1

31 3 0
                                    

"Aşk dedi şair, kadının tüm varoluşudur."

Yüzüne bakıyordum. O da elinde dergisi ile bana bakıyordu. Yüzünde ki kırışıkları inceledim. Her kırışık anlatıyordu aslında; bu söz onu değil, geçmişini anlatıyordu. Doğruldum yerimden. Deliler Hastanesi olarak adlandırılan bu boktan yerde,
yüzünden gülümseme eksilmeyen herkesi çok seviyordum

Karşımda duran mor leylaklara baktım. Kokusu bütün salonu etkisi altına almıştı. Rengi herkesi deliye döndürmüştü(!) Eşsiz güzelliği gözlerimi kamaştırmıştı. Elime su şişesini aldım. Bir yandan aşık olduğum çiçeğe bakıyor, bir yandan da ona su veriyordum.

"Onlara su verme, duymuyor musun? Yeter diye bağırıyorlar." dedi. Füsun Hanım. Burada ki en sevdiğim insandı.

"Ah Füsun Hanım, her şeyin sesini işittiğiniz için size de deli diyorlar değil mi? Ama değilsiniz. Siz sadece... Fazla mükemmelsiniz."

Kaşları çatılmıştı, ortasında ki kırışıklar gölgelenmişti. Ve hızlı bir hareket ile saksıyı yere fırlatmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonra kaşları yavaş yavaş dal şeklini almıştı, gülümsüyordu

"Ve bu dünya mükemmel hiç bir şeyi haketmiyor."

Dünya sizi hak etmiyor Füsun Hanım.

Arkasında ki kocaman gölgesi ile ter etti salonu. Gölgesi kaybolana kadar izledim onu. En büyük kahramanımdı o benim. güzelliği, asilliği, kahkahası, her şeyden öte deliliği...

"Sende" diye bir ses duydum.

Kafamı çevirdiğimde kimse bana bakmıyordu. Neredeyse herkes kitap okuyordu. Yanlış duyduğumu düşünüp yürümeye devam ettim.

"Sende delisin." bu sefer kafamı çevirmedim. Gülümsedim. Çünkü bu kimse değildi. Bu benden başka kimse olamazdı.

"Evet Maria, bende deliyim."

Saat 16:54

17:01 Ayrılığımızın tam 789. günü olmasına sadece 7 dakika kalmıştı.

Ayakkabımın nerede olduğunun hiç bir önemi yoktu. Koşarak kapıdan çıktım. Hızıma dair hiç bir fikrim yoktu ama hızlı koştuğuma emindim. Birbirinden deli insanlar, bana deliymişim gibi bakıyorlardı.

İnsanlar aptal.

Herkes çok aptal.

Saate baktım.

Saat 17:00 dı

Sadece bir dakikam kalmıştı.

Nefes nefese koşmaya devam ettim. Bir dakika bile durmak, dinlenmek yok. O saatte orada olmak zorundaydım. Ve evet sadece 10 saniyelik kalan yola bakmıştım. Kolumda ki eskimiş çiçekli saatime bakarken fark etmiştim. 15 saniyem vardı. Adımların her geçen saniye hızlanıyordu.

Varmıştım.

Karşımda ki sahile baktım.

Gelmeyecek.Yine gelmeyecek, çünkü seni özlemiyor. Karşıda her zaman gittiğim tekel bayii vardı. Cebimde ise eskimiş bir cüzdan. Ağır hareketlerle çıkardım cüzdanı. Açtım ağzını. Karşımda onun fotoğrafı. Masmavi gözleri, ufak burnu, ve kocaman gamzesi. Yüzünde ki 6 tane beni... Canını yaktığına emin olduğum yara izleri. siyah gömleğinin içine giymiş olduğu boğazlı kazağı. Yağlı saçları.

Yağlı saçlarını düşünürken gülümsedim.

Bensiz banyo yapamadığını söylediği gün gelmişti aklıma.

Ah nasıl özlüyordum onu. Nasıl seviyordum onu.Öptüm fotoğrafı. Özenerek yerleştirdim tekrar.

Cüzdanım da 20 lira artı bir kaç bozukluk vardı. Tekel bayiine baktım. Söz vermiştim ona. Hayatımda içkiye değil ona bağımlı olacağıma söz vermiştim.

Evet ona bağımlıydım. Onsuz yapamıyordum. Ama artık o yoktu. Bağımlı olduğunuz bir şeyi bir anda bırakmak çok zordu oysa. Bir anda bırakmıştı beni.

Adımlarım tekel bayiisine doğru gidiyordu.

"Firkan ağabey"

Beyaz saçları ile Firkan Ağabey çıktı. Yorgundu. Gözleri bitik haldeydi. Ve gülümsemek için fazla yaşlıydı. Cüzdanımda ki son para olan yirmi lirayı ve saymaya üşendiğim demir paraları masanın üzerine bıraktım.

" Ne tutuyorsa usta. Bana ondan getir."

Parayı almadan gitti. O sırada fotoğrafı tekrar çıkarttım. Özür dilemem gerekiyordu ondan. Onun sözünü dinlemiyordum.Fotoğrafı okşadım sonra gamzesine gelince sabitledim elimi. Gamzesinden öpmemi ne çok severdi.Bir de gamzesinden öptüm. Zarar vermemeye çalışarak, özenle yerleştirdim fotoğrafı. Karşımda Firkan ağabey, elinde adını daha önce hiç duymadığım, ama pahalı olduğu her halinden belli olan bir şarap ile geldi. masaya bıraktı şarabı. Gözlerine baktım. O kadar yorgundu ki. Elini tutup bütün yorgunluklarını üstlenmek istedim. Geçeceğini söylemek istedim. Masaya bıraktığım yirmi küsür lirayı tekrar bana uzattı.

"Bunun ücreti para değil kızım, bir kaç kuruştan daha önemli olan şeyler var. Örneğin her gün seni 17.01 de koşarak buraya getiren o hem büyülü hem de boktan olan o duygu. "

başımı eydim ayakkabı olmayan ayağıma, batmış olan, hatta kanatmış olan cam parçalarına baktım.

"Kalbinde ki acı, seni gerçek hayattan soyutladığı zaman, Önemli olan tek şeyin o olduğunu anlıyorsun, O'nun aslında Sen'in olmadığını anlıyorsun."

Masada ki parayı ona doğru iterek uzattığı şarabı aldım. Arkamı dönerek uzaklaştım. Arkasına geçmenin yasak olduğu denizin, arkasına geçerek şarabı açtım. Kocaman bir yudum aldım.

Herkes gider' dedim sonra.

O gitti. Ve ben bittim.

Hikayem bu iki cümleden ibaretti. Birde kendim gibi olan insanların yanlarına gidip dertleşmekle.

Mor LeylaklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin