intro丶young forever

359 35 32
                                    























JOHN LENNON

IMAGINE




















" Mayıs 12,2005- Min Yoongi

       Hatırlıyorum.
   Tapılası sesinle bana ne kadar kolay ölebileceğimizi hatırlatan şarkılarını söylediğin anılarımdan birinde,o şimdi tek ayağı kırık olan -ah,tıpkı şimdi döküntüye dönen beni andırıyor- sandalyene yayılıyorsun, hepsi geçmişte kaldı diyemiyorsun ancak, eskisi gibi omuzlarım dik oturamıyorum bu sandalyede senin kollarını kavuşturup bana dargınca baktığın o anı oturduğun her yere mühürleniyor iken . Gözlerimin sızıntılarını silmekten yıpranmış parmaklarımın aniden bastıran acından kasılışı, sıkıca kavradığım polaroidi buruşturuyor; yüzümü buruşturuyorum.
O sırada, yalnız benim hayalimden ibaret de olabilir ancak, ilk kez gülümsemiş gibi taze yüzün gözlerimin önüne geliyor.
Bana cenneti arzulamayı bıraktıran sen, veda şarkılarını andırıyor o sırada, onlar kadar hüzünlü olmasa da acıklı gülümsemen dudaklarının çatlaklarına dolmuş. Bu her şeyi unutsa dahi ağlamaktan çekinmeyecek yüzümün genç çizgilerine iyi gelmiyor,ah,bana iyi gelmiyorsun.

    Ilık rüzgâr siyah tutamlarımı yüzümden uzaklaştırırken, yine, sokağın gölgelere müsait papatyalı bir alanında bedenini görür gibi oluyorum. Beni kendine çekiyormuşsun gibi dışarı çıkmaya karar veriyorum aniden,en güzel güldüğün fotoğrafını odamdaki diğerlerinin yanına sakince bırakıp genç bedenimi güzel gösterecek kıyafetlerimi giyiyorum. Bu zengin muhit benim gibi İngiliz usulü giyinen tonlarca adama şahitlik ettiğinden pek umursamıyorum ancak, beni eski zamanlarımızdaki gibi kıskanışını özlemediğimi söylersem yalan konuşmuş olurum.
Baharın en sevdiğim mevsim olduğunu bilirsin, işte papatyaların ardındaki okyanusa bakan evimizden çıkarken seni aradığım başka bir günde olduğumu anlıyorum şimdi.
Seni ararken dahi yanımdan geçen her kadın için satırlarca anım var; ancak orda, kısa kahve saçlarını önüne eğmiş tazecik çocuk çekiyor dikkatimi.
Narin omuzları hıçkırıklarıyla sessizce sarsılıyor, avuçlarıma dayadığım fotoğrafını sıkıca kavrıyorum, çektiği acıyı hafifletmek için olsa gerek, kuvvetle içini çekiyor tam da o anda. Tanrım,menekşeleri andıran oğullarının hüzünlü kaderlerini, verdiğin hangi güçle sırtlanmalarını bekliyorsun?, dilim çürüyene dek sorsam da cevapsız kalacağını biliyorum yetersiz sorularımın, zira bunca yıldır tanrıya sorduğum her soru geçiştirilmiş idi.

    Kışın sonlarına doğru, öleceklerini bile bile açan şeftali çiçekleri intiharlarını oğlanın kadife saçlarına kondururken, kısa gölgemin mermer gibi beyaz olan ensesine düşmesine izin veriyorum. Varlığımla irkildiği açıkça belli olmasına rağmen, aramızdaki saniyelerce süren sessizliğimiz -o sırada tüm gücüyle ağlamaya devam ediyor, ancak bu masum hıçkırıkları gürültü olarak göremiyorum- ceketime sarılan zayıf kollarıyla kesiliyor.
"Sanırım kayboldum bayım"

    Şaşkın bir ifadeyle tutunduğu yere baktıktan sonra ucunu kavradığı ceketimi bırakmasıyla önünde diz çöküyorum usulca.
Bayı olamayacak kadar yaşlı olduğumu ona söylemeliyim, diye geçirir, kısa bir teselli verici tıslamayla saçlarından çiçekleri nazikçe çekip koparırken yumuşak bir sesle soruyorum:

    "Annen nerede? Şş,ağlama."
Yüzünü kaldırıp gözlerime bakıyor, ona, bir yabancıya böyle bakma bir daha, diyeceğim o sırada. Gözlerim yüz çizgilerine takılıp kalıyor, acıyla kasılıyor parmaklarım ve ziyadesiyle buruşuyor avcuma yasladığım fotoğrafın. Küçük olmasına karşın tüm yıldızları içine almış siyah gözleri, uzun yapılı burnu, bir tavşanınkini andıran dudakları ve güzel çenesi-- bunların hepsi, hepsi bana seni hatırlatıyordu Agust! -gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırıyorum. İfadesiz yüzüyle gözlerime bakarken aniden gözümün altında hissettiğim ılık parmaklarla yerimde sıçrıyorum.

WE MIGHT BE DEAD BY TOMORROW.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin