We'll never be fine.

201 11 2
                                    

 Sonunda en sevdiğim(!) ders olan geometri dersi bitmişti. Tam sıramdan kalkıp sınıftan çıkacaktım ki Justin önümde durdu.  “Bugün Pattie bana akşam bize geleceğinizden bahsetti. Umarım orada olursun çünkü gerçekten seninle konuşmayı özledim. Eğer gelmezsen ben seni alırım, bunu biliyorsun.” Bunları söyleyen Justin miydi? Ciddi anlamda beni bu kadar umursuyor muydu? Bunları düşünürken yüzüm kızarmıştı. Justin “Kızarınca çok tatlı oluyorsun.” dedi. Cevap vermeye kalmadan göz kırpıp sınıftan uzaklaştı. Olduğum yerde kalakalmıştım. Daha fazla ders çekemeyeceğimden bir kereliğine okulu ekmek istedim. Okulun kapısından çıkmak üzereyken ayakkabımın açık olan bacağına basıpta yere düşmem bir oldu haliyle elimdeki kitaplar her yere dağılmıştı. Canımın acısına aldırmadan kitapları topladım tam tüm hayatıma lanet edecekken çok tanıdık bir elin bana uzandığını fark ettim. Şu an bu durumdan kurtulmak istediğim için eli kime ait olduğuna bakmadan tuttum.  Ayağa kalktığım bir çift bal rengi gözün bana ışıldayarak baktığını gördüm. Sanırım ölmüştüm, bu gözler o kadar güzeldi ki bir insana ait olamazdı. “Biraz daha dikkat etsen iyi olur.” demesiyle o kişinin Justin olduğunu anladım. Tanrım bu çocuk her yerde beni bulmak zorundam mıydı? Hemde en rezil olduğum anlarda. “İyi misin? Bir şeyin var mı?” dedi. İyi olduğumu belirten kısa bir cümle kurarak konuyu bitirdim. Fakat konuşmanın sonunda gülümsedim -niye gülümsediğim hakkında hiçbir fikrim yoktu- Justin'in yüzü benimkine göre çok solgun duruyordu tam ne oldu diye sormaya kalmadan Maria'yla kavga ettiklerini söyledi. Bu sürtükten nefret ediyordum nasıl olurda Justin'i üzebiliyordu. “Peki neden? ” diye yarım ağızla sordum gerçekten mutsuz görünüyordu. “Umarım sebebi ben değilimdir.” dedim. Yine o lanet çenem durmuyordu. Justin bir süre cevap vermedi. Ne zaman birini kırmak istemese hep böyle susup ayaklarına bakardı ve tam olarak şu anda bunu yapıyordu. En sonunda sessizliği bozarak anlat hadi diyebildim. “Aslında tam olarak sen sayılabilirsin ama sakın bunu yanlış anlama sana ne kadar değer verdiğimi biliyorsun. Kendini suçlama sadece bana senin hakkında sürtük dedi ve asla birinin benim yanımda sana laf etmesine veya böyle düşünmesine izin vermem.” Justin bunları söyledikten sonra ağzım tam olarak o şeklini aldı. Justin yüz ifademi gördükten sonra gülümsedi. Gülüşü cennetin fragmanı gibiydi. Onunla beraber ben de gülümsedim 15 dakikadır okulun bahçesinden mal gibi dikildiğimizi fark etti ve “Nereye gidiyorsun?” dedi. “Ah bilirsin daha fazla derse giremeyeceğimi anladım ve okulu biraz ekmek istedim.” dedim gülümseyerek. “Ooo Kailey Johnson okulu mu ekiyor yoksa” dedi kahkaha atarak. “Ne oldu yoksa beğenemedin mi?” dedim onun kahkahasına eşlik ederek. “Ben de okulu ekeyim bari oh Johnson beni kötü bir çocuk yapıyorsun.” dedi gülerek ve en sonunda köşedeki parka gitmeyi akıl ettik.

*

Parkta oturduğumuzda ne kadar yorulduğumu hissettim. Bacağıma keskin bir ağrı girdi. Pantolonumu sıvamaya kalmadan Justin benden önce davrandı. Bacağıma baktığımda kanadığını gördüm ve “Aman Tanrım!” dedim. Justin'de ne olduğunu anlamayan bir bakış attı ve ben de gözlerimle bacağımı işaret ettim. Bana söz hakkı tanımadan beni kucağına aldı. “Ne oluyor ne yapıyorsun?!” diye bağırdım ve Justin bana susmamı işaret eden bir bakış attı. Bu bakışı altında korktum ve sustum. En sonunda arabaya girdiğimizi fark ettim. Araba Justin'in parfümü kokuyordu, kokusu beni büyülüyordu. Beni arka koltuğa oturttu torpidodan ilk yardım malzemeleri çıkarttı. Bacağımı oksijenli suyla temizledi en sonunda bandaj yapıştırdı. Bana hiç söz hakkı tanımadan arabadan inip sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Sonunda aklıma konuşmak geldiğinde “Nereye gidiyoruz?” diye soruverdim. “Nereye gitmek istiyorsun?” diyerek piç bir sırtış attı. Az önce bana resmen beni umursadığını söyleyen çocuk nasıl olurda hemen böyle piç bir havaya girerdi. Sanırım kişilik problemleri vardı. Uzun bir sessizliğin sonunda “Eve.” diyebildim. Anlamadığını belirten bir göz ifadesi takıntı ben de sinirlenerek  “Nereye gidiyorsun diye sordun ya eve diyorum.” diye çıkıştım. “Niye bağırıyorsun!” diyerek o da bana bağırmaya başladı. “Lanet olsun Justin! Sadece beni eve götür tamam mı?!” diye bağırdım. Bir şey söylemedi ama o da benim kadar çok sinirlenmişti ki direksiyonu tutan ellerini sıkıyordu, eklemleri bembeyaz olmuştu. Eve geldiğimizi anladığımda bir şey demeden hemen arabadan indim. “Önemli değil!” diyerek arkamdan bağırdı. Eve girdim ve kapıyı sertçe ona cevap olarak çarptım. Odama sinirle çıktım ve bugünü düşünmeye başladım. İlk bana gelip resmen bana laf etti diye sevgilisiyle kavga ettiğini söylüyor ve bana bağırıyordu. En nefret ettiğim şeylerden birisi de bana bağırılmasıydı hemde bir erkek tarafından. Biraz rahatlamak için elimi yüzümü yıkadım ve üstüme en sevdiğim ince askılı pembe Hello Kity'li pijamamı geçirdim. Uyumak ve hiçbir şey düşünmemek istiyordum.

*

Uyandığımda saat 19.28'di. Annemler birazdan gelirdi diye düşmeme kalmadan kapı çaldı.İnerek kapıyı açtım annem neşeli bir "Merhaba" kucaklaşması yaptı ve sonra dağılan saçlarıma bakarak “Kailey!Tanrım! Bu halin ne böyle?” diye bağırmaya başladı. Ben de ona ne var gibi bir bakış attım. Saçlarımı gösterdi, aynaya baktım.Saçım kabarmıştı. Hemen gidip kısa bir duş aldım ve üstümü giyindim. İnce askılı bir badi ve altına kot bir şort geçirdim. Makyaj yapmayı sevmiyordum ama bugüne özel olarak eyeliner-rimel-parlatıcı üçlüsünü kullanacaktım. Eyeliner'ı çekip rimeli sürdüm ve en sevdiğim olan çilekli dudak parlatıcımı sürdüm. Aynaya baktığımda ilk halimden eser yoktu. Kendimi beğenen ve kendimi güzel hisseden kızlardan değildim ama gerçekten bu sefer kendimi güzel hissediyordum. Annem, babam ve Katie'de hazır olduğunda evden çıktık. Katie yine bayıldığın çizgifilm olan Barbie'nin bir t-shirt'ünü giymişti altında pembe bir tayt vardı. Her zaman ki gibi çok şirin olmuştu. Babam Jeremy'lerin evinin zilini çaldı...

Hopeless Lovers (Jiley FanFiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin