...
Genç kadını usulca kucaklayıp sessizce odasına taşıdı. Onu yatağa uzattığında bir süre yanında oturup tüm huzursuzluğuna rağmen can yakacak kadar güzel yüzünü seyretti. Bakır rengi bir bukle, yüzüne düşüp burnuna doğru kıvrılmıştı. Onu rahatsız etmemesi için saçını uzaklaştırmak üzere elini uzattı ancak kolu taş kesmiş gibi yarı yolda duraksadı. Ona son uzandığında genç kadını da beraberinde ateşe sürüklemişti. Alev almış gibi görünen saçları tenini kavursa da onun dokunuşu kadar zarar veremezdi. Bakışları, ona bunu yapan günahkar eline kaydığında teninden bir ürperti geçti. Tiksinti boğucuydu.Odasına geri dönüp suç aletlerini ortadan kaldırdıktan sonra odayı saatlerce arşınlayarak Mercan'ın uyanmasını bekledi. Zaman ufalanıyor gibiydi. Genç adam bırak saatleri, dakikaları; saniyeleri sayar olmuştu.
Mercan'ın gürültülü, sarsak adım sesleri yan odadan duyulduğunda her mahkumiyet gibi Çelik'inkinin de sonuna gelindi. Ve genç adamın asıl esareti başladı.
Mercan'ın odasına doğru kaskatı adımlarla ilerlerken zihni, kordan soru işaretleri püskürüyordu. Mercan uzak durur muydu? Ondan geçer miydi? Peki ya o, genç kadına izin verir miydi? Üstüne basıp geçmesine göz yumar mıydı? Yapabilir miydi?
Kapısında taşlaşmış gibi dikilerek genç kadının perişanlığını haykıran sesleri dinlerken bu sorular kafasında dönüp duruyordu. Bekledi. Cezasının tadını çıkarırcasına kulak kabartarak bekledi. Mercan'ın her sancılı öğürtüsünde yüreği yerinden sökülüyormuş gibi hissederek bekledi. Sonunda genç kadın sessizleştiğinde de yanık yaraları içindeki ruhunu buzdan bir örtüyle sarıp sarmalayarak alnını kapının sert yüzeyine yasladı ve usulca seslendi. Mercan ne kapıyı tıklatmasına yanıt verdi ne de adının fısıldanışına. Genç adam yeniden denediğinde dişleri birbirine geçmişti.
"Ses ver. İyi misin?"
Susacak mıydı böyle? Kapalı kapıların ardına mı saklayacaktı kendini? Hayır! İzin vermeyecekti! Veremezdi...
İlk kapıyı aşıp kararlı adımlarla banyoya yöneldiğinde ikincisini de aynı kolaylıkla açacağını sanıyordu ancak yerinden kıpırdamayan kapıya sertçe tosladığında yanıldığını anladı. Kaşları kömür karası bir kavisle birleşirken burnundan sertçe soludu ve kapı kolunu zorladı.
"Kapıyı aç."
Kısık sesli emri genç kadına kapalı kapının ardından buzdan mızraklarını doğrultmuştu. Mercan olduğu yere sindi. Gelip zorlayacağını bile bile kapıyı hangi akla hizmet kilitlemişti bilmiyordu! Genç adamın sesi öfkeden kudurmuş gibi geliyordu. Onun, yüzüne kapatılan kapılardan ne denli nefret ettiğini bilen yegane insan olarak bu yaptığı kabul edilemez bir davranıştı, biliyordu. Ama henüz onunla yüzleşmeye hazır değildi.
"Sonra," diye inledi yalvarır gibi genç kadın. "Lütfen."
Çelik, Mercan'ın sesinin titreşimlerinin boşlukta kaybolmasını bile beklemeden diretti.
"Şimdi."
Mercan daha da büzüşerek sızlandı. Sesi ağlamaklı çıkmıştı.
Çelik kısık sesiyle, her bir heceyi ayrı ayrı vurgulayarak yeniden emretti.
"Aç şu lanet kapıyı." Neden anlamıyordu? Onu görmeden, ona verdiği hasarı ölçmeden, hala bıraktığı yerde mi yoksa ellerinden kayıp gidiyor mu anlamadan şuradan şuraya gitmeyeceğini neden anlamıyordu?
"Çelik..." Neden anlamıyordu? Onunla yüzleşmeye gücünün olmadığını, bulanık zihni, darmadağın duygularıyla vereceği tepkiyi kestiremediği için yanlış bir şey söylemekten korktuğunu neden anlamıyordu? Ve yaptığından ölesiye utandığını. Neden? "Lütfen git," dedi birkaç yutkunuşun ardından sesini stabil hale getirerek. "Şu anda konuşmak istemiyorum. Beni yalnız bırak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ VE BUZ
Teen Fictionİki fani, bir dünya... Yarısı ateş, yarısı buz... Ateşin içinde donan Mercan... Buzun içinde yanan Çelik... İkisi de yangın, ikisi de yıkım...