Düşünecek

85 6 0
                                    

Mustafa Bey artık iyice yaşlanmıştı ve iş yerinde geçirdiği her saat, her dakika onun için katlanılamaz işkencelere dönüşüyordu. Zaten doktoru da artık bırakması gerektiğine dair imalarda bulunmuş hatta tatile gidebileceği yerler önerme küstahlığını dahi göstermişti. Hoş küstahlıktan bahis açıldı mı kendi oğlu dururken doktor kime neydi ki! Biraz oturaklı, efendi bir evladı olmuş olsa çoktan elini eteğini çekerdi işten, çoktan. Ama nerde?! Beyefendimiz varsa yoksa gezsin, gezmediği zamanlarda ancak ofise uğramaya tenezzül etsin… Tenezzül ettiği zamanlardaysa belki zaman bulabilir şirketteki hatunlar onu azad ederse. Ama diyoruz ya nerde!  

Bir yandan kendi kendine söyleniyor bir yandan da hazırlanıyordu Mustafa Kılıçarslan. “Arkamdan koskoca Leon Şirketler Grubunun yöneticisi, daha biricik oğluna söz geçiremiyor dedirtmem!” diye diye hizmetçinin kendisine tuttuğu paltoyu giydi, uzatılan evrak çantasını da aldı. Aynada şöyle bir kravatını çekiştirip biraz daha sıktıktan sonra kapıdan çıktı. Şoföre kendisini avukatının bürosuna götürmesini istedi. Adam’la konuşması gereken şeyler vardı. Will’in artık akıllanma zamanı gelmiş de geçiyordu ki bu konuda en yakın arkadaşının elbet akla yatkın bir fikri vardı.

Merdivenlerden hızlıca çıktı, daha doğrusu çıkmaya başladı ama yaşlılık emareleri kendini iyice göstermeye başlamıştı. Bir iki basamak denemeden nefes nefese kalmış, alnında minik ter damlaları belirmişti. Tepeye ulaştığında iç yeleğinin cebinden mendilini usulca çıkardı ve alnını sildi. Ardından cebinden saatini çıkartıp kontrol etti ve koridorun tam karşısındaki ofise adımını attı.

“Eh! 5 dakika erken geldin Mustafa.” Sözleriyle gülümsedi Adam ve kollarını kocaman açarak kucakladı dostunu. Mustafa’yla o, bu şirketi kurma kararı aldığı günlerden beri tanışıyorlardı. Bu büroyu açmasında da büyük yardımları dokunmuştu doğrusu. O yüzden onda yeri farklıydı.

“Telefonda sesin sıkıntılı geliyordu ihtiyar! Hayırdır? Yüzyüze konuşalım diye de tutturdun. Her şey hemencecik olsun diye mesajla bile iş bağlayan, anlaşma imzalayan sen; ne oldu da böyle ağırdan alır oldun?” diye konuya girdi Adam. Mustafa Beyin önce kaşları çatıldı. Kısa bir an Adam ona kızacağını sandı ama bir anda yumuşayıp kahkahayı bastı eski dostu. “Ne olacak yahu! Tam da senin söylediğin gibi ihtiyarın teki olduk işte! Bakma güldüğüme, buraya senin çok ciddi ve hassas bir konu hakkında fikrini almak için geldim. Aslına bakarsan o fikirler benim tek umudum.” Derken kahkahası giderek soldu Mustafa Beyin. Bu sözlerle de ciddileşen ortamda daha ağır ve katı bir tonla “Anlat bakalım.” diye söylendi Adam. “William. Tüm derdim o. Hatırlarsın, doğduğu gün nasıl da sevinmiş, ferahlamıştım oysa. Anasına ne hediyeler yağdırmıştım bana bir erkek evlat, bir varis verdiği için. Ama bugünün geleceğini o zamanlardan görmüş olsaydım vallahi yas ilan ederdim!”

