"Belki sarışırız aniden
Belki tanışırız yenidenUzun uzun konuşup sonra
Anlaşırız tan ağarırken"
Babasızlığın bana en çok koyduğu zaman, boşanmanın ardından yıllar geçmesine rağmen orta sona giderkendi. Hatırlamamak istememekle beraber sanırım ilkokul üçüncü sınıfa giderken ayrılmıştı bizimkiler. Hatırlamakta zorlanıyorum, çünkü ondan öncesine dair de bir baba silüeti yoktu hafızamda. Hala silinik, hala donuk...
Sebebini de hatırlamıyorum işin komik kısmı. Psikolojiye çok inanıyorum. İnsan hatırlamak istemezse adını bile unutuyor. Şimdi yazarken farkına varıyorum. O sakladığım sandıklar o kadar dipte ki, AFAD gelse bir yıl sürer çalışmaları.
Öyle evde şiddet, kavga, gürültü yoktu. Düşünün bunları yaşamaya bile yakınlığı yetmeyen anne ve baba. O kadar uzaklar ki birbirlerinden hafızamda ayrı portreleri var. Ayrı iki fotoğraf. Ne yazık ki bende ayrıyım. Ben de tekim. Ben de yalnız...
Dedim ya daha önce çok üzülmüyor insan çocukken. Bu yüzden sanırım bende ergenliğe girdiğimde anladım olayları. Asla bana yalanlar söyleyerek olayları kabullenmemi kolaylaştıran bir ailem yoktu. Her şey dan dan söylenirdi. Çocuğun psikolojisi bozulur mu falan denmedi hiçbir zaman. Doğrusu bu muydu bilmiyorum. Şu anda kıyaslamak da istemiyorum zaten doğruyla yanlışı. Neyse ne.
Bizimkiler ayrılmadan kısa bir süre önce babam Kıbrıs'a gitmişti. Çalışmak için. Uzun bir süre gelmedi. Sanırım yeterliydi bu yokluğuna alışmak için. Çünkü hiç zor olmadı. Döndükten sonra da hiç zorlamadık arayı düzeltmek için. O da, ben de... Bilseydim bu kadar etkileyeceğini beni gitmez miydim koşarak ona? Giderdim. Nefessiz giderdim hem de. Zormuş sonradan alışmaya çalışmak. Yabancılaşınca baba demek, bunun hayalini bile kurmak uzun süre çaba gerektiriyormuş.
Orta sona gidiyordum. Hatırlayanlar bilir o dönemde lanet SBS çıkmıştı. Bir de dershane furyası var tabi. Gitmeyen kazanamıyormuş arkadaş! Öyle bir inanç var ki ortada, sanki sınava kayıt sırasında dershane kağıtlarını isteyecekler. Millet kuyruk oluyor dershane kapılarında. Bende hiç heves yok gitmek için. Çünkü o dönemde annemden kalkıp da beni dershaneye göndermesini isteyemezdim. Kıt kanaat geçiniyoruz zaten. Bir de dershane ödeyecek ha?
Genelde kararlarımı kendim verirdim. Her zaman gerçekçiydim. Yaşıma göre fazlaydım. Fazla olgun, fazla mantıklı... Bu yüzden çocuk olmadım ben. Eşşşşek kadar insanın sokakta oyun oynaması gibi bir şeydi yaşadığım o güzel çocukluk anılarım.
Hayatım boyunca hep yazdım demiştim ya, o dönemlerde de sürekli kompozisyonlar yazıyorum. Bu Tanrı'nın bana verdiği bir lütuf bence. Çünkü beni çoğu şeyden mahrum edip ve yine çoğu şeyi bununla kazanmamı sağladı.
Yine hatırlayanlar bilir, Türkçe kitabında babaya mektup diye bir yazı var. Öğretmenimiz bizden babalarımıza mektup yazmamızı istedi. Ve bunun sonucunda bir yarışma yapılacakmış. Kazanan kişi dershaneye gönderilecek! Gözlerimin içi parlamıştı. Başka türlü gidemezdim lan ben. Böyle durumlarda genelde yukarıya bakar gözlerim dolu dolu şükürler olsun derim. Öyle inancı çok sağlam dindar bir ailede büyümedim. Dini inancım da çok sağlam değil ama yaşadıklarım bana şükretmeyi öğretti.
Kitaptaki hikayede kız uzakta ve babasına mektup yazıyor. Onu çok özlemiş de, burnunda tütüyormuş da, canı babasıymış da... Bunlar ne demekti? O kadar yabancıydı ki bana. Daha önce hiç kurmadığım hatta duymadığım cümleler resmen. Dedim ben yapamıycam. Çıkmaz benden böyle samimi cümleler. Gitti dershane.
O dönemde öyle fakir öyle zor bir durumdayız ki, umarım hiçbiriniz bunu deneyimlemek zorunda kalmamışsınızdır. Okul aile birliğinin dağıttığı kocaman lastik ayakkabılar giyerdim. Ve hiçbir zaman cicili bicili çantalarım olmadı. Üstünde kocaman MEB yazan tek renk -ve çoğu zaman lacivert yada bordo- hiç cazip olmayan çantam vardı. Derdini veren dermanını da veriyor gerçekten. O kadar güzel bir arkadaş ortamım vardı ki hiçbir zaman kötü bir duruma düşmedim ve hiçbir zaman dışlanmadım. Ha kendimi eksik hissediyor muydum? Ne zaman tam hissettim ki?
O hafta sonu mahalledeki bir arkadaşım ve babası uçurtma uçurmaya gidiyorlardı. Kız o kadar mutluydu ki. Üstelik babası bir gece önce ona sürpriz yapıp uçurtma almış. Ulan bizimki bana kalem alsa ben uçururdum onu. Ve hatta o bana imkansızı verse ben ona imkanlar dizisi yaratacaktım. Ah o bana bir adım atsa... Ben atamıyordum. Dizlerimin bağı düğüm olmuş, dilim dolaşmış, gözlerim onu görmüyor, hayallerimse tanımıyor...
Kazanmak için her zaman farklı olmak lazım bence. Sıradanlaşmadım mesela ben hiçbir zaman. Çoğu şeyde kazandım bu yüzden. Herkes babasına bir şeyler yazacaktı. Mesela onu ne kadar çok sevdiğinden bahsedecekti, güzel anılarını anlatacaktı. Bendeki bu yazma yeteneği üst düzey bişeydi. Yazmak sadece olan bir şeyi yazmak da değildi ayrıca. Bende başladım olmayan anılarımı yazmaya. Ne de olsa sınıftaki arkadaşlarım müneccim değil ya! Nereden bilecekler olup olmadığını.
O hafta herkes teker teker okudu yazdıklarını. Bana sıra gelene kadar belki elli defa vazgeçtim okumaktan ve yüz elli defa hırslandım. Sonunda okudum. Kafamı kaldırdığımda gözlerim dolmuştu. O kadar inanmışım ki benim hikayem olduğuna, o kadar inandırmışım ki kendimi. Saat on ikiyi geçmişte bal kabağına dönüşüvermişim gibi hissettim son cümleyi okuyunca. Kirpiklerim can çekişiyor ağlamamak için. Saniyede bir milyon kere kırpıyorum belki. Öğretmenimi gözlerini silerken gördüm. Sonrasını hatırlamıyorum. "Hadi kızım gidelim" diye bir ses duyup kafamı gömdüğüm yerden çıkardığımda annemi gördüm yanımda. Tuttum elini sıkıca. O el hep ordaydı biliyor musunuz? Hala daha orada. Hala ne zaman çıkmaza girsem hadi kızım diyen biri var yanımda. Ve onun her düştüğüm yerden beni çıkarabilecek kadar güçlü elleri var.
Şimdi yine kaldırdım kafamı ve binlerce kez şükürler olsun.
YOU ARE READING
Ah Bu Ben!
HumorÇoğu zaman gülmekten yazamadığım, hatta geçmişimle yüzleşince bir nebze daha fazla umutlandığım hikayem. Dünyamın kapısını araladım artık. Acısıyla tatlısıyla beraberiz bu yolda.