UYANIŞ

25 0 0
                                    


''Yeşil yaprakların yerlerini çürümüş parazitler almış. Peki ya benim yapraklarım? ne bir renk ne de bir iz kalmış. Kuşların cıvıltılarını duyamaz oldum. Neden her bir yanı kargalar sarmış anlamıyorum. Rüzgarın ağacın dalları arasında dolaşıp çıkardığı melodi de duyulmaz oldu. Ortalığı insana keder veren uğultular kaplar oldu. Sokaklarda artık çocuklar oynamıyor, tuhaf varlıklar kol geziyor, tanımlayamıyorum.

Vapura binmek istiyorum, yosun bağlamış. Koltuklar parçalanmış ve toz içerisinde. Deniz neden çekilmiş? koca bir şehrin pisliği kalmış yerinde. Martılar da kaybolmuş, tuhaf büyüklükte leş kargaları var etrafta. Neler olduğunu anlamıyorum. Nereye kayboldu tüm insanlar? Peki ya güneş? şu kara bulutların ardında mı? Yürüdüğümde ardımda duyduğum korkunç çığlıklar da nesi? kafayı mı yedim, ben neredeyim tek başıma mıyım bu koca şehirde?''

     
Göktürk yaşadıklarını her zamanki gibi sanatsal biçimde yazıp blog sayfasında yayınlamak için hazırlık yapıyordu. Bilgisayarının başına oturmuş ve artık son yazısını yükleme zamanı gelmişti. Fakat başında artarak devam eden bir ağrı vardı ve odaklanmasını engelliyordu.    

      Aradan çok zaman geçmeden başındaki ağrının etkisiyle gözlerini açtı Göktürk. Başının tam ortasında müthiş bir baskı ve acı vardı. Yavaş yavaş kendine gelirken başının üzerindeki ne olduğunu bilmediği cismi kaldırarak kenara attı ve gözlerini ovuşturup doğrulmaya çalıştı. Fakat vücudunda anlam veremediği bir uyuşukluk vardı. Doğrulmakta oldukça güçlük çekiyordu. Doğrulup ayağa kalktığında ise gözlerine inanamadı.

      Neler olmuştu bu evde böyle? pencereler parçalanmış, kitaplığındaki kitaplar etrafa saçılmış, her yer toz içinde kalmış durumdaydı. Göktürk deprem olduğundan şüphelenmeye başlamıştı. Hemen balkona koşup dışarıyı incelemeye başlamıştı. Gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Resmen bir hayalet şehir vardı karşısında. Kaldırım taşlarının ve yolun belli kısımlarında yabani bitkiler boy göstermiş, binaları sarmaşık kaplamış, kısım kısım yıkılmalar olmuş ve ağaçlar kurumuş vaziyette Göktürk'ün gözleri önünde duruyordu. Etraftaki yabani kuşlar dışında bir yaşam belirtisi yoktu. Bu durum depremden kaynaklanamayacak kadar farklıydı. İnsanlar bir anda kaybolmuş, şehir aniden terk edilmiş ve doğa kendi hakimiyetini sağlamış gibi bir görüntü vardı.

       Göktürk içeriye girdi ve evin içinde kısa bir inceleme yapmaya başladı. Evin geri kalanının da odasından bir farkı yoktu. Salondan odasına geçerken gazetelikteki tüm gazeteleri aldı. Belki neler olduğunu bu gazetelerden öğrenebilirdi.
       Tekrar odasına girip yerdeki kitapların arasında kendine biraz yer açıp oturdu. Pek fazla gazete okumadığı için her bir gazete arasında neredeyse haftalar vardı. İncelediği ilk üç dört gazetede saçma siyaset, futbol ve magazin haberleri dışında bir şey yoktu. Fakat eline son aldığı gazete ile heyecanı arttı. Gazete ön sayfasının tamamını Trabzon'daki Zigana I Nükleer Santraline ayrılmıştı. Haberde ise aynen şu şekilde yazıyordu;
     '' Yapımı söz konusu olduğu günden bu yana gündemden düşmeyen Zigana I Nükleer Santralinde dün meydana gelen, basınçtan kaynaklı çatlaklardan doğaya ve insan sağlığına ciddi manada zararlı olan ra-Sav gazı sızdı. Uzmanların yaptığı gözlemler sonucunda bu gazın oksijen ile temas ettiğinde ölümcül bir virüse dönüştüğü saptandı. Bilim insanlarımız çatlakların bir an önce onarılması ve gerekirse santralin faaliyetlerine son verilmesi gerektiği belirtti. Aksi takdirde yayılacak olan virüs kısa vadede çevredeki insan yaşamını ve uzun vadede tüm insanlığın sonunu getirebileceğini ve artan basınç ile meydana gelebilecek bir nükleer patlamanın bu tehlikeyi 80 kat arttırabileceğini söyledi. Sızıntı sonrasında santralin 45 km çevresi tahliye edilmiş ve özel donanımlı birlikler onarım için olay mahalline sevk edilmişti.''

      Göktürk olanları idrak etmeye başlamıştı. Gazetenin tarih kısmı 8 Ocak 2017'yi gösteriyordu. Aradan ne kadar zaman geçtiği kestirmek mümkün değildi. Göktürk, dışarıdaki yapıların durumu ve otların istilasına bakarak en az üç ay geçmiş olduğunu düşündü. Peki ya ne olmuştu? şehrin bu hale gelmesindeki etken neydi? Gazetede yazdığı gibi bir virüs yayılmış olsa insanların kaybolması bir nebze mümkün olabilirdi ancak dışarıdaki yıkım da göz önünde bulundurulduğunda bunun sadece virüs ile mümkün olamayacağı anlaşılıyordu.


''Anlaşılan o ki reaktör patlamış'' dedi Göktürk.
      Evet gerçekten de öyle olmuştu Zigana I nükleer santralinde çatlakların meydana geldiği reaktörde, yeterince hızlı onarım yapılamadığından artan basınç ile birlikte bir patlama meydana gelmiş ve doğaya yaydığı virüs ile birlikte büyük bir yıkım yaratmıştı. Bu noktadan sonra Göktürk'ün tek düşündü en yakın arkadaşı İbrahim'e ulaşmaktı. İbrahim ile bir araya geldikten sonra nasıl olsa bir plan yapılırdı.

       İbrahim'e ulaşma kararı aldıktan sonra giysi dolabının üzerinden, toz içinde kalmış dağcı çantasını aldı. İçine yedek kıyafetler, konserve kutuları, ekmek bıçağı ve ne olur ne olmaz diyerekten biber gazını yerleştirdi. Dışarıda bir insan ile karşılaşacak mıydı veya dışarıda bir tehlike var mı varsa nasıl baş edebileceği hususunda hiçbir fikri yoktu.

        Hazırlıklarını tamamladıktan sonra İbrahim'in 11km uzaktaki çiftlik evine ulaşmak için oturduğu dairenin parçalanmış merdivenlerinden aşağıya indi. Artık hayalet şehrin içindeydi. Kendisini tuhaf hissediyordu. En son bilgisayarının başında yazı yazıyorken o patlama olmuş ve aradan geçen onca zamandan sonra gözünü bu tuhaf ortamda açmıştı.
     Bu ortamda 11km yürümek gözünü korkutmuştu. Evinin çaprazında bulunan emniyet müdürlüğünün araçlarının karşısında duruyordu. Araçları görünce ''ulan sürücü kursundan da oldum 1200 liram boşa gitti'' diyerek gülümsedi. Patlamadan iki hafta önce, girmiş olduğu polis özel harekat sözlü mülakatının sonucu açıklanmış ve anlam veremediği şekilde polislikten elenmişti.
        Emniyet binasına girip içeriden bir aracın anahtarını alarak polis aracı ile İbrahim'e ulaşma kararı aldı. Emniyetin kapısını zorlamaya koyuldu ama fayda etmedi. Bunun üzerine yerden aldığı kaldırım taşını içeriden parçalanmış olan pencereye atmasıyla camın aşağıya inmesi bir oldu.
        Pencereden içeriye girip gezinmeye başladı. Nizamiyede gözüne çarpan üç telsizi direkt sırt çantasına attı. Biraz ilerleyip idari büroda masada gördüğü tabancayı incelemeye başladı ardından çalışır olduğuna kanaat getirip beline koydu. Bu durumdan hoşlanmıştı, silahlara karşı hep ilgisi olmuştu. Tabancayı aldıktan sonra filo bölümüne gidip iki anahtar aldı ve girdiği pencereden dışarı çıkıp elindeki ilk anahtarın kilit açma tuşuna bastı.
     Bahçeden Renault marka polis aracının sesi geldi. Araca yöneldiği sırada nöbetçi kulübesinin yakınında yerde duran bir mp-5 otomatik tüfeği gözüne ilişti. ''Belli ki burada son nöbet tutan polise aitmiş'' dedi ve onu da yerden alıp askısını boynuna geçirdi ardından çantasını araca yerleştirip şoför mahalline geçti. 'Demek kaderde bu şekilde binmek varmış bu araca'' dedi.

        Kontağı çevirip 6. Denemede aracı çalıştırmayı başarmıştı, belli ki araç uzun süre yatmaktan bu hale gelmişti. Aracı çalıştırdı fakat camlar ve aynalar toz içindeydi. Çantasından çıkardığı bir atlet ile aracın aynalarını, yan ve arka camlarını sildi. Ardından tekrar araca binip silecekleri çalıştırarak ön camı da temizleyip aracı harekete hazır hale getirdi. Hareket etmeden önce aracın telsizini eline aldı ve mandalına basarak ''Ben Göktürk! Sesimi duyan var mı?'' diye birkaç kez tekrarladı ama sonuç alamadı.
     Sonunda aracı hareket ettirip evinin önünden geçerek yola koyuldu. Neyse ki kuzeni ona zamanında araba sürmeyi öğretmişti, bu sürüş çok iyi olmasa da hedefe ulaştırabilecek düzeydeydi. Şehir merkezinden ayrılırken yanında bulunan eşyalar ve silahlar ile birkaç gün dışarıda kalabileceğini düşündü.
Yollardaki çatlaklar ve otlardan dolayı çok da hızlı gittiği söylenemezdi ancak bir polis aracı kullanıyor olmaktan müthiş haz alıyordu. Yaklaşık 25 dakikalık bir yolculuğun ardından nihayet   İbrahim'in çiftlik evinin toprak yolununun girişine ulaşabildi.
       Yolda hiç kimseye rastlamamış, yer yer terk edilmiş ya da her ne sebeble orada olduğunu bilmediği otomobillerin arasından geçmişti. Toprak yolda beş dakika ilerledikten sonra İbrahim'in çiftlik evini gördü. Ama evin çevresi ona çok farklı göründü. Yaklaştıkça gördü ki çiftlik evinin çevresinin iki metre uzunluğundaki kazıklar ile boyuna ve enine dikenli teller ile korumaya alınmış ayrıca sivri uçlu kazıklar ile yaklaşım tamamen engellenmişti. ''Bu olsa olsa İbrahim'in işidir'' dedi kendi kendine.
       Göktürk İbrahim'in evde olduğu umarak sirenleri açtı ve bir yandan da megafon ile ''ibo ben Göktürk! Orada mısın?'' diye bağırıyordu. Yaklaşık üç dakika sonra evin arka taraflarından 3 el silah sesi duydu. Göktürk bunun üzerine hemen aracın içine gizlendi ve megafonu tekrar eline alıp ''İbrahim ya da her kimsen ya beni içeriye al ya da kendin çık'' diye anonsta bulundu. Az sonra bahçede sakallı bir adam elinde tabancası ile dış kapıya doğru gelmeye başladı.
Göktürk camdan gizlice baktığında bu sakallı adamın İbrahim olduğunu gördü. Normal halinden pek bir farkı yok diye aklından geçirdi. O sırada İbrahim elinde silahı ile ''Her neredeysen ve her kimsen çık meydana'' dedi. Göktürk dikkatlice kapıyı açıp araçtan indi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 01 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

ÇIKMAZIN İÇİNDE 2. BOYUTWhere stories live. Discover now