İyi ki doğdun, Çukur Yanak!
...
Kan. Çok fazla kan. Parmak uçlarından süzülen parlak damlalar, o yapışkan his. Ve o meşum hastane kokusu. Hani sağlam bir refakatçıyı bile hasta hissettiren koku. Yerden onlarca kat yukarıda bile olsanız basık hissi veren, ortam gerçekte ne kadar ferah olsa da klostrofobiyi tetikleyen; mekandan tamamıyla bağımsızca nefesinizi daraltan psikoloji. Kaybetme korkusu. Çaresizlik. Umutsuzluk. Bir rüyayı kabusa çevirebilecek her şey. Her şey sızmıştı Mercan'ın masum uyuklamasına. Bu sadece bilinçaltının bir oyunuydu, biliyordu. Kabusu anbean korkunçlaşırken bunun sadece bir kabus olduğunu biliyordu. Ama uyanamıyordu.Yoğun floresan ışığı altında bembeyaz görünen ıssız koridorlarda üstünde ameliyat önlüğüyle koşuyor, ince kıyafetin altındaki çıplaklığından titriyordu. Bir labirentin içinde hapsolmuş olmalıydı. Bir elini duvardan hiç ayırmadan ilerlemeye devam ederse önünde sonunda çıkışı bulabileceğini hatırlayarak parmaklarını buz gibi duvara dayadı ve koşmaya devam etti. Ardında bıraktığı o bembeyaz duvarlara birkaç sıra kırmızı çizgi hediye ettiğinin farkında olmaksızın durmadan koştu. Duvarlarda yankılandığını sandığı saat tik takları kafasının içinden mi geliyordu? Ya da asıl yankılanan çığırından çıkmış kalp ritmi miydi? Bilmiyordu. Tek bildiği zamanının daraldığıydı.
Telaşlı adımlarının bastığı zemin sarsılmaya başladığında ağlamaklı bir sesle sızlandı. Bunca çabalamışken ona ulaşmadan uyanmamalıydı, kabusu böyle bitmemeliydi.
"Hayır..." diye sayıkladı itiraz edercesine. Ama artık çok geçti. Bilinçaltının yarattığı beyaz dünya parçalanmaya başlamıştı bile.
"Şşştt..." diye fısıldadı Çelik usulca ve genç kadının kucağındaki konumunu sağlamlaştırdı. "Uyumaya devam et, Bilge Baykuş." Mercan'ın buruşturduğu suratına bakarken şefkatle gülümsedi ve açık bıraktığı kapıdan geçerek kütüphaneden çıktı.
"Çelik?" diye mırıldanan Mercan direnmeyi bırakıp gözlerini araladı. Kabusunda olmasa da genç adamı bulmuştu. Ya da bu durumda, Çelik onu bulmuştu. Yine, mükemmel bir zamanlamayla.
"Saatin neredeyse gecenin dördü olduğundan haberin var mı?" diye mırıldanarak azarladı genç adam Mercan'ı. "Gözlerini böyle yormaya devam edersen yakında dürbün kullanmak zorunda kalacaksın." Genç kadını kitap yığınlarının arasında sızmış halde bulduğu kaçıncı geceydi, kim bilir!
Kabusun etkilerinden sıyrılmayı nihayet başaran Mercan ilerledikleri loş koridorda etrafına bakındı ve konumunun farkına vardı. Çelik'in kucağındaydı!
"Çabuk indir beni, şapşal!" diye çıkıştı inmek için debelenerek. "Dikişlerini patlatacaksın!"
"Sessiz ol!" diye terslenen Çelik genç kadının debelenişine karşılık onu bedenine iyice bastırıp sabitledi. "Hangi dikişlerden bahsediyorsun sen? Geriye sadece beyaz bir iz kalalı aylar oldu." Mercan'ın içini rahatlatmaya çalışmıyor, samimiyetle konuşuyordu. İlk bir-iki ay kasığındaki kesiğin hassasiyetinden mustarip olmuşsa da artık herhangi bir rahatsızlık hissetmiyordu.
Ameliyat kesiklerinin ne kadar rahatsız edici olabileceğini bizzat deneyimlemiş olan Mercan genç adamın doğruyu söylediğini de bizzat kendi bedeniyle tasdikleyebilecek durumda olsa da onu koruma içgüdüsü hala doruğundaydı. O noktadan bir milim bile oynayacak gibi de görünmüyordu.
"Evet, biliyorum ama..." diye hararetle başlamıştı ki Çelik'in başını eğip manidar bir bakış atmasıyla pembeleşerek sustu. Aptal kafam, diye azarlıyordu kendini içten içe. Çelik'in yarasını görmesi tabii ki mümkün değildi.
"Hayırdır?" diye alayla genç kadını sıkıştırdı Çelik, hiç zorlanmadan merdivenleri tırmanırken. "Röntgenciliğe mi başladın sen?"
"Dalga geçme benimle!" diye çıkışırken uyduracak bir şeyler düşünüyordu, ondan ilk kez sır saklıyor oluşunun sıkıntısıyla. "Okuyoruz herhalde! Ameliyat izlerinin hangi dönemde nasıl görüneceğini bilmek için illa bizzat görmeye gerek yok."
Genç kadının ukalalığına hafifçe kıkırdayarak karşılık veren Çelik bir an sonra ciddileşti.
"Evet, hatta epey fazla okuyorsun," diye azarladı Mercan'ı. "Kendini bu kadar yıpratmamanı daha kaç kez tekrarlamak durumunda kalacağım? Lisans eğitimine adapte olmakta zorlandığının farkındayım ama bu kadar kasma! Finallere birlikte çalışacağımıza söz verdim, sözüme niye itimat etmiyorsun?"
"Bunu bu şekilde değerlendirmek zorunda mısın?" diye sızlandı Mercan gözlerini devirerek. Sonra da ekledi. "Hem hazır odama da varmışken artık beni yere mi indirsen?"
Çelik genç kadını azarlamakla öylesine meşguldü ki taşımacılık görevinin sonuna geldiğini fark edememişti. Onu böyle kollarında tutmak o kadar doğal geliyordu ki... Mümkün olsa bedeninden bir parça gibi ömrünce taşırdı genç kadını.
"Ukala Sincap, in bakalım," diye homurdanarak genç kadını ayaklarının üstüne bıraktıktan sonra açtığı kapıdan içeri doğru ittirdi. "Geceden geriye kalan birkaç saati iyi değerlendir zira cezalısın. Yarın erkenden kalkıp bana krep yapacaksın. Bel ağrısına iyi geldiğini okumuştum bir yerlerde."
Genç adamın aleni dalga geçişine yüzünü buruşturup homurdanarak karşılık veren Mercan bir an sonra ayrılacaklarını fark edince durgunlaştı. Gördüğü kabustan sonra henüz buna hazır değildi. O kabus ne ilkti ne de son olacaktı ve genç kadın benzer sahnelerle boğuştuğu her gece soluğu onun yanında almıştı. Şimdi de ihtiyaç duyuyordu genç adamın sağlıklı sıcaklığını hissetmeye, tıpkı o travmatik olayın kalıntılarından tamamıyla kurtulana dek ihtiyaç duyacağı gibi.
"Tam bir fırsatçısın," diye terslenirken numaradan kocaman esnedi. "Ama rüyanda görürsün! O kadar uykum var ki sabah beni yataktan atmadığın sürece erken uyanamam." Kolları göğsünde meydan okur bir halde bağlıyken bir adım kenara çekildi ve başını yana eğerek açtığı boşluktan odasını işaret etti. "Kısacası, krep istiyorsan..."
Mercan'ın zekice senaryosunu hayata geçirdiği muhteşem performansına içten içe gülen Çelik, genç kadını bozmayıp oyununda ona katıldı.
"Pekala bakalım, öyle olsun," diye homurdandı odaya girerken. "Bir tek çalar saat görevi görmediğimiz kalmıştı, o da oldu." Kapıyı usulca kapatan Mercan'ın hafif kıkırtısını duymazdan gelerek yatağın bir kenarına uzandı. Bir kaşıyla genç kadının doldurması gereken boşluğu işaret ederken ikisi de genç adamın neden yorganın üstüne uzandığını biliyordu. Donmak pahasına bile olsa o yorganın altına girme riskini göze alamazdı. Mercan'la bu kadar yakın olmak son yıllarda yeterince zorlaşmıştı zaten, bir de bedenini bedenine yapıştırarak uyumak peygamber sabrı gerektirirdi.
Mercan şeker bulmuş bir çocuk gibi sevinçli, pıtı pıtı adımlarla ilerledi yatağa ve yorganı aralayıp sırt üstü uzandı. Aralarındaki kısacık mesafeden birbirlerine attıkları bakışlar muziplik yüklüydü. Mercan dayanamayıp neşeyle kıkırdarken Çelik yanaklarının içini dişleyerek başını iki yana salladı ve bedenini harekete geçirip kıvırcık saçlı başını genç kadının kalbinin üstüne yerleştirdi. Mercan da bir elini yanağına diğerini başına koyunca yıllanmış uyku pozisyonlarını almış oldular. Yeryüzündeki fanilerin kimileri yüzükoyun uyumayı sever, kimileri de sağ taraflarına uzandıklarında rahat ederlerdi. Onlarsa en huzurlu uykularına birbirlerine kenetlendiklerinde dalabiliyorlardı.
"Kulağımın altında gümbürdeyen bu kalbin ritmi neden en güzel ninniden bile daha tatlı gelip uykumu getiriyor?" diye mırıldandı Çelik uykuyla uyanıklık arasında süzülürken. Kendini üstüne çöken huzurlu rehavetin kucağına bırakmıştı.
"Düzen içinde inip kalkan göğsünün baskısını bedenimde hissedince neden tatlı tatlı uykum geliyorsa ondan," diye mırıldandı Mercan, uyumak üzere olan bir kız çocuğunun yavru kedi sesiyle.
Çelik genç kadınınetrafındaki kollarını sıkılaştırınca Mercan da yanağını okşayarak karşılıkverdi genç adamın sarılışına. Güneş tepedeki yerini alana kadar sürecekuykularında Çelik ara ara genç kadına sıkı sıkı sarılma ihtiyacı duyacak,Mercan da o avucunu gıdıklayan sakalları usul usul okşayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ VE BUZ
Roman pour Adolescentsİki fani, bir dünya... Yarısı ateş, yarısı buz... Ateşin içinde donan Mercan... Buzun içinde yanan Çelik... İkisi de yangın, ikisi de yıkım...