...
Ertesi gün, Kyungsoo güne çınlayan kulakları ve dönen başı ile uyanarak başlamıştı. Yerdeki, ağaç yapraklarının arasından sızıp dans eden güneş ışıklarına baktı. Bakışlarını yerden çekip Kai'nin yatağına doğrulttuğunda esmer olanın yatağının boş olduğunu ve çoktan yapıldığını gördü. Yavaşça doğrularak kalkan Kyungsoo uykusunu dağıtmak için gözlerini ovaladı ve gerinerek ağzından cılız bir inleme bıraktı. Bacaklarını yataktan sarkıttı ve odayı incelemeye başladı.
Oldukça büyüktü, buraya gelmeden önce kaldığı gemideki odadan çok daha büyüktü. Odanın ortasındaki dokuma halı ve camın kenarındaki tezgah haricinde oda oldukça boştu. Yaşlı adamın odasına kıyasla burası oldukça mütevaziydi.
Kollarını etrafına dolayıp odanın içinde adımlayarak Kai'nin geri dönmesini bekledi. Midesi büyük gürültülerle guruldadığında ise onu telkin etmek istercesine karnını ovaladı, yapabileceği bir şey olmadığını biliyordu.
"Merhaba, Kyungsoo." Kai'nin sesi, Kyungsoo'nun yerinde sıçramasına, arkasına dönmesine neden oldu.
"Merhaba Kai." Kyungsoo düzgün olmayan bir telaffuz ile söyledi.
Kai elinde tuttuğu tepsinin içindeki yiyecekleri taşıyordu ama yiyecekler sadece bir kişiye yetecek kadardı. Tepsiyi Kyungsoo'nun yatağının üstüne bıraktı ve yemesi için onu teşvik etti. Tepsinin üstünde Kyungsoo'nun daha önce hiç görmediği birkaç çeşit et, bir çok meyve ve bir tür yemiş vardı. Tepsiden gelen iitah açıcı güzel koku yüzünden Kyungsoo'nun ağzı sulandı ve midesi bir kez daha seslice guruldadı. Kai güldü ve Kyungsoo'yu izleyerek yatağa oturdu.
Kyungsoo ona baktı, "Sen yemeyecek misin?" Konuştuğu dil hala onun başkaları ile anlaşabilmesi için oldukça yabancıydı bu yüzden söyleyiş biçimi değişikti.
Kai kafasını salladı, "Ben oruçluyum."
Kyungsoo boş boş ona bakıyordu, açık bir şekilde belliydi ki demek istediğini anlamamıştı. Bu yüzden Kai dua eder gibi ellerini birleştirmiş ve yemeği işaret ederek kafasını iki yana sallamıştı.Kyungsoo ise başını sallamış ve garip renkteki et parçasını yemeye başlamıştı. Bir ısırık aldığında ağzına müthiş bir tat patlamıştı, et oldukça suluydu ve daha önce varlığından bile haberinin olmadığı bir sosla marine edilmişti. Gözlerini kapatmış ve etten aldığı ısırıkla duyduğu keyif yüzünden mırıldandı. Sonrasında oldukça tatlı ve güzelce olgunlaşmış olan narenciye meyvesinin yarısını denedi. Meyvenin suyunun bir kısmı çenesinden aşağı süzüldü ve Kai'nin kendisini dört gözle izlediğini görünce utanarak gülümsedi. Bu kez onun gözlerinde aç olan Kyungsoo'ydu.
Kai'nin midesi duyulabilir bir şekilde guruldadı, midesi kazınıyordu. Dün gün ortasından beri ağzına tek lokma koymamıştı. Çenesinden aşağı meyvenin suyu akan Kyungsoo'dan gözlerini çekerek başka bir yere baktı. Bu 'hayalet'i izlemek tıpkı yıllardır aç kalan ve ilk defa yemek görmüş bir adamın yemek yiyişini izlemek gibiydi. Baktığı yerden gözlerini bu sefer de kucağına çevirmişti. Nefesini kesik kesik alarak etin kokusunu mümkün olduğunca göz ardı etmeye çalışıyordu. Fakat aniden getirdiği yemeklerden ne varsa yarısı Kai'nin görüş alanına girmişti. Kai başını kaldırarak Kyungsoo'ya doğru başını sallasa bile 'hayalet' olduğu yerden kıpırdamamıştı. Kai uzandı ve tabaktaki meyveden bir parça aldı, babasının bilmediği şey onu incitmezdi. Kyungsoo ona doğru dişleri görünecek şekilde gülümsedi ve tabağı Kai'nin yatağında bırakarak kendi yatağına döndü. Kai yemek yerken kendisini meşgul etmeyi denedi.
Bir kaç saat sonrasında Kai, Kyungsoo ile olan günlük dil dersinin sonuna gelmişti. "İyi iş çıkardın!" Kai, Kyungsoo'nun omzuna vurarak onu tebrik etti, "Oldukça hızlı öğreniyorsun."
YOU ARE READING
El Dorado: The Lost City of Gold
Short StoryKyungsoo İspanya'nın sömürge döneminde sıkışmış Yeni dünya biyoloğuydu. Başlarda tek istediği şey evine dönmek ve dünyaca ünlü bir biyolog olmaktı. Sonra Kai ile tanıştı ve tüm dünyası alt üst oldu. Kai, Musica halkının lideri olmak için çabalıyord...