Zion T. - Wishes
1* ''kayıp haldeyim. sanırsın gölgeyim, ayaktayken yerdeyim. ne bileyim.'' *
Babam, her şeyin bir kalbi olduğuna inanıyor. Enine boyuna bütün evrenin, bütün gezegenlerin, bütün galaksilerin, onun için ayakların bile bir kalbi var. İçine pislik ve kum dolmuş ayakların, sıcak kumların, sıcak kumların altındaki kımıl kımıl solucanların bile. Bana kalırsa kısmen haklı olabilir ama o, bunu haklı olmak ya da kimseye bir şey ispat etmek için filan söylemiyor. Babam yalnızca Amelia romantizminden ve kendi kendimize kurup kendimizi inandırdığımız deterministik evrenin başımıza göçtüğü fikrinden hoşlanıyor.
Babamın ne düşündüğünü umursamayı bırakalı bugün hayli zaman geçti, artık, fevkalede canımı sıkıyorlarsa sallamıyorum onları. Çünkü ben, babamın aksine, altında kımıl kımıl solucanların oynadığı sıcak kumlara güvensiz bir gömülüşten çok sıcak asfaltın tanıdık hissini tercih ediyorum, deterministik evrenimin başıma göçtüğü fikri beni yalnızca huzursuz ediyor. Bir filmin bütün olası sonlarının, bir kitabın bütün olası kapanışlarının başka bir evrende soluk alır gibi kolayca ve hiç ön koşulsuz yaşandığı fikri beni hasta ediyor, atomlarıma ayrılıyormuş filan gibi hissediyorum kendimi ve hay yarabbim, bu atomun dünyasını didikleyip duran bütün o bilim dünyasına ve bilim adamlarına derin keder ve teessüflerimi sunmama sebep oluyor. Kınıyorum onları ve çok üzülüyorum, çünkü birden fazla son demek kıçımın güvende olmadığını da kanıtlıyor aynı zamanda.
Kıçım güvende değil ve aman, ben de kıçımın güvende olmadığı fikrinden nefret ediyorum. Yine de, kıçımın asla güvende olmadığı bu yeri, yani bembeyaz duvarlarıyla daha çok devlet hastanelerini hatırlatan bu edebiyat fakültesini seviyorum. Babam, hastaneler de birer edebiyat fakülteleridir diyor, diyor ki edebiyat hüzün ve kederden beslenirmiş. Ben de edebiyat fakültesi bir klinik olsaydı eğer, jinekoloji kliniği olurdu diyorum babama. Çünkü sene çoktan iki bin on yedi(2017) ve sevgili babamın sandığı gibi koridorlar şiir değil seks kokuyor. Bizim fakülte kampüsün aktif seks hayatının yüzde seksen sekizini tek başına sırtlıyor, herkes birilerinin kıçını kolluyor, herkes birilerinin kıçından hoşlanıyor, işte burada işler böyle yürüyor ve kıçım, kıçım sahiden güvende değil.
Ama yine de bu fakülteyi seviyorum, bana içinde nefes alabildiğim camdan bir küreymiş gibi geliyor. Kendimi bir çim adama benzetiyorum bu yüzden, gübre dünyadaki bok yüzdesini yüzde yüz oranında sırtlıyor olabilir ve berbat kokuyor, ama yine de, ben bir çim adamım ve gübre nefes almamı sağlıyor. Bu fakültede öyle işte, pek bir özelliği yok, koca bir şehirdeki koca kampüslerden biri değil, kesinlikle ilk onda değil ve öyle mükemmel hocaları da yok. Biri dışında. Do Kyungsoo. Evrenin başına gelebilecek en mükemmel adam, tapıyorum ona, onun sıkı kalçalarına ve sıkı kafatasına, sıkı kafatasının içindeki her bir beyin kıvrımına bayılıyorum.
İşte onu böyle seviyorum, Do Kyungsoo, İngiliz Edebiyatı kürsüsünde profesör, Kurgu Yazma dersimize o giriyor, otuz beş yaşında, her zaman temiz gözüken alnının üzerinde düzgünce sabitlenmiş simsiyah saçları var, boncuk gibi gözleri, böyle koca koca bir kez açınca insana bir daha başka bir şeye bakma fırsatı vermeyen boncuk kara gözleri. Bir de feci utandırıcı bir detay ama beni en az haftada bir kez elime mahkum eden kıpkırmızı dudakları, asla kirli kelimelerin dökülmediği, daima çatık ve ciddi kaşlarının süslediği kırmızı dudakları. Sürekli siyah, jilet gibi ütülediği bir kumaş pantolon, siyah yuvarlak yaka tişört ve siyah blazer ceket giymekten hoşlanıyor, işte bazen, yani arada bir, yüksek taban new balancelarının üzerine koyu mavi bir kot ve kollarını katladığı, üzerine tam oturan bir beyaz gömlek giyiyor, işte öyle zamanlarda limon dişliyorum. Jongdae ''Em şunu şerefsiz.'' diye tutuşturuyor elime yarım bir limonu. ''Düşüp kalacaksın şimdi bir yerlerde.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
in bavulun üstünden şerefsiz, o donlar senin değil // kaisoo
Fanfickımıl kımılım. çünkü kımıl kımılım ben.