Bazen dili tutulur insanın harfleri yan yana dizip bir kelime dahi oluşturamaz. Kelimeleri yan yana getirip bir cümle kurmayı başarabilse bile cümle sese dönüşemez. Dil tutulduğunda yazmak gerekir. Yazıyla duygular hissettirilemese bile harfler yan yana gelir, kelimeler cümleleri oluşturur. Artık olan olmuştur cümleleri yazıp paragrafı oluşturmuşsundur. Lakin sizde sese dönüşemeyen cümleler okuyan insanın içinde çığlıklara dönüşür. Şimdi burada yazacaklarım dilinizin tutulmasına hatta içinizdeki sesin çığlıklara dönüşmesine sebep olabilir. Bu yüzden beni bağışlayın yazacaklarımı sese dönüştüremeyecek kadar güçsüz ve aciz hissediyorum kendimi. Şimdi size Aysel'in neden öldüğünü yazarak anlatacağım. Ve eğer müsaade ederseniz bu yazıyı yaşanmış, yaşanılabilir, gerçek, acı bir öykü olarak herkesin okumasını ve ders çıkarmasını sağlayacağım.
Ben polis memuru İbrahim AZAK. Otuz sekiz yaşında evli iki çocuk babasıyım. On yıldır İstanbul Emniyet Müdürlüğü cinayet büro amirliğinde görev yapmaktayım. Mayıs ayının on üçünde yıllar öncesinden kalma kurmalı saatimin her zamanki gibi altıyı kırk geçe zilinin çalmasıyla uyanmıştım. Olayın gerçekleştiği günün sabahında başımın sağ tarafındaki ağrıdan anlamıştım benim için kötü bir gün olacağını. Çünkü ne zaman başımın sağ tarafında bir ağrı hissetsem bütün günümde başıma aksilikler yahut kötü olaylar gelir. Böyle günlerde normalde çalışmamayı yeğlerim. Çünkü on yıllık polislik görevimde çözülemeyen ölüm vakaları, aynı gün yaşanan seri katil cinayetleri, mafya hesaplaşmaları hep başımın sağ tarafının ağrıdığı güne denk gelmiştir. İşe gitmeyi istemesem de sonuçlanan bir cinayetin raporunu amirime teslim edeceğimden çocuklarımı uyandırmadan öpüp usulca çıkmıştım evden. Evlenmeden öncesinde bu ağrıları çok fazla dert etmezdim. Lakin insan evlenip çocuk sahibi olunca ister istemez önce ailesini düşünüyor ve endişeleniyor. Mayıs ayının başlarında nisan ayının yağmurlarına inat gökyüzünde yerini almış olan güneş insana güzel günlerin geleceğinin müjdesini veriyordu. Böylesine güzel bir günde insanın başına ne gelebilirdi ki diye düşünerek gittim şubeye. İyi düşün iyi olsun felsefesini uygulamaya çalışıyordum kendimce. Bütün gününü ölümlerle geçirmiş, insanlar ile öldükten sonra tanışan birisi ne kadar iyi düşünebilirse bende o kadar iyi düşünüyordum işte. Akşama kadar şubede oyalandım durdum. Günün benim için bir milat olacağını düşündüğüm sırada bir cinayet ihbarı aldık. Otuz yaşlarında bir erkek Kemerburgaz ormanında silahlı saldırı sonucu öldürülmüştü. Olay yerine intikal ettiğimizde olay yeri inceleme ekibi çoktan başlamıştı araştırmalarına. Olay yeri inceleme ekibi amiri Mithat Beyden olayın bilgilerini alıp etrafı biraz dolaştıktan sonra yardımcım Osman ile şubeye geri dönüyorduk. Başımın ağrısı halen devam ediyordu. Osman tanıdığı bir doktor olduğunu doktora gitmem gerektiğini söylüyordu. Oysa bu ağrı doğuştan bendeydi ve bu ağrının tıbbi bir çözümü yoktu. Çocukluğumda defalarca doktora gidip hiçbir sonuç alamadan geri dönmüştük. Annemin babasının vefatında ben henüz on aylık bebekmişim. Dedemin ölüm haberi gelene kadar ağlamışım. Babam öldüğü günde aynı ağrı yine beynimin sağ tarafında yerini almıştı tabi. Size belki hurafe uydurma gelebilir lakin bu altıncı hissin yahut bir mesaj olarak nitelendirdiğim baş ağrısının bana annemden geçtiğini düşünüyorum. Annemin ne zaman kulakları kıpkırmızı olup ağrısa Allah hayır etsin inşallah derdi. Fakat o gün muhakkak köyümüzde bir ölüm olurdu. Bu yüzden yardımcımın teklifini nazikçe reddettim. Beni sahile götürmesini belki biraz temiz hava alırsam başımın ağrısının geçeceğini söyledim. Lakin asıl amacım mesaimi dışarıda bitirip şubeye gitmemekti. Osman ile Bakırköy sahilinde bir iki volta atıp sohbet etmeye başladık. Osman insanın kendi memleketinin bir başka olduğunu fakat İstanbul'un bambaşka olduğunu söylüyordu. İstanbul gibisi yoktur dedim denizin tuzlu meltemini içime çekerek. İstanbul'da her memleketten bir iz bulursun ama başka yerde İstanbul'u bulamazsın Fatih gibi bir padişahın gönlünü fetheden başka bir şehir yoktur dedim. Osman ile havadan, sudan, memleket meselelerinden konuşup şubeye geri dönmüştük. Osman Kemerburgaz cinayetinin hızlandırılmış otopsi raporunu almak için ofisten ayrılmıştı. Ofisin cam kenarına geçip bir sigara yaktım. İstanbul'da hava kararmış süslü bir Noel ağacı misali mavili kırmızılı yeşilli ışıklara bürünmüştü şehir. Sigaramı bitirip eve gitmeyi düşündüğüm sırada çalmıştı telefonum. Arayan amirim Zeytinburnu'ndaki bir intihar vakasına bakmamı istiyordu benden. Zeytinburnu'nun arka sokaklarında bulunan kentsel dönüşüme girmiş inşaatlarla dolu bir sokağa girdiğimde gördüğüm kalabalık ve polis arabaları olay yerini işaret ediyordu. Ben olay yerine vardığımda Aysel çoktan ölmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aysel'in Ölümü
NouvellesBazen dili tutulur insanın harfleri yan yana dizip bir kelime dahi oluşturamaz. Kelimeleri yan yana getirip bir cümle kurmayı başarabilse bile cümle sese dönüşemez. Dil tutulduğunda yazmak gerekir. Yazıyla duygular hissettirilemese bile harfler yan...