Bak ağlıyor güneş, ışığı olmuş kalbinin güzelliğine.
※
Sabahın ilk ışıklarına eşlik eden, şehrin gürültüsü, köpek uluyuşları ve kedilerin mırlaması oldukça kötü gelse bile kulağa, bir kere aşina olmuşum ya, artık eskisi kadar rahatsız etmiyordu beni. Buraya geldim geleli tam 3 ay olmuş takvimden baktığım kadarıyla, Jimin'le geçirdiğim tam 3 ay. Ama hâlâ bilmem nerede yaşadığını, yanımdan gittikten sonra neler yaptığını; anlatmaz bana, kaçtır soruyorum ama anlatmıyor, söylemiyor.
Sadece annesini anlattı kısadan, çok güzel bir kadın olduğunu söyledi; göremem belki ama o çok güzel ben bilirim dedi. İnandım ona, onun peltekleştirerek söylediği her kelimeye, yamuk dişine çarpan dilinin çıkardığı her sese inandım. Annesiyle tanışmayı çok da istedim ama bana hazır olmadığımı söyledi, beni daha çok tanımak istiyormuş, "Buyur tanı; ben seninim." dediğimde ise çok gülmüştü. Olmazmış öyle, aşık olmadan olmazmış, ama ben "Söyleyemem utanırım ki!" dedim, "Eğer çok seversen utanç kalmaz ki!" dedi. "Böyle dilin ağzına dolanır ama yine de söylermişsin sevdiğini, annem öyle derdi." dedi utançla. Sonra yanağını öptürdü bir kere, çok değil küçücük öptüm onu, lavantaların gülüşlerini duydum kapı arkasından, nasıl da güldüler bana, hep aptal diyorlardı, ne aptalı diyemedim hiç. Jimin'i de çok severler, aptal derler bana.
"Affedersiniz bayım?" kapının önünde bana masum masum bakan küçük bir kız çocuğuydu seslenen, masamdan kalkarak küçüğün yanına gelip, dizlerimin üzerine eğildikten sonra küçük kızla boylarımızı eşitledim. "Sana nasıl yardımcı olabilirim küçüğüm?" diye sordum küçük kızın şapkasını ellerimle düzeltirken, küçük kıkırdadı ve "Bunlar," dedi lavantalarımı gösterirken "Bu güzel çiçekler satılık mı?"
Küçüğe başımı olumsuz anlamda sallayıp, burukça gülümsediğimde dudak büzdü ve dolu gözleriyle bir bana, bir de lavantalara baktı. Lavantalar yine başladı konuşmaya, fısıldaşır dururlar, istemezler satılmak.
"Taehyung?" küçük kızın arkasından yaklaşan, dillere dökemediğim adam geldi yanımıza usulca, "Taehyung?" dedi bir kez daha, adım ne güzel de yakışıyor diline diyemedim. "Kiminle konuşuyorsun?" küçük kızın önünde ayağa kalktığımda, tuttum Jimin'in kolundan, çektim kendime. Küçük kız bizi izlerken ona sarılmaktan utanmadım, onun siyah saçlarını öperken utanmadım ama tam dilimin ucuna geldi sevdiğim, utandım söyleyemedim.
"Küçük bir kız lavantalarımızdan istiyormuş." dedim Jimin'i yanıma doğru ilerletirken, küçük kız tam önümüzde kalmıştı şimdi. "Bana bir lavanta verebilir misin Taehyung?" dedi mızmızlanır bir şekilde, uzandım bir lavanta aldım elime, onun tombul parmakları arasına yerleştirdim. "Bana minik kızın nerede olduğunu söyler misin?"
"Tam önünde, eğilirsen yetişirsin onun boyuna." küçük bir kıkırtı bıraktı yanımda, eğildi, küçük kızla boyunu eşitledi. "Al bakalım," dedi sevecen bir sesle "Al bu lavantayı, ona iyi bak olur mu küçüğüm?" küçük kız dolan gözlerini kırpıştırırken, sarıldı Jimin'e sıkı sıkı. Bilmem ne oldu, yanağını da öptü Jimin'in. Aldı elinden lavantayı, seke seke uzaklaştı yanımızdan.
"Gitti mi?" dedi Jimin, ayağa kalkarken "Evet," dedim gülümseyerek "Gitti çoktan." sonra mızmızlanır bir ses çıkardı eliyle kolumu bulurken "Neden ona lavanta vermedin?" diye sordu hesap sorarcasına, onunla birlikte içeri girdim ve kapıyı kapatırken "Çünkü onlar senin," diyebildim. "Senin iznin olmadan veremem ki." güldü ve onu arkaya götürürken koluma sıkı sıkıya tutundu. 3 ay dedim ya, 3 ay burada geçti. Ömrümün en güzel 3 ayı; küçük bir odada Jimin'le sarmaş dolaş geçti. Sopası ise kapı önünde bizi kıskanır dururdu. Ona dil çıkardığımı gören lavantalar da kahkahalar atarak izlerdi beni. Aptal diye düşmüşüm dillerine, eh aptal kaldım.
"Bugün yağmur yağacak gibi." dedi Jimin yatağıma otururken, tam arkasına oturdum ve bacaklarımın arasına yerleştirdiğim bedenin sırtını göğsüme, saçlarını çeneme yaslandırdım. Ellerim beline sıkıca sarılmışken, ellerini ellerimin üzerine yerleştirdi hafiften, sonra bir elimi elinin üzerine koydu, öptü.
"Ellerin kocaman Taehyung." dedi gülerken "Sığmıyor elime." sonra tuttu, parmaklarını parmaklarıma geçirdi. "Ama," dedi elimi sıkıca tutarken "Çok güzel uyum sağladılar birbirlerine." eğildim, boynunu öptüm en başta, çenemi omzuna yerleştirirken, ellerimize baktım. Lavantalar halt yemiş, ne güzeldi bizim ellerimiz öyle.
"Bugün yağmur yağacak gibi, seni evine bırakmamı ister misin?" dedim merakla, belki hazırımdır, götürür, tanıştırırdı annesiyle beni. O güzel kadını çok isterdim görmek.
"Olur," dedi gülerek "Bugün beni sen evime bırak." küçük bir sevinç kıkırtısı bıraktığımda, dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovalamış haberimiz yok, sarılmışız, öpüp, kokluyorum onu. Her gün daha fazla özler olmuşum onu fark ettim, ayrı kalamıyorum kokusundan, güzelliğinden, sesinden, sözlerinden, bir de kalbinden. O da bilir bunu, her gün daha erken gelmeye çalışır oldu artık. Yoruluyor bilirim, ama evini bilmediğimden hep beklerim. Bugün öğreneceğim evini işte, artık her gün ben alırım evinden onu, yorulmaz hiç.
"Saat kaç oldu Taehyung, eve gideyim artık." hava kararmaya yakındı, bir de yağmur yağıyordu. Onunla birlikte kalktım yataktan, hava soğuk duruyordu, ince giyinmişti. Bir hırka, bir de ceket giydirdim üzerine, şemsiye de aldık mı yanımıza gitmeye hazırdık şimdi.
Uzun uzun yol yürüdük, vardık küçük ama şirin bir eve. Dışı lacivertle mor arası bir renk, bahçesi sebzelerle dolu küçük bir ev. Bir kadın vardı tam bahçenin önünde, yağmurda şemsiyeyle etrafına endişeyle bakınıyordu ve kadının Jimin için endişelendiğini düşünmeden edemedim. Bizi gördüğünde koşa koşa yanımıza geldi. Ben inanırım dedim ya Jimin'in her dediğine, iyi ki de inanmışım, ne de güzeldi annesi Jimin'in. Bir kolu yokken, ne de güzel.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sun and moon √
Romanceöyle sevin, öyle sevin ki; avuçlarınız, lavantalardan; gözleriniz, bir çiçek bahçesinden daha güzel koksun for; @nisrocesta