yani babam. Cevap verecek gücüm kalmamıştı. En son beni lavaboya taşımaya çalıştığını hatırlıyorum.

KUSUŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin