Towerhill'in üstünden doğan güneş, yüksek çatılı evlerin saçaklarına vuruyordu. Yoldan geçen at arabasının altından fırlayan sivri taş, tozlu bir cama vurdu.
Her zamanki sakinliğiyle gözlerini kıpraştırdı. Sabah olmuş olmalıydı. Arabanın çıkardığı ses bunu doğruluyordu.
Acele belirtisi göstermeyen hareketlerle ayağa kalktı. Dün neler olmuştu?
Ahh... Evet, 2 kilometre boyunca takip ettiği sıska ceylanı kaçırmıştı. Ceylan sanki birşey onu uyarmış gibi kulaklarını oynatmış, duraklamadan koşmuştu. Mavi gözlerinden kayıp giden hayvana bir küfür savurduğunu anımasdı. Olanları yalanlamak istercesine gülümsedi. Soğuk,acı bir gülüştü bu.
Evin 3 odası vardı. 3 küçük odacık... En büyükleri olan mutfağın ortasında büyük,taştan bir ocak vardı.Ocağın sağ ve solunda ağzı kapalı kahverengi dolaplar, onların yanında da duvara asılı bıçaklar duruyordu.Bir kasap mutafğından farksızdı. Sol taraftaki paslı musluk eski olduğunu gösteriyordu.
Clint paslı muslukan akan suyla yüzünü yıkadı.Karşısında sadece yüzünü görebilecek boyutlarda bir ayna vardı.
Koyu mavi gözlerinin altındaki morluklara baktı. Dünün zorlukları okunuyordu. Uzun,sarı saçları saçları gözlerinin üst tarafını kapatarak kulaklarına yönelmişti.
Belirgin çene kemikleri ve çenesi epitel bir uyum içindeydiler. Yüzünü süsleyen kirli sakalı ile gerçek bir savaşçıydı.
Sincap vurup ceylan kovalayan bir savaşçı (!)...Dolaptan yanardöner işlemeli ve eskidiği oldukça belli 2 tabak aldı. Tabakların birinde beyaz peynir öbüründe ise incelikle doğranmış salatalık duruyordu. Yemeğine iç geçirerek baktı. Eğer avı kaçırmasa idi şuan sofrada bulunacağını düşünüyordu.
Yapılacak çok iş vardı. Bay Bringman'ın mavi -bayağı eski idi- bisikleti için orta boyutlarda vidalar götürülecek. Karın yıktığı çatılar için diğer kasaba sakinlerine yardım edilecek. İki sokak ilerde oturan 6 yaşındaki kuzeni Evie için topladığı mavi menekşeleri -ki bu mevsimde nasıl bulduğunu anlayamadığı- vericekti. Ardından da günün en sevdiği bölümü olan Spinose Hill' de avlanmak vardı. Avcılık onun mesleğiydi. Başardığı da söylenilebilirdi. Kasaba da da böyle tanılırdı ya zaten "Avcı Clint".
Zamanını evde geçirmekten hoşlanmıyordu.Belki de evin dağınıklılığının sebebi bu idi.
Dışarı çıkmalıydı, en azından evden uzağa. Rengi solmuş siyah paltosunu almak için yatak odasına yürüdü. Nihayet kendini boyaları sökük, beyaz evden atabildi. Evin boyutuyla çelişen geniş bir kapısı vardı. Kapıyı kitlemeye gerek duymadı. Çalınacak neyi vardı ki zaten.
Evi Spinose Hill'e en yakın evlerden biriydi. Zaten dağın etekleri, yerleşmek için verimli yerlerden değildi.Bu sebeple köylüler evlerini olabildikçe alçak,verimli toplaklara kurmuştu.
Ama şüphesiz bir avcı için ideal bir yerleşkeydi. Kilise de yaşayan bir papaz gibi...
Bringman'ların evi diğer evlerin arasından kolayca seçiliyordu. İki katlı, cilalı saf taş bloklardan oluşan kasvetli ama bir o kadar da soylu bir yapıydı bu.Evet yapıydı. Ev denilemiyecek kadar devâsaydı. Kale demek daha doğruydu belki de. Pencerelerin zenginlik kokan işlemeleri süzerek eve yürüyordu.
Evin, 2 tarafında kartal heykelleri olan bahçe kapısını araladı. Yakından daha büyük görünüyordu. Dev surlara bakan bir kuşatma kumandanı çaresizliğiyle baktı binâya.
Vidaları dün getirmesi gerekiyordu. Tabi inatçı avı onu ormanın içlerine sürüklemeseydi. "Masum Şeytan" diye mırıldandı. Bay Bringman sabırsız bir adamdı ve azarlanacağını biliyordu. İşte karşısında, üstündeki altın üzüm yaprağı işlemeleri ile sur kapısı duruyordu.
