Merhaba karaşınım.
Asla duymayacağın bir sesle sesleniyorum sana. Asla okumayacağını bildiğim bir yerden yazıyorum. Hoş bunu bilmesem bu kadar açık olamazdım o ayrı bir konu olmalı. Hayatıma gelişinin saçmalığından mı başlasam gidişinin hoyratlığından mı vursam bilemedim. Ne gelişin belliydi senin ne gidişin. Sanki tüm hayatım boyunca senin katacaklarını beklemişim. Hamurumun unu tuzu eksikmiş sanki sen gelene kadar. Hayır, gelmesen de olurdu kızacaksın biliyorum böyle dememe diyeceksin beni bu kadar büyütme gözünde. Bir bilsen gözümde yerini... Bilemezsin hiç bilmedin, bilmeyeceksin. Yanmam da bu yüzden işte biliyorum ki hiç gelmeyeceksin.
Beklemiyorum da gelmeni artık. Büyüdüm büyüyeli böyleyim.
Çocukluğumun son gecesiymiş meğer tanışacağımız gece. Bilseydim olacakları yine de seninle konuşur muydum diye çok düşündüm. Her zaman olduğu gibi yine her sorumda cevabım sendin her seferinde dedim ki konuşurdum. Gecenin sabaha hemen kavuşması, günün geceye hasretine ihanetti her seferinde. Ne benim için biterdi gün ne güneş için. Bir an önce çekilmek adına köşemize savaşırdık günün monotonluğuyla. Ne zaman gün geceye kavuşur, o zaman düşerdin tam da karanlığımın ortasına. Neydi bu hissettiklerim bilmem ama gücünden şüphem yoktu. Beni alıkoyan bu sersemlik iyiye mi işaretti yoksa felaketimin bir çağrısı mı bilmedim hiç. Ateşinin sen olduğuna emin olduğum pervaneden başka bir şey değildim. Işığın gözümü sıcaklığın tenimi yaktıkça yanına geldim. Her konuşma her gece bir adımdı biliyordum da bilmediğim yolun sonunun vardığı yerdi. Merak etmedim de aslında bir deli cesaretiyle nereye gitse giderim diyordum peşinden. Nereye gittiğimiz değil yolumuz önemliydi, yol arkadaşı senken. Kan revan içinde de kalsam yürüyecektim seninle. Öyle romantik aşk hikayeleri değildi beklediğim bizden. Sadece yanımda olmandı. Aşk vardı biliyordum bir yerlerde belki bizim içimizdeki de uyanacaktı. Öyle değil mi ama ? Birlikte olmayacaksak neden karşılaşmıştık ki sonuçta. Hem hisler telepatiktir karşındaki insanda ufacık da olsa bir şey olmasa senin içinde hiçbir tohum filizlenemez. Ama o tohumun düştüğü yerden haberin yoksa sarmaşık olup sarardı her yerini o ayrı. Tabi buna dikkat edecek kadar kendimde olsaydım belki de bu yazı hiç olmayacaktı. Yani demem o ki sen düştüğün yerde büyürken beni de büyütmüş varlığın günden güne. Ne okuduğum ne izlediğim ne yazdığım ne çizdiğim hiçbirisi yeterli değilmiş. Gelişin beni büyütmek için görevmiş. Bunu ikimizden başkası bilemeyecek belki de. Anlatamam istesem de tarif edemem. Küçük bir çocuğun öğretmenine âşık olması gibi hissettim çoğu zaman. Sümüğü burnunun ucunda kurumuş, saçları birbirine karışmış kazağı belki de is kokan, tırnaklarının arasında oynadığı toprağın parçalarını taşıyan bir çocuk. Gözlerinde sevilmemenin verdiği hüzün, hep bir yerlerde fazlalık olmanın verdiği ağırlıkla bükük bir boyun. En son doğduğu gün ebe tarafından okşanmış annesine bile yük olan bir çocuğun, saçını okşayan öğretmene aşık olduğunu sanması gibi. Hayranlık mı aşk mı diye bocalarken rulette tetiği çekmekti içimdeki savaşım ve inan kurşunun beni dağıtışını değil de seni öpmeden gitmenin ciğerimi nasıl dağıtacağını düşündüm sadece.
Çünkü sevilmek isterken öldürülmeyi hiçbir çocuk hak etmezdi. İçimdeki boyundan büyük seven çocuk bile.
Cok istedim seni tehdit etmeyi 'sevmezsen çocuk ölür!' diye ama kıyamadım en ufak duyguna bile. Günlerin birbirini tepe tepe geçtiği günlerde hani o tohumun her yerimi sardığı günlerde, senli bir gecede yani, senden gelen ışıkları gördü yeşilim. O sarmaşık çiçeklerle açmaya başladı. Ah diyordum bir insan nasıl bu kadar sevilebilirdi ki.
Bir şarkıya bir söze, ah bu yürek nasıl düşebilirdi ki. Ben de ne güçlü kızmışım meğerse. Birileri görse halimi ne derdi.
Bir gün dedin ya hani ‘ala gözlerini sevdiğim dilber’ , yemin olsun kimseye bakamadim o gözlerle ben. Hani saçlarımı siyah yaptım dediğimde sevindin ya güneşe çıkamadım bir tonu bile değişik görünmesin diye. Ben seni ne cok sevdim be.