Çizerdi. Eline geçen herhangi bir şeye herhangi bir şeyi. Elleri mütemadiyen bir hareketlilik içindeydi. Parmakları sanki sürekli bir fırça tutuyormuşçasına birleşir, bir şeyler çiziyormuşçasına hareket ederdi."O nazenin perinin kafamı ne zaman çalacağı belli olmaz." der bu yüzden de yanında hep bir kalemle veyahut boyayla gezerdi. Kulağının arkasına sıkıştırdığı bir kalemle onu görmüş olmanız muhtemeldir.
Onunla ilk tanışmam da böyle olmuştu. Mütemadiyen bir şeyler çiziktiren bir adamla başka şekilde tanışmam pek mümkün olamazdı zaten.
Bir pazar öğleden sonrasıydı. Herhangi bir pazardı, tarihi net hatırlayamıyorum, gibi şeyler söylemeyeceğim. Onunla ilgili tam hatırlayamadığım veya unuttuğum hiçbir şey yok çünkü. Her anı, dün gibi aklımda. Yitip giden diğer anıların aksine onunkiler raptiyeyle beynime tutturulmuş gibiler. Unutmam söz konusu bile değil.
Takvim 5 Mayıs'ı gösteriyordu, akrep dördü ve yelkovansa onu. Dörde on vardı. Veya başka bir deyişle üçü elli geçiyordu. Tamı tamına kırk altı dakikadır bir parka oturmuş elimdeki kahveye bakıyordum. E tabi kırk altı dakika boyunca bir kahveden sadece bir yudum alır ve sonra sanki kahve içmek için değil de televizyon misali izlemek için yapılmış gibi onu izlerseniz o kahve kahvelikten çıkar. Bulaşık suyundan hallice bir şeye dönüşür.
"Bunu nereden biliyorsun?" gibi bir soru sorma zahmetine girmesin beyniniz. Nereden bileceğim lanet olası ikinci yudumu kırk yedinci dakikada aldım çünkü. Düşüncelerim o kadar derindi ki içlerinden çıkabilmem kırk yedi dakikamı almıştı.
İşte ben ağzımda oluşan o tatla baş etmeye ve dertlerimin derinliğini hesap etmeye çalışırken yanıma, iki kulağının arkasında da kalem olan, parmak uçları renk renk, gülüşü ise tek renk bir adam oturdu.
Evet onun gülüşü tek renkti. Sarı. Çünkü şu seksen senelik ömrümde gördüğüm, güneş misali parlayan tek gülüş ona aitti. Sarı onun gülüşüydü. Bir de gözleri vardı, bir gülüşüyle yeşeren. Güneşi görünce yeşillenen otlar misali. Ben de otlar gibi yeşerivermiştim, o güneş gibi doğuverince hayatıma. Güzün yakın olduğunu bilmeden, tüm çiçeklerimi açmıştım ona. Bilsem de bir şey değişmezdi ama, ben yine tüm çiçeklerimi ona feda ederdim.
Yanıma öylesine rahat oturmuştu ki gören kırk yıllık arkadaş olduğumuza kesin gözüyle bakardı. Ben ona dik dik bakarken onun dünya umurunda değildi. Hoş dünya onun cidden umurunda değildi ama bunu o gün bilmiyordum.
Bir süre yanımda öylece oturdu. Sonra başını yere doğru hafifçe eğerek ayaklarına baktı. Sonra ayaklarının hemen yanındaki benim ayaklarıma. Ve sonra da benim ayaklarımın hemen yanındaki kırmızı gelinciğe.
Parmakları bir anda hareketlendi. Delicesine sürtüyordu onları birbirine. Bir çeşit kriz geçirdiğini düşünmeye başlamıştım ki eli kulağına gitti. Oradaki kalemi yakaladı. Sonra da benim, içinde zavallı kahvemin bulunduğu bardağımı. Bardaktaki kahveyi sanki onunmuş gibi tek yudumda içişini, sonrasında bardağa bir şeyler çizişini trene gözünü dikmiş bakan öküz misali izledim.
Çizimi tamamladığında dudakları sarıya boyandı. Derin bir rahatlamayla kocaman bir gülümseme bahşetti bana. Işığı en bol olanından. Bense ağzımı zar zor kapattım ve ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi verdim.
Sanki verdiğim nefesi duymuş, rahatlamamı hissetmiş gibi hareketlendi. Kalemini kulağına geri koydu. Banktan yavaşça kalktı. Bana bir kez daha gülümsedi ve güneşin mi yoksa onun gülüşünün mü daha parlak olduğunu sorgulattı. Ve yanımdan yavaşça uzaklaştı.
Kendime gelmem ne kadar sürdü inanın hiç hatırlamıyorum. Ama aklımın çarklarını tekrar çevirmeyi başardığımda elim kahve bardağına gitti titreyerek. Bunun bir rüya olmadığına dair tek delil oradaydı çünkü.
Bardağı yavaşça kavradım. Ve yine sanki incitmekten korkarcasına, yavaşça yüzüme yaklaştırdım. Sebepsizce gözlerim doldu. Ah o an niye ağladığımı inanın hala bilmiyorum.
Bir çift erkek ayakkabısı, ki tıpkı onunkiler gibi; yanında bir çift kadın ayakkabısı, ki tıpkı benimkiler gibi; ve kadın ayaklarının yanında bir gelincik, tıpkı benim ayaklarımın yanındaki gibi...
Bardağa çizdiği aynen buydu dostlarım. Gönlüme çizdiklerinden bahsetmeyeyse ne kelimelerim, ne de ömrüm yetmez. Yine de deneyeceğim, size o adamın güzelliğini elimden geldiğince anlatacağım.
Eveet! Ufak değişikliklerle ilk bölümümüz yayımda! :))
Bölüm ithafı da, beni kitabı düzenlemem konusunda ikna eden ve daha güzel olacağına inandığım bölümleri yazmamı sağlayan nekitapsiznekedisiz için. Çok teşekkür ederim güzelim! Sen olmasan belki de bu kurgu, içimde hep bir sıkıntıya sebep olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şövale ile Torf
Short Story"Parmak uçları renk renk bir adam ve bakışları çiçek kokan bir kadına dair..."