"lavantalar da seni bekledi."

6.8K 589 386
                                    

“Gözlerinin güzelliğine, ruhumun sızısını bıraktım.”

Sakin bir yaşantıyla geçmiş hayatımın, dövmeci olarak nasıl bir ilerleme kaydetmiş oluşunu ben dahil, aile üyelerimden kimse anlamamış olup, beni kendi hayatımla başbaşa bırakışlarının bir çeşit figüranı olmuş idim. Elime tutuşturulan bir tomar paraya eşlik eden bir de valiz; annemin yanağıma bıraktığı öpücüğe ve babamın ise ağzından daha önce hiç duymadığım küfürlerine şahit olmuştu yakın zamanda.

Gençlik yıllarımın ortasında bir heves ettim, dövmeci oldum ucundan, nereden bileyim beni evden kovma raddesine gelebilecek bir ailem olduğunu? Kabul etmeyişleri değil de, beni evden kovuşları fazla ağır bir yüktü. Onlara bedavadan dövme yapabileceğimi söylemeseydim belki de bu kadar sinirli olmazlardı kim bilir?

"Evet parasını peşin vereceğim Bay Jung, dükkan oldukça hoş duruyor, hemen yerleşip işime başlamak istiyorum." etraftaki çiçeklerin yapraklarıyla oynarken, bir yandan da dükkan sahibi Bay Jung'la kontrat imzalamak için konuşuyordum. Şu anlık çiçeklerle süslenmiş -çünkü Bay Jung çiçekçiydi- olan dükkanının yarına birkaç temizlik ve düzenleme ile çalışabileceğim bir iş ortamına dönüştürebileceğimden şüphem yoktu. Zaten Bay Jung da gitmeye pek hevesliymişçesine bana kağıtları uzatıp duruyordu, ben de göz atıp imzalıyor ve bir yandan da nereye ne koyarım diye düşünmeden edemiyordum. Babamın elime tutuşturduğu para aslında bana yetmemişti fakat ben motosiklet alma hayallerim için biriktirdiğim paranın birazını da katmış, şehrin ortasında bir dövmeci açmıştım.

Bay Jung anlaşmamızdan iki gün sonra kadar her ne kadar eşyası varsa toplamış ve sadece kapının önünde duran lavantalarla boş dükkanı yeni doğmuş bir bebek gibi bana bırakmıştı. Temizlik masrafları, dövme yapabilmek için malzemeler vb. her şeyin masrafları kapağını açık unuttuğum cüzdanımdan uçup gitmişti haliyle. Olsun diyordum kendimi teselli etmek için, yeniden biriktirirsin sen Taehyung. Biriktirirdim elbette ama ne zaman olur, nasıl olur bilemiyor, bilmek de istemiyordum. Sadece akışına bırakmak en iyisiydi, bende siftahımı kendimden yana kullanıp, ilk dövmemi yaptım. Topuklarımın üstü, ayaklarımın dışa bakan tarafına, bileğimin de hemen altında bulunan et parçasının üzerine bir güneş, bir de ay yaptım. Güneş ve ay birbirlerinden ayrılamaz derler ya, ben de onları ayıramadım.

Hoş bir görüntü silsilesi oluşmuşçasına ayaklarımın üzerinde, kendi masamın üzerinden kalkıp biraz kapının önüne çıktım. Buram buram lavanta kokusu burnuma dolarken derin bir nefes çektim içime, içeriden bir sürahi su alıp suladım güzelim çiçekleri. Çok geçmedi bir genç yanaştı dükkana, bende sevinçliyim, 'işte ilk müşterim' diyen içim kıpır kıpır, sönmüş tüm hayallerim yine karşımda gelen genci izliyoruz.

Heyecanla tuttum kendimi, genç elindeki sopayı yere sürttüre sürttüre tam dükkanımın önüne geldi, işte o an fark ettim göremediğini. Kuzguni saçlarına güneş vuran güzel çocuk biraz daha ilerledi yanıma, lavanta kokan dükkanım, onun güzelliğini kıskanır oldu, ben de kirpiklerine vuran güneşi. Bana 'Bay Jung' diye seslenirken, sesini dinler oldum, önde bir yamuk dişi var, dudaklarına değer olmuş, yanaklarım kızardı utancımdan. Beni tanımaz etmez, ne derim ona diye düşünürken boğazımı temizledim hafiften, kaşlarının çatılışını, düz çizgi halini alan dudaklarını izledim.

"Ben Bay Jung değilim." dedim korkuyla, değildim ya, keşke olsaymışım dedim içimden, bu güzel çocuk Bay Jung'u seviyor olmalı, beni de severdi ya.  Açtı dudaklarını, yumuşattı kaşlarını, sonra sesini yine duydum. Bay Jung'u sordu bana, ben de gitti dedim. Demez olaymışım, üzüldü çok.

"Ama lavanta kokuyor, hâlâ çiçekçi değil midir burası?" başımı hayır anlamında sallamışlığım, kendi başımın dönüşündendi. Saçma olarak nitelendirdiğim bu hareket sonucu kendime küfrettim. "Hayır," dedim nazik çıkan sesimle "Burası artık bir dövmeci."

"Ben lavanta almak için gelmiştim, o zaman gitme vakti." güzel çocuk dudak bükerek yanımdan uzaklaştığında, içimi bir korku kaplayıverdi. Ya bir daha onu göremezsem diye çok korktum. Alelacele durdurmak adına seslendim ona: "Hey güzel çocuk! Bekle!" duraksadı ve bana döndü.

Görmüyordu ama nerede olduğumu kestirebiliyordu büyük ihtimalle. Koştur koştur vardım yanına, biraz nefes aldım, ona, onun güzelliğine baktım. "Bir daha gel," dedim sesimin acizliğini umursamazken "Lavantalar seni bekler, lütfen bir daha gel." burnumun ucu sızladı, ceketimin ucu sanki tutuşmuş da alevler içinde kalmışım gibi bir his içimi kapladı, güzel çocuk güldü. Sonra da gitti. Bir cevap alamayışıma üzülürken bir umutla lavantaları dükkanın önünden hiç kaldırmadım. Her gün onun gelmesini bekledim. İçimdeki korku büyüdü, dakikalar saatleri, saatler günleri kovaladı, dükkanıma hiç uğramadı. Solmasın diye uğraş verdiğim lavantalar bile ona küsmüştü sanki. Verdiğim suyu içer ama kokmaz olmuşlardı. Yine bir gün onu beklerken umutsuzlukla, oturdum lavantalarla dertleştim. Onlara ailemi anlattım, sevişlerini, kovuşlarını anlattım. Hayallerimi anlattım, bir motosiklet isterim dedim, güzel olsun, hoş olsun seveyim onu çokça dedim. Lavantalar bana olmaz öyle şey dediler. Sen güzel ve hoş bir motosikleti değil, güzel çocuğu çokça seveceksin. Ben kendi derdime derman bulamamışken, güzel çocuk omzuma dokundu hafiften.

"Ben lavanta almak için gelmiştim."

Nasıl kalkmışım bilmem o an ayağa, kafamı vurdum, acıdı çok. Endişeli sesini işittim. Benim için endişeleniyor oluşu bile güzeldi. Belki bir gün avcunu öptürürdü bana. Şu elindeki sopayı da kıskanır olmuşum, bilmezdim haliyle. "İyiyim iyiyim sorun yok." dedim gülümseyerek, göremezdi ya belli ki sesimin rahatlığına gülümsedi. Yine kıpır kıpır olan içime sus diye fısıldadım. Güzel çocuğu görünce fazla konuşur olmuş haberi yok.

"Lavantalar da seni bekledi, özlediler çok." kıkırtılarını, güldükçe sarsılan omuzlarını, bir de burnunu izledim. Gelir diye çok beklemişim, izlemezsem lavantalarım çok kızar bana, içeri davet ettim onu. Yol göstermek amacıyla kolunu tutsam mı bilemedim, elim havada kaldı, yanında duraksadım.

"Yardım etmek için çekinme," dedi bana "Zira yardıma ihtiyacım var, söylerken utanırım." tuttum yavaşça kolundan oturttum masamın yanındaki sandalyeye. Elindeki sopayla uğraşır durur, bir bakış atmışım sopaya; sopa korkup kaçmak istermişçesine düşmüştü ellerinden güzel çocuğun.

"Adın nedir?" diye sormadan edemedim, ona güzel çocuk diye hitap etmek iyiydi, hoştu ama ismini de bilmek isterdim.

"Jimin," dedi gülümseyerek, belli ki hava çok sıcaktı, yanaklarım yine kızarmış. "Peki senin adın ne?"

"Taehyung," dedim elim ayağıma dolaşırken "Adım Taehyung."


sun and moon √Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin