Chapter 1

3 0 0
                                    

Madeleine...

O şimdiye kadar gördüğüm en güzel kız. Güneşte rengi açılan saç uçlarından her nisanda alerjisi yüzünden sağ gözünün altında çıkan arpacığa kadar kusursuz. Beni o kadar etkiledi ki... onu öldürdüm.

Evet. Yanlış okumadınız. Onu öldürdüm. En ufak bir üzüntü hissetmeden, pişmanlık duymadan, soğuk kanlılıkla. Zevkle.

Ama... Bütün bunların nasıl olduğunu, nasıl bu kadar iğrenç biri olabildiğimi öğrenmeniz için sizi hikayenin en başına götürmem gerekiyor.

~ • ~

Madeleine'i çocukluğumdan beri tanırım. Yani... beri demeyelim, çünkü kopukluklar falan filan oldu ama çocukken onu tanıyordum.

İlk tanıştığımız günü bu sabah olmuş gibi iyi hatırlıyorum. En sevdiğim parkın en sevdiğim bankında, benim yerimde, oturuyordu. Mahallede çok sözü geçen biri değildim ama herkes orasının benim yerim olduğunu bilirdi. Her yaz öğleninde, yaklaşık saat iki gibi güneş oraya gelmeye başlardı, ben yine de kalkmazdım oradan. Benden iri, benden zeki, benden yakışıklı çocuklar gölgeyken bile oturmazdı oraya. Çünkü orası benim yerimdi.

Ama, bu kız da kimdi?! Nasıl benim yerime otururdu? Salak mıydı neydi, kim bir oyun parkına elbiseyle gelirdi ki! Neden daha önce onu hiç görmemiştim buralarda? Çok güzeldi.

Neden ağlıyordu?

Sinirlenmiştim, çok sinirlenmiştim. Ne cüretle benim yerime oturuyordu yahu? Ama... Ama ağlıyordu.

Burnu kızarmıştı. Belli aralıklarla burnunu çekiyordu, bu da omuzlarının şiddetle yukarı kalkıp inmesine sebep oluyordu. Zırlamıyordu. Diğer kızların oyuncaklarını kırdığınızda bağırarak ağladıkları gibi ağlamıyordu. Sessizce, kendi kendine ağlıyordu. Hayata dair çok şey tecrübe etmiş de, şimdi acısını kendi içinde yaşıyor gibi ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından yavaş yavaş süzülüyordu, ama kız onları bile silmiyordu.

Bir an çok korktum. Annesinin ölmüş olabileceğinden korktum. Belki de çok fakirdi ve sahip olduğu tek bebek kırılmıştı. Ya en sevdiği elbisesi yırtıldıysa? Eyvah, biri onu dövdüyse ne yapmalıydım?

Kafası yana eğilmiş, dizlerinde tonlarca yara bere ve annesinin zorla kafasına geçirdiği şapkasıyla ağzı açık ona bakan bir çocuk görürse ürkebileceğini düşündüm ve kendimi toparladım.

Yavaş adımlarla yanına yaklaştım. Bir süre ayakta dikildim ki bir şey desin. Bana bakmadı bile. Yanına oturdum. Bir şey söylemeyi bırakın, yine hareket bile etmeyince ben de umursamazca karşıya bakmaya başladım. Arada yine kaçamak bakışlarla onu izliyordum tabii.

Önümüzden bir pamuk şekerci, bir dondurma arabası geçti. İki tane anne, bebek arabasındaki çocuklarıyla geçerken birbirlerine anlattıkları şeylere güldüler. Arkada çocuklar top oynayıp eğlendiler. 30lu yaşlarında bir adam anlamadığım bir dilde telefonda konuştu. Ya da belki de ağzı çok farklıydı.

Ben onları izledim, kız ağlamaya devam etti. O gün hiç konuşmadık.

Ertesi gün olduğunda aklımda sürekli o kırmızı burunlu kız vardı. "Belki yine benim yerime oturmuştur," diyordum. "Belki bu sefer konuşur benimle."

Parka geldiğim zaman umduğumla karşılaştım. Oradaydı işte! Benim yerimde oturuyordu yine. Ağlamıyordu.

Bak bu sefer sinirlenebilirdim işte!

Önceki gün yaptığım gibi usul usul yaklaşmadım. Olabildiğince sinirli görünmeye çalışarak yürüdüm. Kaşlarımı çattım, kollarımı göğsümde kavuşturmuş bir biçimde başında dikildim. Ayağımı da bir ritme uydurarak yere vurmaya başladım. Bana bakması için beklerken saçını izledim. Saç telleri çok inceydi ve saçları zifiri siyah olmasına rağmen bütün teller seçilebiliyordu. Annem kendi saçları böyle olduğunda yüzünü buruştururdu. "Ay, ay!" diye çığlık atardı. "Hemen banyo yapmalıyım, saçlarım çok yağlı." Kızın saçlarının da yağlı olduğunu ve bunun kötü bir şey olduğunu düşünüp annem gibi yüzümü buruşturdum.

Kız bir anda şaşkın bir yüz ifadesiyle kafasını kaldırdı. Göz göze gelince gülümsedi. Gülümsemesi bütün vücuduma bir anda yayıldı. Rüzgar gibi tüylerimi havaya kaldırdı, güneş gibi de içimi ısıttı. Kızgın yüz ifademden eser kalmadan elimde olmadan beni de gülümsetti.

Ben hayran hayran onu izlerken bir anda ayağa kalktı. Kafası ancak köprücük kemiğime yetişebildiği için kollarını popomun birazcık üstüne doladı. Ne yaptığı hakkında hiçbir fikrim yoktu, o yüzden onu taklit edip kollarımı boynuna sardım.

Bu miniminnacık eylemin ileride en çok ihtiyaç duyacağım günlük gereksinim olacağını kim tahmin edebilirdi ki?

"Merhaba," diye fısıldadı kız. Geri çekildiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Elini uzattı. "Dün yanımda oturduğun için teşekkürler. Ben Madeleine."

Madeleine mi? Türk değil miydi? Zaten oyun parkına elbiseyle gelmesinden belliydi. Ama aksanında tek bir problem bile yoktu.

Bir süre ne yapmam gerektiğini düşünerek onu izledim. Gülümseyerek, minnetle bana bakıyordu. Gülümemesi çok güzeldi. Pembe elbisesinin etekleri rüzgarda uçuşuyordu ama ben gözlerimi gülümsemesinden alamıyordum.

O konuşmanın sonrasında sadece "Saçların yağlı!" diye bağırıp koşarak uzaklaştığımı hatırlıyorum. İleride de biraz daha olgunlaşmasına rağmen davranışlarımda pek bir değişiklik olduğunu söyleyemem.

Bir sonraki gün, ertesi gün, sonraki gün derken arkadaş olduk. Gülümsemesi yine başımı döndürüyordu, hep döndürdü. Saçlarının da yağlı değil, çok ince telli olduğunu öğrendim. En sevdiği rengin mavi olduğunu öğrendim, gökyüzünü ya da denizi sevmiyordu, Şirinler'i seviyordu. Vücudunda en çok sağ gözünü seviyordu, bir arkadaşının parmağı yanlışlıkla sağ gözüne girmişti ama sağ gözü güçlü kalarak iyileşmişti. Onunla gurur duyuyordu. Hep gitmek istediği ülke Brezilya'ydı, nedeni yoktu. Sorunca da çok sinirlenirdi, "Her şeyin bir nedeni olmak zorunda değil!" diye bağırırdı. Onu ilk gördüğüm gün ağlamasının sebebinin daha önce hiç görmediği bir kuşun sokak lambasına çarpıp ölmesi olduğunu öğrendim. Sonra kuşu eve götürmüş ve ailesiyle onu gömüp, mezar taşı yapıp cenaze töreni düzenlemişler. Ben ona araba yarışı yapmayı öğrettim, o da bana yapboz yapmayı öğretti. Arada yine gelir sarılırdı, artık şaşırmazdım ama, o gelip popomun üstüne kollarını sardığı anda ben de küçük bedenini kendime çekerdim. Zaman geçtikçe yeni şeyler keşfetmeye de başladım. Kendine has bir kokusu vardı mesela. Karpuz kokardı saçları.

Karpuzu da ne çok severdim.

Her yaz gününde, ya da ikimizin de okulu olmadığı zamanlarda bizim bankımıza otururduk. Elif teyzenin bizim için getirdiği karpuzları yerdik.

Güneş gelirdi üzerimize saat iki gibi. Kalkmazdık.

Çok güldük beraber, hiç sıkılmadık. Birimize bir şey olsa, diğeri koşar gelirdi orada olmasa da. Mesela diğer oğlanlar canını acıtırdı bazen. Koşardım yanına gördüğüm anda. Uzak durmaları için bağırırdım. Gitmezlerse iterdim. Sonra onlar beni iterlerdi.

Eve kaç kere gözüm şişik gittim hatırlamıyorum.

Ben bisikletten düşerdim. Madeleine gelirdi. Dizimi tutardı. Sonra elimi tutardı. Bana bakardı. Derin derin... İçime işleyerek. Kan dolaşımımı hızlandırırdı. "Yok bir şey," derdi. "Geçer birazdan. Hadi Elif teyzeye gidip yara bandı isteyelim." Sonra yaklaşırdı, öperdi yanağımdan. Geri çekilip gülümserdi. O zaman geçerdi bütün acılarım.

Elif teyze bana alıştığı için yanında hep yara bandı taşırdı. "Of be Onur!" diye kızardı her seferinde. "Hadi bir oyun oynayalım, bir hafta boyunca hiç yaralanma. Nasıl?"

O endişeyle dizimi yara bantlarına bularken Madeleine ve ben delicesine kahkaha atardık.

Ta ki... Bir sabah Madeleine haber bile vermeden çekip gidene ve beni bırakana dek.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 08, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

My Dear MadeleineHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin