Büyük Yaz Tatili

35 6 4
                                    

BÜYÜK YAZ TATİLİ
Ege, okul yaz tatiline girdiği için çok mutluydu. Artık 3.sınıf öğrencisi olmuştu. Büyük Yaz Tatilini dedesinin yanında geçirecekti. Anne ve babası çalıştığı için tatilin küçücük bir kısmında beraber olabileceklerdi. Hep birlikte Foça'ya gittiler. Araba durur durmaz, Ege arabadan inip "dedeeeeeeeeee ben geldiiiiiiiiiiimm" diye bağırmaya başladı. Ege'nin sesini duyan dedesi, hemen evin kapısına çıkarak gülen yüzü ve davulu andıran şirin göbeği ile onları karşıladı. Sarmaş dolaş oldular.
-Dede, babaannem nerde? Bu güzel koku nereden geliyor? diye sordu Ege.
-Babaannen senin geleceğini duyunca lokma pişirmeye başladı. Bahçeye in, orada...
Ege, turbo motorlu araba sesi çıkararak hızla merdivenlerden inip, bahçeye girdi. Babaannesi ocağın başındaydı. Ege'yi görünce kollarını açtı. Ege babaannesine sarıldı.
-Lokma ver babaanne, çok acıktım... diyerek zıplamaya başladı Ege. Heyecandan yerinde duramıyordu.
Çok geçmeden tüm aile, lokma pişen tencerenin başında toplanmıştı. Önce büyüklerin elleri öpüldü, sonra sıra yanaklara geldi. En son sevgi yumağı gibi sarmaş dolaş olup, bir süre öyle kaldılar.
Ege'nin babası "haydi lokmalar masaya" dedi. Lokma, peynir, bal, yoğurt, reçelden oluşan yemeklerini yerken bir taraftan da sohbet ettiler. Ayrı geçirdikleri zamanda başlarından geçenleri birbirlerine anlattılar. Hava kararıp yıldızlar parlamaya başladığında yoldan gelenler esneyerek sohbeti güçlükle sürdürmeye çalışıyorlardı. Ama dede;
- Yorgunsunuz, bu akşam erkenden yatıp dinlenelim. Sabah kaldığımız yerden devam ederiz.dedi.
Yol yorgunluğu ile başlarını yastığa koyar koymaz uyuyakaldılar. Sabah en erken Ege kalktı. Babaannesini mutfakta görünce;
-Babaanne bol kahvaltı hazırla olur mu? Annem hep pratik kahvaltı hazırlıyor. dedi.
Babaannesi şaşırmıştı:
-Oğlum ne demek "bol kahvaltı"?
-Şöyle demek, buzdolabındaki kahvaltılık her şeyi masaya koymak.
O sırada dedesi Ege'yi görüp "hadi gel bahçeyi sulayalım" dedi. Mutfağa az önce gelen annesi konuşmaları duymuştu.
-Okul zamanı Ege'ye pratik kahvaltı yaptırıyorum. Tost, haşlanmış yumurta, krep gibi kolay şeyler hazırlıyorum. Çünkü Ege ile aynı saatte evden çıkıyoruz. Her dakika önemli oluyor. Hafta sonları ise masayı kahvaltılıklarla donatıyoruz. Önce göz doyacak. Sonra rahat rahat kahvaltı edecek. Şimdi tatilde her sabah bol kahvaltı istiyor. diye açıkladı Ege'nin annesi.
Ege'nin babası da yanlarına gelmişti.
- Ben de bol kahvaltı isterim. İşe giderken hiç kahvaltı yapamıyorum. Simitle, poğaçayla geçiştiriyorum. dedi gülümseyerek.
Bol Kahvaltı masası hazırlanmıştı. Aile masaya oturdu. Sohbet edip, kahvaltı ederken dedesi masadan bir zeytin çekirdeği alıp Ege'ye sordu.
- Bu çekirdeğin içinde ne saklı biliyor musun Ege?
- Hiçbir şey saklı değil. O zeytini yedik bitti, çekirdeği çöp oldu. diye cevap verdi Ege.
- Hayır o çöp olmadı. Al bu çekirdeği, düşün bakalım bulabilecek misin? diyerek dedesi çekirdeği Ege'ye verdi.
Ege çekirdeğe bakıp düşündü, düşündü, sonra dudaklarını bükerek çekirdeği cebine koydu ve doğruca bahçeye, ağaçtan meyve toplayan dedesinin yanına koştu.
O gün Foça'nın pazarı vardı ve öğleden sonra pazara gittiler. Ege pazardan hiç hoşlanmamıştı. Annesi bütüüüünn boncuk satan yerlere bakıyordu. Bir tanesinden beğendiğini alırsın olur biter, hepsini gezmeye ne gerek var diye düşünüyordu. Pazarda dolaşırken birden kuş satan bir adam gördüler.
Ege, karne hediyesi olarak evde bakacağı bir hayvanı olsun istiyordu ama annesi her seferinde "kedi-köpek olmaz, bakımı zor" diyerek karşı çıkıyordu. Ege'ye göre ise annesi kedi-köpekten korkuyor ama bunu söylemiyordu. Büyükler böyleydi işte, hep bir şeyleri saklardı.
Ege, kuş satan adama yaklaştı. Kafesteki muhabbet kuşlarına baktı. Mavi renkte olanları çok beğendi.
-Kedi-Köpek almıyorsanız, kuş alın bana dedi.
Annesi itiraz edecek oldu ama babası tamam dedi. Ege'nin yüreği kuş kanatları gibi pır pır etti. "Yaşasın, yaşasın!" diyerek zıplamaya başladı. Parasını ödeyip kuşları almışlardı bile. Kuş kafesini özenle taşıyan Ege'ye babası sordu.
- Bu kuşların isimlerini ne koyacaksın Ege?
- Kuşlara isimlerini ben koyarsam onların babası ben mi oluyorum? dedi Ege.
- Baba olmak sadece isimlerini koymakla olmaz. Yem ve sularının bitip bitmediğini de kontrol etmelisin. Ayrıca onlarla bol bol konuşmalısın, diye cevap verdi babası.
- O zaman şu masmavi olan kuşun adı Maviş olsun, şu kafesin köşesinde oturan kuşun adı da Cesur olsun.
Maviş ve Cesur'la birlikte eve geldiler. Ama ikisinin de sesi çıkmıyordu. Ege onlarla konuştu, yüksek sesle kitap okudu, radyoyu açtı. Hiç sesleri çıkmadı.
- Dede, bu muhammed kuşları benimle konuşmuyor ki. Nasıl muhammed kuşu bunlar? diye şikayet etti.
Dedesi gülümseyerek;
- Onların adı MUHABBET KUŞU... Sabret oğlum, yeni evlerine ve bizlere alışsınlar, konuşmaya başlarlar. Sen benim sorumu düşündün mü? dedi.
- Düşünmeme gerek yok dede, çekirdeği kırarım içindekini görürüm. diyerek omuzlarını silkeledi Ege.
- Çekirdeği kırarsan içindekini göremezsin oğlum, çekirdeği kırdığın anda içindeki kaybolur. Sen iyice bir düşün, diyen dedesi bahçeye çıktı.
Ege muhabbet kuşlarına dönerek sordu.
- Maviş, Cesur, dedem diyor ki, bu çekirdeğin içinde bir şey saklı imiş, ama kırarsam göremezmişim. Söyleyin bakalım bu çekirdeğin içinde ne saklı?
Kuşların cevabı bıcır bıcır ötmek oldu. Ege kuşların kendisine cevap vermesine çok sevindi. Bütün gün kuşlarının yanından ayrılmadı. Ege, yatma saati geldiğinde herkese iyi geceler dilerken Maviş ve Cesur'u unutmadı. Onlara da iyi geceler dileyerek odasına çıktı. Yatağına uzanmış kuşlarına öğreteceği kelimeleri düşünürken uykuya daldı.
Ertesi gün olduğunda dedesi Ege'yi bahçeye çağırdı.
- Gel oğlum biraz konuşalım. Sorduğum sorunun cevabını buldun mu?
- Düşündüm ama bulamadım dede.
- O zaman ben söyleyeyim. Çekirdeğin içinde AĞAÇ saklı Egecim. Çekirdeği alıp toprağa dikersen, şu dokunduğum ağaç gibi olur.
Ege'nin kara gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı.
- Küçücük çekirdek bir anda nasıl ağaç olur dede? Yoksa çekirdekler sihirli mi? diye sordu.
Ege'nin cevabına dedesi gülerken, göbeği hop hop hopluyordu.
- Ah yavrum, bir çekirdek, bir günde kocaman ağaç olmaz. Kocaman ağaç olması için emek vermek, ilgilenmek ve ona bakmak gerekir. Tıpkı bebek gibi... Şimdi bu evin en küçüğü olarak sana bakalım. Haydi kahvaltı masasına...
Bahçede bol kahvaltı yaparken, elinde bir tabak incirle yan komşuları Hikmet Amca geldi. İncirleri ağaçtan yeni toplamıştı. Aile, Hikmet amcayı çay içmeye davet etti. Hikmet amca çocukları çok seviyordu. Ege ile sohbet etmek isteyen Hikmet amca;
- Ege, geçen yıldan bu yana boyun epey uzamış. Bayağı büyümüşsün sen.dedi.
Ege gururla;
- Evet büyüdüm Hikmet Amca, 3.sınıfa geçtim.diye cevap verdi.
- Pekala öyleyse söyle bakalım Ege, ışık hızı mı daha hızlıdır, yoksa ses hızı mı? diye sordu.
Ege sandalyesinden doğrulup elini şöyle bir salladı.
- Bunu bilmeyecek ne var Hikmet amca, ışık hızı daha hızlıdır.
- Nereden biliyorsun Ege, belki ses hızı daha hızlıdır?
- Bak Hikmet amca, önce şimşek çakar, sonra gök gürler. diye cevap verdi.
Hikmet amcanın ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı. Sakalını sıvazlayarak;
- Ben bu cevabı ömür boyu unutmam! dedi, izin isteyip masadan kalktı ve o şaşkınlıkla evinin yolunu tuttu.
Günler hızla akıp geçmiş, bir haftalık süre dolmuş, Ege'nin anne ve babasından ayrılma zamanı gelmişti. Ege, dedesi ve babaannesi ile birlikte bir süre daha Foça'da kalacaktı. İzinleri biten annesi ve babasının çalışmak için İstanbul'a dönmesi gerekiyordu. İlk kez ayrı kalacaklardı. Daha önceki tatillerde Ege'ye Kezban Teyze bakıyordu. Bu yıl Kezban Teyze, memleketine gitmek ve yaz mevsimini orada geçirmek istediğini söylemişti. Ege üzgün bir halde annesine sarıldı ve titrek bir sesle;
- Anne ne zaman geleceksiniz? Diye sordu.
- İznimiz başlar başlamaz geleceğiz oğlum. Bak, takvime geleceğimiz günü işaretledim. Her sabah uyandığında takvimde o günün üzerine bir çizgi çizersin. Anlaştık mı?
Ege, takvimde ayrı kalacakları günleri saymaya başladı.
- Ama anne, tam 44 gün sonra görüşeceğiz. derken dudakları üzüntüyle sarkmıştı.
Ege, anne-babasından ayrılırken hiç ağlamadı. Arkalarından;
- Beni merak etmeyin. Ben burada çok mutluyum! diye bağırarak el salladı.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra, Ege'nin anne ve babası İstanbul'daki evlerine gelince oğullarının yokluğunu hissettiler.
- Evin neşesi yok. dedi babası, annesi de üzgün üzgün başını salladı.
İstanbul'da Ege'nin anne ve babası çalışıyor, bir yandan da iki haftalık izinlerini planlıyorlardı. Sık sık Ege ile telefonda konuşuyorlar, Ege'nin sesini duydukça onu daha çok özlüyorlardı.
Foça'da ise Ege günlerini dolu dolu yaşıyordu. Dedesinin tanıttığı ağaçlardan yapraklar kopartmış, defterine yapıştırmış, altlarına hangi ağaçtan olduklarını yazmıştı. Dedesiyle tavla, babaannesiyle tombala oynuyordu. Akşamüzeri çay saatinde Hikmet Amca geliyor, beraber sohbet ediyorlardı. Her gün takvimi işaretliyor, anne ve babasının kaç gün sonra geleceğini hesaplıyordu.
45. gün en sonunda gelmişti. Anne-babasının geleceği gün Ege çok heyecanlıydı. Erkenden uyandı. Hemen babasına telefon etti.
- Saat kaçta gelirsiniz baba? diye sordu.
- Trafik çok oğlum, akşama ancak geliriz, saat 8 civarında orada oluruz.
Ege'nin anne ve babası bir an önce oğullarına kavuşmak için, kestirme yolları kullandılar. Yollarda fazla mola vermediler. Söyledikleri saatten önce Foça'ya varıp Ege'ye sürpriz yapmak istiyorlardı.
Ege için zaman geçmek bilmedi. Sürekli saati sorup duruyordu. Zaman geçsin diye, öğlen uykusuna yattı. Uyanıp saate baktığında hala akşama çok vakit olduğunu gördü. Oyalanmak için çizgi film izlerken annesinin seslenişini duydu.
Koşarak evden çıktı, annesinin kucağına atladı. Ağlamaya başladı.
Annesi Ege'ye sımsıkı sarıldı. Yanaklarından, başından, kulaklarından, omzundan öpmeye başladı.
Ege'nin ağladığını duyan babaannesi;
- Ağlayacak ne var oğlum? Bak işte annen-baban geldi. dedi.
Ege yaşlı gözlerle;
- Sen de 44 gün anne-babandan ayrı kal da görelim. Bakalım ağlamayacak mısın? dedi.
Ege'nin ağlaması tam durmuştu ki, babası bavullarla yanlarına geldi.
Ege bu sefer daha yüksek sesle ağlayarak babasına sarıldı. Ağlamasına dayanamayan babaannesi;
- Oğlum ağlama, kendini üzme dedi.
- Ne yapayım kendimi tutamıyorum. İçimde volkan patladı sanki, diyerek ağlamaya devam etti.
Annesi ve babası şaşkınlıkla Ege'ye bakıp;
- Boyun ne kadar uzamış, yanakların dolmuş, sanki biraz kilo almışsın dediler.
Ege mutlulukla gülümsedi.
- Burada sağlıklı beslendim, hiç abur-cubur yemedim. Bahçeden elimle meyve topladım. Bak anne, şeftali, armut, incir ağaçta yetişen meyveler. Salatalık, domates, biber ise ağaçta yetişmiyor. dedi.
Hasretle kucaklaşmalar, öpüşmeler gece olup uyku gelene kadar devam etti.
Ertesi sabah Ege babasına;
- Ne zaman denize gideceğiz baba? 44 gündür buradayım daha denize hiç gitmedim. Yüzmeyi, iskeleden atlamayı özledim. dedi.
- Haklısın oğlum 44 gün epey uzun bir zaman. Sabah deniz soğuk oluyor, öğlen saatinde ise güneş ışıkları cildimiz için zararlı. Denizde yüzmek için en güzel zaman, akşamüzeri. Hazırlanıp beraber gideriz. diyerek Ege'yi öptü.
Ege bavulları yerleştiren annesinin yanına gidip,
- Anne denizde yüzerken beni izlemeye geleceksin değil mi? diye sordu.
- Tabi seni seyretmeye geleceğim, Ege Denizim benim. diyerek Ege'yi şap şup öptü.
Ege, anne-babasından ayrılmadan önce kucaklaşıp-öpülmekten hoşlanmaz, onlar öpünce "ben bebek değilim" derdi. Şimdi ise anne-babasının onu böyle sık sık kucaklayıp öpmesine bayılıyordu. Annesi ve babası ile kucaklaşmak-öpüşmek mutlu hissettiriyordu.
Akşamüzeri hep beraber deniz kıyısına gittiler. Babası Ege'ye,
- Önce suya alışmalısın, sonra iskeleden denize atlarsın. dedi.
İskelenin merdivenlerinden inip yavaşça denize girdiler. Su önce soğuk geldi, sonra ısındı. Ege deniz gözlüğünü takmış, denizin içine bakıyordu. Akşam güneşinin ışıkları, denizin içindeki taşları, yosunları ve minicik yavru balıkları pırıl pırıl parlatıyordu. Ege yosunlar için "yumuşak ve kaygan –sümük gibi" diye düşündü.
Ege, suya alıştığını düşünüp, iskeleye çıktı. Babası, Ege'yi denizde bekliyordu.
- Bomba geliyooooooooooorrr! diye bağırarak denize atladı. Her yere su sıçrattı.
Tekrar iskeleye çıktığında,
- Anneeee, nereye kadar su sıçrattım? Bu çok eğlenceli dedi ve yeniden bağırarak iskeleden denize atladı.
İki hafta boyunca her gün, Ege soğuktan titreyene kadar denizde yüzdü. İskeleden atladı. Tatilin son günü denize biraz daha erken gittiler. En sonunda babası,
- Oğlum, hadi eve dönelim, yarın İstanbul'a gidiyoruz biraz da dinlenelim. dedi.
- Anne nasıl atladığımı gördün mü? Kaç kez atladım saydın mı? Hiç denizanası görmedim. Baba sen gördün mü? Dedem diyor ki, denizanası vücuduna değerse, elektrik çarpmış gibi olursun, bu doğru mu?
- Doğru söylüyor deden. Denizanası tenine dokunduğu yerde yanma ve kaşıntı yapar. Böyle bir şeyi yaşamak istemezsin. dedi babası.
Ege'nin soruları devam ederken eve geldiler. Dedesi mangalı hazırlamış, yakmak için bekliyordu.
Ege hemen mangalın yanına gitti.
- Baba, bende mangala şu küçük odunları atabilir miyim?
- O küçük odunların adı çıra, oğlum. Mangalın yanmasının kolaylaştırır. Ateşe çıra atabilirsin. Çok dikkatli ol. Elini ateşe çok yakın tutma ama çırayı da havadan bırakma. Çırayı havadan bırakırsan ateş sıçrayabilir. Yanabilirsin. İşin püf noktasını bilirsen her şey daha kolay olur.
- Püf noktası ne demek baba?
- Püf noktası demek o işin en kolay, en düzgün şekilde yapılması için gereken bilgi demektir. Babası, Ege'nin yüzüne nefesini PÜFFFFFFFFFFFFF diyerek üfledi. İkisi de kahkahalarla gülmeye başladılar.
O sırada dede,
- Siz gidince buralar sessiz kalacak dedi.
- Üzülme dede. Maviş ve Cesur'u sana bırakacağım. Böylece ev sessiz olmaz. Onlar benim yerime de konuşur. Seneye yine geliriz. Sabaha kadar daha çok vaktimiz var. Yarın yola çıkıyoruz. İstersen bu gece seninle yatarım, diyen Ege dedesine sarıldı.
Sabah olduğunda Ege merdivenlerden inerken,
- Oğlum sen ne zaman uyanıp, kalktın? diye sordu babası.
- Güneş, yumurta gibi sarı olduğu zaman kalktım baba. Çok heyecanlıyım. diye cevap verdi Ege.
- Neden heyecanlısın bakalım?
- Bugün İstanbul'a gidiyoruz baba. Eve gidiyoruz, evimi özledim, arkadaşlarımı özledim. Evde değişiklik yaptınız mı merak ediyorum dedi.
- O zaman arabaya eşyaları yüklememize yardım et bakalım.
Eşyalar arabaya yüklendi. Büyüklerin elleri öpüldü. Ayrılık zamanı gelmişti. Ege arabanın camından el sallayarak;
- Görüşürüz dede, görüşürüz babaanne, görüşürüz Maviş-Cesur, görüşürüz Foça! diye bağırdı.
Uzun yolculukları sırasında Ege bir sürü soru sordu. Cevapları dinledi, yorumlar yaptı. En sonunda eve vardılar. Bavulları eve taşırken bahçede oynayan arkadaşları Ege'ye "hoş geldin" dediler. Ege evdeki bütün odaları dolaşmaya başladı.
- Anne bak, parmak uçlarıma basmadan lambayı yakıyorum. Boyum uzamış. Yatağım küçülmüş. Evimiz çok değişmemiş. Anne ben dedemi, babaannemi özlediğimde ne olacak? Foça çok uzak.dedi.
- Telefon, fotoğraflar bu yüzden var oğlum. Özlem gidermek için. Özlediklerinin sesini duymak istediğinde telefon edersin. Yüzünü görmek istediğinde fotoğraflarına bakarsın dedi annesi.
Bahçedeki arkadaşları Ege'ye seslendi.
- Ege maç yapıyoruz, geliyor musun?
- Geliyorum! diye bağırdı Ege. Koşarak bahçeye oynamaya gitti. Tüm sorularını unuttu.

SEMA KOÇAK DURMAZ

SEMA KOÇAK DURMAZ

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BÜYÜK YAZ TATİLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin