℘
Jeongguk bunun için doğduğunu uzun süredir biliyor gibi duruyor parmakları arasına sıkıştırdığı fırçanın kıvranışını izlerken. Nazik kirpiklerinin gölgelendirdiği gözleri kardeşine ait yüz çizgilerine kayıyor usulca, özlemle hafif hafif kasılıyor vücudu. Abisini (hatırlayamacağı kadar) küçükken kaybetmiş olsa da, babasının abisi hakkında anlattığı hikâyeler zihninde hâlâ taze. Jeon Agust, Jeon Jeongguk'a tezat hâlde sevmiş ve sevilmişti. Agust, hayal dahi edemeyeceği kadar sevilmişti.
Başını iki yana sallıyor Jeon, kısıkça gülümsüyor aklını her şeyden temizlerken tekrardan dönüp tablosuna. Soluk sarı sulu boyadan darbelenmiş dağınık saçlar tanıdık simanın alnına dökülür, tiner ve badana kokan bu küçük tavanarasının sıvası soyulmuş boş duvarlarında öylece asılı dururken, aniden, tabloyu dalgınca baştan incelemeye başlıyor kahverengi saçlı genç. Bir şey eksik gibi, renkler uyumsuz ve birkaç çizgi kayıp sanki tablodan. Jeongguk yanlışlarını bulmada beceriksiz. Yine de serçe parmağını düşünceli bir hareketle paletine daldırmadan duramıyor, merakla koyu griye daldırdığı yıpranmış fırçasını kırık beyaza uzatıyor beklentiyle.
Agust'a bakıyor, bakıyor.
Sevdiğine benzemiyor bir türlü.ㅡ
"Kook yokluğumu fark eder etmez döneceğim dedim, Hana..." Sıkıntıyla nefesini verirken mırıldanıyor yüzü bir çiğ damlası kadar güzel olan, Kyungeun. Koyu, yamuk saçlarına narin parmaklarını geçiriyor hırçınca, sevgilisiyle her tartışışında verdiği tepki bu değilmiş gibi ellerini çekiyor oradan yavaşça. Bordo ojeli tırnaklarını kemiriyor, ensesini abisinin çok sevdiği zifir siyahı kaşmir koltuğa yaslarken.
"Eun! Gece kalacağına söz vermiştin, özledim seni." Kısık bir sesle küfrü basıyor yamuk saçlı olan. Eun'ın tek zaafı olmakla birlikte en büyük imtihanı olan Lee Hana, sevişmek hobisi olduğundan itiraza kalkışırsa sevdiğinin kulağını daha çok taciz edeceğe benziyor. Eun, boşvermişlikle birlikte zevkle kabulleniyor yenilişini telefonu kapatırken sevdiğinin suratına. Jeongguk her salı akşamı ortadan kaybolduğundan işlerini kolay halledeceklerine güveni sağlamlaşıyor Eun'ın. Zihninde hızlıca giyineceklerini geçirip saç diplerini kaşıyor yavaşça.
İç geçirip modern orta masaya yaslıyor ayaklarını, ve uzun shot bardağına doldurduğu birasını yudumluyor usulca, az önce açtığı devasa plazmaya yansımış herhangi bir Fransız pembe dizisini süzerken. Birkaç dakika sonra reklamlar yerini diziye bıraktığında gözlerinin önüne Audrey Hepburn polaroidleri getirecek kadar nostaljik titreşimler içeren kapı zili onu kötü karaktere salya akıttığı koltuktan başını kaldırmaya zorluyor. Birasının son yudumlarını alıp hole yönelirken aklına tek ihtimalin Jeongguk oluşu geliyor.
Ve bu ihtimalin imkânsız oluşu. Tereddütle kapıyı açıyor:"Kimsin?" Gözkapakları rahatsızca yarıya iniyor, karşısında dikilen hoş görünüşlü adamı inceliyor üstünkörü. Gözkapaklarının tek oluşu, hemşehri oluşunu gösterirken inceleyişi adamın pütürlü sesiyle son buluyor. Sesin tınısı ilgisini fazlaca çekiyor ilk duyuşundan itibaren, dikkat kesiliyor konuşacaklarına.
Adam; "Günaydın matmazel, ben..." diye lafa giriyor mükemmel bir fransızcayla, sol taraftaki parlak kırmızı kapılı daireyi işaret ederken. "Yeni komşunuzum, bir selam vermeye geldim. Rahatsız etmemişimdir umarım."
Kyungeun şaşkınca ince fakat dolgun dudakların arasından kayıveren kibar, tatlı dilli sözlere takılıyor, sahte bir gülümseme sunuyor karşısındakine aynı kibarlığı taklit etmeye çalışarak onu içeri, çay içmeye davet ederken. Karşısındaki, dediğine göre Min Yoongi, şimdiye dek gördüğü en güzel adam olduğundan, sesinden kekeleme, yüzünden çekince eksik olmuyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WE MIGHT BE DEAD BY TOMORROW.
Fanfiction"kuytularımızdan sıyrılalım, yine de sığınalım, sanaㅡ bana." /yoonkook/