Yıllar, yıllar hatta yüzyıllar önce, Kore'nin güneyinde Hiao adlı bir kabile yaşardı. Hiao kabilesi ormanın derinliklerinde, herkesten uzak, kendi halinde yaşayan ve fazla kalabalık olmayan bir kabileydi.
Bu kabile, yaşamını doğadan karşıladığı için; tanrıları olarak doğayı kabul etmişlerdi.
Doğaya olan sevgi, saygı ve sadakatleri o kadar büyüktü ki, doğa Hiao kabilesini ödüllendirmek için, onlara özel güçler bahşeden yeşil safir taşını hediye etti ama bir şart koşmuştu: Yeşil safir taşı sadece 18 yaşına basıldıktan sonra güç kazandırıyordu.
Yıllar geçti, kabiledeki gençler 18 yaşlarına bastıkça güçlerini kazanır oldular.
Hiao kabilesi her 18 yaşına basan genç için bir gün boyunca süren şenlikler yaparken, kabile reisinin oğlu YoonTai'de kendisine şenlik yapılacak gençlerden biriydi. YoonTai de herkes gibi gücünün ne olduğunu merak ediyor, yarın ki doğum gününde gücünün ortaya çıkması adına heyecanlanıyordu.
Hiao kabilesi mutluydu.
Fakat onları gözetleyen başka bir kabileden de habersizlerdi. Lita tepesinin arkasında yaşayan bu kabile, uzun zamandır Hiao kabilesini gözetliyor ve ellerindeki güçlerin kaynağını bulmak için çabalıyorlardı. Son yapılan şenlikte, Lita kabilesinden bir savaşçı, Hiaoların bölgesine daha çok yaklaşmış ve şenliklerde tam olarak ne yapıldığını anlamıştı. Lita kabilesinin reisi DuKa, yeşil safir taşının güç verdiğini öğrendiğinde, savaşçı birliklerine haber verip, onları bir kaç gün içerisinde Hiaolara saldırmalarıyla görevlendirdi. DuKa'ya göre yeşil safir taşı kendisinin olmalıydı, bir başkasının değil.
Lita kabilesi savaşa hazırlanır dursun, Hiao kabilesi ise kabile reisinin oğlu YoonTai için şenlik hazırlıklarına başlamıştı. YoonTai her zaman gittiği yer olan, minik bir derenin başında oturmuş, heyecanını dizginlemeye çalışırken, tüm kabile onu şenlik için arıyordu. Babası Himon kimseye endişelenmemesi gerektiğini söylüyor ve gülüyordu. Himon oğlunun heyecanlandığında ne yapacağını bilemediğini bildiğinden, onu gizli yerinden çağırmaya birini göndermiyordu. Oğlu heyecanını yendiği vakit zaten gelecekti.
YoonTai derenin önündeki taşları, derenin içine atarak bir nebze de olsa kafasını dağıtmayı ve heyecanını dizginlemeyi umuyordu ama ne dereye taş atmanın, ne dereye girmenin, ne de taşlarla oynamanın bir faydası yoktu. YoonTai derin bir nefes aldı ve aldığı bu nefesle heyecanını dizginlemeye çalıştı. Her şey kendisinde başlayıp, kendisinde bitiyordu. Sadece sakin olacak ve bahşedilen gücünü safire dokunarak elde edecekti.
Akşam saatleri gelip çattığında Hiao kabilesi şenliğe de başladı. YoonTai ise biraz önce gelmiş ve hazırlanarak meydanda yapılan şenliğe doğru yol almıştı. Herkes eğleniyor, şarkılar söylüyor, danslar ederek şenlikte eğleniyordu. YoonTai'de eğlenenlerden biri olmak istemişti ama ne yazık ki heyecandan hiçbir şey yapmak içinden gelmiyordu.
Ortam durgunlaştı, herkes aralarında YoonTai'ye hangi gücün bahşedildiğini konuşmaya başladı. Himon yanına aldığı oğlunun siyah saçlarını karıştırıp, safir taşını meydana getirmelerini istedi. Zamanı gelmişti.
YoonTai babasının yanından kalkarak, terli ellerini üzerindeki parça kıyafete sildi, derin bir nefes aldı, gözlerini kısa bir süre kapayıp açtı ve safir taşı şimdi tam karşısındaydı.
"Bana bahşedilen gücü, hiçbir zaman kötü niyetlerle kullanmayacağıma ve bana bu gücü bahşeden tanrıma her zaman sevgi, saygı ve sadakatle dolu olacağıma yemin ederim."
"Yemin ederim!" ve YoonTai, nefesini tutarak safir taşına dokundu. Yemin töreni bittiğinde, herkes meraklı gözlerle YoonTai'ye bakıyor ve gücünün ne olduğu hakkında fikirler yürütüyorlardı. Meydanda, kabilenin insanlarının ortasında, ayakta bekleyen YoonTai, gücünü hissetmek için gözlerini kapattı ve bir elini havaya kaldırdı. Hiçbir şey olmadığını gören kabile sakinleri, yeniden fısıldaşmaya ve Himon'u sinirlendirmeye başladılar. Aralarından bazıları YoonTai'nin garip bir çocuk olduğunu söylüyor ve Tanrının onu sevmediği hakkında bir şeyler zırvalıyordu.
YoonTai çok kötü ve utanmış hissettiğinden, etrafında çember oluşturmuş kabile sakinlerini aşıp, gizli alanına giderek ağlamaya başladı. Eğer bir gücü yoksa, bu tanrının onu sevmediği anlamına gelirdi ve kabilede tanrı tarafından sevilmeyen biri her zaman hor görülürdü. YoonTai daha çok ağladı ama bunun ona bir getirisi olmadı.
Ağlamaktan şişmiş yüzünü derede yıkayarak iç çekti ve bir gücü olduğuna kendini inandırarak eliyle sağa sola garip hareketler yapmaya başladı. YoonTai dışarıdan ne kadar garip duruyor oluşunu önemsemedi. O sadece gücünü istiyordu ve elde edecekti de.
Hiao kabilesi uzun bir şenlik gününden sonra, yorgun bir şekilde yataklarına dönmüştü. Fakat Lita kabilesi, hâlâ uyanık ve kabilenin etrafını kuşatmış bir şekilde, savaş emrini bekliyorlardı. DuKa herkesin uyuduğuna emin olduğu anda, savaş emrini verdi ve Hiao kabilesi, bir gece, en savunmasız hallerinde, yataklarında öldürülerek yok edildi. Safir taşının egemenliği Lita kabilesinin eline geçtiğinde, doğa bunu hoş karşılamadı ve Lita kabilesini lanetledi. Kalan son Hiao'lu Lita kabilesini ve DuKa'nın sonunu getirecekti. DuKa ise laneti önemsemedi çünkü tüm Hiaoları zaten öldürmüştü.
Tabii derenin önünde güçlerini getirmeye çalışan YoonTai hariç. Kimsenin onun orada olduğundan haberi olmadığı için, hâlâ hayattaydı. Gücünü bulamayan YoonTai umutsuzluk ve hayal kırgınlığıyla evine döndüğünde, yaşadığı büyük darbe, onu daha da güçsüzleştirdi. Kabile sakinlerinin cansız bedenleri meydana toplanmış, evler yakılmış ve ortada hiçbir şey kalmayana dek parçalanmıştı. YoonTai dizlerinin üzerine çöküp ağladı, hemde çok ağladı. Bir çığlık koptu boğazından, yemin ediyordu yine. Halkını bu hâle getirenlerden bir bir intikam alacaktı.
Ama bir anda kendini meydanın ortasında, tam safir taşına dokunduğu yerde buldu. Herkes ona aynı meraklı gözlerle bakıyor ve gücünün ne olabileceği hakkında fikirler yürütüyordu. YoonTai bir an duraksadı ve ne olduğunu algılamaya çalıştı. O geçmişe mi gelmişti?
"Hadi YoonTai dokun artık!" annesi arkadan oğluna mızmızlandığında, YoonTai safire dokundu. Şimdi ise gücünü gösterme vaktiydi öyle değil mi? YoonTai gücünü nasıl kullanabildiğini bilmiyordu. Zaten geçmişe de isteğiyle gelmemişti. Peki nasıl yapacaktı? Döndü ve kendini merakla izleyen kabile sakinlerine baktı.
"Sanırım ben zaman yolculuğu yapabiliyorum." dedi. Himon oğlunun yanına geldiğinde, YoonTai yere çöktü ve ağlamaya başladı. Kimse ne olduğunu anlayamamıştı.
"Baba gidin buradan, ö-öldürecekler sizi çabuk gidin!" onları gözetleyen Lita kabilesinden biri, genç çocuğun gücünü duymuş ve bunu DuKa'ya yetiştirmekte geç kalmamıştı. Geç saatlerde yapılması planlanan savaş planı, biraz daha erkene alındı ve Lita kabilesini çevresini kuşattığı Hiaolulara saldırmaya başladı. Hiao kabilesi hazırlıksız yakalandığından dolayı, sadece gücü olan kabile insanları savaşmaya başladı.
"YoonTai! Git buradan oğlum!" Himon'un gür sesi etrafı inletirken, YoonTai ağlamaya devam ederek onu bırakmayacağını söylüyordu. Sırtına gelen ok yüzünden acıyla yüzü buruşan Himon, 18 yaşına yeni basmış gençleri, meydanın gizli bir bölmesi olan mağaraya göndermişti ve şimdi de oğluna gitmesi gerektiğini söylüyordu. Himon ikinci oku da sırtından yediğinde, yere çöktü. YoonTai babasını böyle bırakamazdı.
"Baba!" babasının cansız bedeni kollarına düştüğünde, YoonTai kaçtı. Peşinden kovalayan Litalılardan uzağa kaçtı. Mağaranın gizli bölmesine, arkadaşlarının ve küçük çocukların bulunduğu yere girdi.
Ağlıyordu, hiç durmadan ağlamaya devam ediyordu ve korkuyordu da. Gücünü kullanmayı bir bilse, her şey daha güzel olacaktı. Belki de erkenden uyarabilecekti babasını ama olmadı, olamadı.
Ağlamaya devam ederken, bir çığlık daha koptu boğazından ve YoonTai kendisini farklı bir yerde, farklı bir şekilde buldu.
"Biz de sizi bekliyorduk Bay YoonTai."
*
Fantastik yazarak kendimi ölüme sürüklüyorum yav©pipi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUKALEMUN
Fanfiction"Bana bahşedilen gücü, hiçbir zaman kötü niyetlerle kullanmayacağıma ve bana bu gücü bahşeden tanrıma her zaman sevgi, saygı ve sadakatle dolu olacağıma yemin ederim." by; vmininpipisi yançiftler; vmin 2seok