Tanışmak.3 gün olmuştu.
Ali Kemal ortadan kaybolalı tam üç gün...
Ve Mehmet deliler gibi onu arıyordu. Gerçekten, bir anda kaybolması şart mıydı? Onu, arkadaşlarını yüz üstü bırakması...İçten içe sinir oluyordu bu duruma Mehmet. Bu sinir olma meselesi Ali Kemal'in ilk gelişine kadar uzanıyordu. Yönetmeye çalışmıştı onları, Cezmi'yi, Lütfü'yü, Onu. Oysa nefret ederdi Mehmet kendini yönetme kapasitesine sahip sanan insanlardan. Yönetmek için zekan olması gerekirdi. Yaşanmışlıkların, mantığın, kabiliyetin. Öyle olmasa, meyhanede sızan herkesi vezir yapmazlar mıydı zaten?
Mehmet son bir kez daha matbaada sinirle kollarını kavuşturdu. Sıkkınlıkla yüzünü havaya dikerek derin bir nefes aldı. Kendini çok yararsız hissediyordu böyle zamanlarda. Ve Mehmet yararsız olmaktan da nefret ederdi. Belki, dedi. Son bir şans bulabilirim onu. Aklına hücum eden fikirle birlikte biraz olsun rahatladı. En azından yararsız olmayacaktı artık. Evet, evet, son bir şans, Ali Kemal'in evine gitmeliydi. Ailesi Ankara'ya gitmiş olsa da Ali Kemal orada olabilirdi. Belki de ailesiyle gitmemesinin vicdan azabını çekiyordu. Sonuçta yalnız bırakmıştı onları.
Kuzguni gözlerini kapıya doğru dikerek yürüdü ve Ali Kemal'lerin evine doğru ilk adımlarını attı...****
Genç kız ağzını büzdü. O gittiğinden beri her şeye sinir oluyordu artık. Tüm bu kirli dünyaya rağmen açan güneşe, savaşa rağmen gülüşen çocuklara, ihanete rağmen sevenlere, mutlu sonlarla biten kitaplara, hala aşkı için gizli bir özlemle tutuşan kardeşine sinir oluyordu. O gittiğinden beri anlamsız geliyordu aşk, Ali Kemal gittiğinden beri...
Yaza uygun olarak mor eşarbı başında, eve doğru yürümeye devam etti Yıldız. Ayaklarındaki çarıkların sesi birkaç metre öteden duyulabilecek büyüklükteydi. Fakat kadın aldırmıyordu. Varsın duysundular. Keşke, keşke duysaydı bütün dünya onu. Ve keşke, keşke anlayabilseydi biri onu. Tüm bu düşüncelerle boğuşurken, mütevazı pembe evlerinin kapısına geldiğini fark etti. Yalnız değildi. Kapkara saçlı, uzun boylu bir delikanlı evlerinin önünde dikiliyordu. Herhalde çekilmeye de niyeti yoktu.
Gözlerinde alayla ona doğru ilerledi. Zaten kızgındı Yıldız, haddini bildirmesi gerekirdi bu delikanlıya. Sahi, kimdi o? Sordu en sitem dolu sesiyle.
''Ne diye dikiliyorsun burada? İşin gücün yok mu senin?''
Onun sesiyle irkilen genç, bir anda kadına doğru döndü. Beyaz tenli, zümrüt yeşili gözleriyle kadın o an öyle güzeldi ki! Hırçınlığı onu daha da güzel yapıyor, mizacı onu daha da çekici kılıyordu. Fakat Mehmet buna hiç dikkat etmedi. Hem de hiç. Çünkü o anın etkisiyle tüm dikkati kadının sözlerinde yoğunlaşmıştı. Kendi karanlık, keskin duygularını anlatan gözlerini onun zümrüt yeşili ihtirası anlatan gözlerine dikti.
''Asıl senin işin gücün yok mudur da bana sataşırsın?''
Genç kadın muzaffer bir edayla güldü. Sonra gözlerini kısarak konuştu.
''Ha, yani kabul ediyorsun uğraşılmaya değer olmadığını?''
Ona edilen bu lafa şaşırdı önce Mehmet, birkaç saniye durakladı ve heyecanla cevap verdi.
"Hayır Hanımefendi, hiç tanımadığınız bir gençle uğraşacak kadar işsiz güçsüz olduğunuzu ima etmiştim."
Bu sefer o muzaffer gülümseme Mehmet'in suretindeydi.
"Yanlış ima etmişsiniz. Çekilin şimdi önümden."
Bozulmuştu genç kadın. Gözlerini kaçırdı hazımsızlıkla. Mehmet ise sırıtıyordu, arsızca.
"Hayhay...."
Mehmet fark etmeden biraz fazla yaklaştığı bu kadından yavaşça, tek adımla uzaklaştı. Sonra arsızca gülümseyen gözleri tekrar bir boşluğa dönüştü. Belirginleşen göz bebekleri tekrar karardı. İşte yine dönmüştü o her şeyden bıkkın eski haline.
Bununla birlikte şaşıran genç kadın, Yıldız, eşarbından fışkıran birkaç tutam saçı kulağının arkasına attı, ve konuştu. Yumuşak değildi belki fakat sitemkar da değildi sesi.
"Ne oldu? Niçin dikiliyordunuz burada?"
Aradan kısa, kupkuru bir zaman geçti. Sonunda cevap verdi Mehmet bu suale.
"Bir arkadaşımı arıyorum hanımefendi lakin belli ki, yok."
"İyi, kimseye sormadan bulamazdınız zaten."
Yıldız alayla gözlerini devirdi ve evine girmek için eski kapıya yöneldi. Fakat tek adımıyla geri çekilen Mehmet bu sefer yine tek adımıyla ona yaklaşmıştı. İçeri girmeden önce tuttu kolundan. Gözlerini yine kilitledi gözlerine. Çok şükür ki kimse yoktu mahallede. Münasebetleri fazla yakındı çünki.
"Bu-burada mı oturuyorsunuz?" Sorgulayıcı sesi Yıldız'ın kulaklarında yankılandı. Fazla yakındılar. Aslında tutkunun bir esiri olan Yıldız, ne hikmettir ki derince yutkundu. Belki de tutkudan ilk kaçışıydı bu. Lakin gözlerini kaçırmak... İşte bunu yapamazdı.
"E-evet, niye soruyorsunuz?"
İşte, yine meydan okuyordu.
"İsminiz nedir?"
"Asıl sizin isminiz ne?"
Karşılıklı meydan okudular bu sefer birbirlerine.
"Önce ben sordum."
Tekrardan o çarpık gülümsemesini bahşetti Mehmet.
Yıldız da bunun üzerine kolunu çekip kurtuldu Mehmet'ten. Sonra hışımla konuştu.
"İyi ya! Fazla merak ettiyseniz söyleyeyim. Yıldız. Oldu mu?"
"Sen Ali Kemal'le Hilal'in kardeşisin!"
O bir anlık şaşkınlık... Ağzından böyle kaçmıştı işte. Demek bahsettikleri Yıldız, bu Yıldız'dı. Huysuz, hırçın ama iyi Yıldız.
Yine yutkundu genç kadın. Ve sonra verdi cevabını.
"Doğru, kardeşleriyim. Şaşırdın mı?"
"Nerede Ali Kemal?" Bu sefer sesi sitem dolu olan Mehmet'ti.
"Sanane? Hem sen kimsin ki?" Biri sitem edince diğeri sitem etmeden duramıyordu.
Mehmet hafifçe başını aşağı yukarı sallandırdı.
"Mehmet..." Sonra bir hışım dönerek gitti. Tek bir cümle kullanmaya tenezzül duymadan. Görüşürüz demeden, memnun oldum demeden. Sadece gitmişti işte bir anlık öfkesiyle.
Yıldız ise baktı. O giderken sadece bakmakla yetindi.
Ne diye? Ne diye arıyordu ki Ali Kemal'i? Hem bahsettikleri Mehmet, bu Mehmet miydi?
Ali Kemal'in deyişiyle Huysuz Mehmet, hırçın Mehmet ama iyi Mehmet....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutku.
FanfictionYıldız ve Mehmet... Birbirine bu kadar zıt bu iki genç aslında mükemmel bir uyum olabilir mi? Birbirlerinin kusurlarını kapatarak en sonunda belki de en tutkulu aşkı oluşturabilirler mi?