Cesaretini toplayıp kapıyı çaldı.Kapı sanki çalınmasını beklermiş gibi açılıverdi. Yavaşça zeminin üstünden kayan kapı duvara toslayınca tok bir ses çıkardı. "Bay Bringman?..." sesinde bir kararsızlık vardı. Cevap gelmeyince kararsız bir şekilde yürümeye başladı. Uzun koridor 5 odaya doğru uzanıyordu. İkisi yol üzerinde, kalanları da koridorun sonundaydı. Ulaştığı ilk odaya sessizce adımını attı. Bay Bringman evde bile olsa evi içinde ona gözükmek istemiyordu. İzin almadan girmek kabalık olucaktı.
Oda dağınık oyuncaklarla doluydu. Maket bir tren, huş yapımı bir oyuncak asker, bacağı kopuk oyuncak bebek...
Odanın içine doğru yavaş adımlar atıyordu. Son attığı adımda birşeyler hissetti. Soğuk. Bir ıslaklık. Korkuyla yere baktı. Kan... Tazeliği renginden anlaşılan kıpkırmızı kan...
Gözleri yuvalarında bilye gibi dönüyordu. Kanın sahibini arıyordu şüphesiz. Yerde bir karaltı gördü. İsterik adımlarla yaklaştı.Uzun bir şeydi bu. Belki sandalyenin kırık bacağı. Derken uzanan minik parmakları gördü. Tahta parçası değil, koldu bu. Küçük, kesik bir koldu.
Gözleri dehşetle açıldı. İçinden gelen bağırma isteğini bastırdı. Neler oluyordu?
Bu Bay Bringman'ın oğlunun koluydu şüphesiz. Oğlunun kolunu mu kesmişti? Neden yapmıştı peki bunu?
Bunlar aklından geçerken bir tıkırtı duydu. Yürüme sesi. "TIK,TIK,TIK!" Ses giderek daha şiddetli fakat aynı frekansla gelmeye devam ediyordu. Odada bulduğu ilk şey olan oyuncak dolabının arkasına saklandı. Nefesini tutarak bekledi. Ses tekrar azalmaya başladı ve en son yok oldu. Belli ki koridorun sonundaki odalardan birine girmişti.
Korkuyordu. Bilinmezden korkuyordu. Gözleri yerdeki kırık oyuncak bebeğin gözleriyle kesişti. Gözünün içi gülüyordu. Kötülük kokan bir gülüş...
Hareket edemiyordu. Yere bastırdığı kolunun uyuştuğunu hissetti. Hareket etmeliydi. Kaçmalıydı. Ama merakına yenik düştü ve ayağa kalktı. Sesin sahibini görmeliydi. Elini beline attı ve kemerinden ince işlemeli Smith Wesson pistolunu aldı. Sessizce ve elinden geldiğince oyuncaklara basmamamaya özen göstererek yürüdü.
Kapının girişine ulaştı. Koridoru yürümeliydi. Odadaki sessizliğini koruyarak adımlarını attı. Karşı odaya bakan koridor odayı tamamen gösteriyordu. Hatta odaya ışığın vurduğu camdan duvarı bile. Duvarının önünde büyük ahşap bir masa vardı. Masanın önünde ise bir koltuk. Koltuk camdan dışarı bakıyordu ve Clint koltukta birinin oturduğunu farketti. Ak saçları koltuktan aşşağı doğru sarkıyordu. "Bayan Bringman..." diye düşündü.
Usulca koltuğa yaklaştı. Koltukta oturan her kimse onu duymuş olmalıydı. Ama tepki vermiyordu. Koltuktan olabildiğince uzak durarak karşısına yürüdü. Evet bu Bayan Bringman'dı. Ama Clint'i görmüyormuş gibi dışarı bakıyordu. Clint başka birşey daha farketti. Sırıtıyordu. Bir şeyler bildiği kesin olan bir sırıtma...
Clint kadına hiçbirşey demen odadan fırladı. Odalara bakmıyordu bile. Yapması gereken tek bir şey vardı. Evden olabildiğince çabuk kaçmak. Açık bıraktığı ev kapısına ulaştı. Ama kapı kapalıydı. Geldiği odadan bir ses duydu. Kadın ayağa kalkmıştı.
Kapı kitli olucaktı biliyordu. Ama elini atınca bunun sadece kendi hayal gücü olduğunu anladı. Kapıyı açar açmaz kasabaya doğru koşmaya başladı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhsömüren (Clint the Hunter)
Fantasy"Öyleyse kalk Lazarus!" dedi İsa. "Ben Lazarus değilim!" "Öyleyse kalk Lazarus..." Uyan ve kâbusların gerçeğe döndüğünü gör. Uyan Lazarus, hasta ruhların gölgesinde uyuklama! Alevlerden yükselen çığlıkların sesini duy. İntakam kok...