“Dostum dur celallenme hele. Ne yaptı bu çocuk seni bu kadar kızdıracak?” diye sorulunca hepten tepesi attı Mustafa Beyin: “Ne mi yaptı? NE Mİ YAPTI! Hiçbir şey! İşte yaptığı tek şey bu. Kimseye yararı yok, kendine bile. Varsa yoksa gezmek, arabalar, kızlar. Aklına bir tek parası bittiğinde ya da yeni bir kredi kartı için iznim gerektiğinde geliyorum. İhtiyarladım artık Adam, yaşlı bunağın önde gideni olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum baksana. Onun akıllanıp durulması, işlerin dizginlerini eline alıp şirketi çekip çevirmeye başlaması gerekirken; her gün daha hayta her gün daha çılgın oluyor bu çocuk. Bıktım, düşünmekten de ona nasihat etmekten de bıktım. Zaten bir kulağından giren diğerinden çıkıyor. Şu en yakın arkadaşım dediği hergeleye bile zılgıt çektim bir ara, belki kulağına gidince utanır da uslanır diye ama… aması işte buradayım. Benim daha söyleyecek sözüm de bir şeyler yapacak gücüm de kalmadı. O kel kafa doktor bile beni alaya aldı bugün, ne zaman emekli olacakmışım da oğlum varmış boyum kadar da ben tatile gitseymişim de bilmem ne! Millet pintilikten varyemezlikten işlerin ucunu bırakmadığımı düşünüyor. Ah bir de işin aslını bilseler!”

Mustafa Bey içeri girdiğinden beri elinden bırakmadığı, öfkelendikçe parmaklarının boğumları beyazlayana kadar sıktığı mendilini alnına götürüp sildi. Sonra da otomatik bir hareketle kravatını düzeltti. Gözleri korkarak eski dostunun olduğu tarafa gidince, pencerenin pervazına yaslanmış, düşüncelere dalmış bir halde buldu onu. Olayı sadece dinleyerek bu kadar kırışıyorsa alnı kim bilir benim gibi içinde olsa ne hale gelir diye düşünmeden de edemedi doğrusu. Tam ağzını açıp konuşmasını isteyecekken kapı çalındı ve sekreter kızlardan biri kafasını içeri uzatarak “Bay Donald, toplantı saatiniz yaklaşıyor. Haber vermemi istemiştiniz.” dedi ve cevap verilmesini beklemeden çıktı. Adam da –görüyorsun ya işte- dercesine kaşlarını kaldırarak odanın içinde volta atmaya başladı.

“İşin zor kardeşim. Çok zor. Dizginlenemeyen bir delikanlı, önü alınmaz bir çığa benzer. Onu durdurmaya çalışanı kendine katıp alaşağı eder. Aslına bakarsan birçok dert gibi bunun çaresi de zaman olabilir. Her çığ, dağın eteklerine ulaşınca sona erer. Tabii senin durumunda zaman oldukça tasarruflu kullanılması gereken bir sermaye… hızlı bir çözüm lazım bize ve Will’in kendini aşağı attığı dağın uzunluğunu da kestirmek imkansız. Düşünüyorum. Düşüneceğim. Şöyle yapalım, ben bu işi etraflıca düşüneyim.” Dostunun kaşlarının çatıldığını fark edince hemen peşine ekledi: “merak etme zaman konusundaki hassasiyetini anlıyorum ve gerçekçi, yerinde buluyorum. Sana iki gün içerisinde döneceğim. Nasıl?”

Bay Kılıçarslan’ın kaşları hala çatıktı. İstemeye istemeye razı oldu bu görüşe ama kapıdan çıkarken duraksayıp geriye bakmadan konuştu: “Tamam Adam, kabul ediyorum. Ama zaman konusunda ne kadar hassas olduğumu anlamamışsın. Yarın öğlen yemeği için plan yapma, ikimiz için yer ayırtacağım. Düşünceni de o vakit duyarım!”

En yakın zamanda yeni bölümler atacağım (: lütfen vote-yorum yaparak bana destek olun... yorumlarınız daha da yazmam için beni fişekliyor ^_^ kendinize iyi bakın

Bir MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin