Sevinç cadısının dedikleriyle şok olurken Poyraz'la olan bakışmamızı umursamayıp, ağır bir şekilde yüzümü ona çevirdim. Ne demişti o!
Kalbimin sıkışmaya başladığını hissettim. İlk defa birileri benden özgürlüğümün son damlasına kadar istiyordu. İstemiyorlardı işte resmen zorla alıyorlardı. Şaşkınlığımı atınca bu seferde sinirden bütün bedenim zangır zangır titremeye başladı. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye bağırdım.
Odadaki herkes bir anda bakışlarını bize yöneltti. Sevinç cadısı sinirlenmiş olacak ki çenesi kasılmıştı ve bana ölümcül bakışlar atıyordu. gözlerindeki ima çok bariz çenemi kapatmamla ilgili düşüncelerini yansıtıyordu. Gözüm yandan Poyraz 'a kaydığında kollarını önünde birleştirmiş ,ifadesiz bir şekilde hala bana bakıyordu. Bakışlarımı tekrar Sevinç cadısına çevirip ne diyeceğini beklemeye başladım. En sonunda sabrımı taşıracak o cümleyi duydum. " Yeni geldin diye sana ağır bir ceza vermeyeceğim ancak bu son uyarım eğer bir kez daha bana saygısızlık yaparsan, sonu senin ölümüne kadar gider" diye dişlerinin arasından konuştu.
Son sözleriyle sinir, korku, tedirginlik hepsi bir anda baş gösterince gözlerimin dolmasına engel olamadım. Hızlıca birkaç kere gözlerimi kırpıştırarak derin bir nefes aldım. Öfke yavaş yavaş bedenimi ele geçirirken çaresizce sadece dişlerimi sıkmakla yetindim. Bütün bedenim kasıldı ve boğazımda oluşan yumru bende bütün gücümle koşup, arkama bakmadan buradan kaçıp gitme isteği uyandırdı.
Yapamadım, yapamazdım. Şu durumda kaçmaya çalışmak ancak sonumu getirirdi. Şimdilik yapabileceğim hiç benlik olmasa da sessizce beklemekti.
Herkesin bir zayıf noktası olduğuna inanırım. Para, aşk, çocukluk, aile vs. insanların zayıflıklarını zamanı gelince kullanmasını iyi bilirdim. Benimki ise özgürlüğümmüş. Bugün bunu çok iyi anladım.
"Gidelim" demesiyle kendime gelip onu takip etmeye başladım. Kapıdan çıkıp bir kaç metre ötemizdeki asansörün yanlarında işlenmiş kelimeler olduğunu gördüğümde dikkatle onları incelemeye başladım. Aralarından biri farklı olarak kırmızı renkte idi. Bunun anlamını soracakken asansörün geldiğini belli eden sesi duydum ve binmek zorunda kaldım.
Galiba artık her şeyi yapmak zorunda kalacaktım ama bende Ashley'sem buradan bir çıkış yolu bulacaktım.
Asansörden indiğimizde upuzun bir koridorda birkaç dakika yürüdük ve AGGK KUAFÖR yazan bir yere geldik. Kahretsin!
Buda neydi böyle ? Bu kadın beni buraya niçin getirdi ki? Bana dönüp" Burada seninle ilgilenecekler" diyerek çıkıp gitti. Arkasından şaşkınlıkla bakarken tek bir kelime dahi edememiştim.
Yanıma otuzlarında, saçları boya olduğu belli kızıl bir kadın gelip kolumdan tuttu ve beni odalardan birine soktu. Yaklaşık tahminimce bir saat sonra bu işkenceden kurtulmuştum. Bu binada kaldığım sürece en son bulunacağım yer bir burası diğeri de Sevinç cadısının yanı. Yeni giydiğim kıyafetlerimi inceledim. Hepsi siyahtı. Pantolonum boldu ve asker pantolonuna benziyordu. Üstüne kısa kollu yine siyah bir tişört ve hırka verilmişti. İçim karadı bunlara bakarken. Yanına verilen asker botları ağırdı. Çok ağırdı!
Kadının yönlendirmesiyle beşinci kata çıktım. Yanıma gri tişörtü hariç siyah giyimli tahminimce bir eğitmen geldi. Siyah saçlarını eliyle havalı bir şekilde geriye atıp sertçe kolumu kavradı ve beni bir kapıdan içeriye resmen fırlattı. İşaret parmağını tehdit edercesine sallayarak " Burası yemekhane herkesle birlikte yemeğini ye ve kalacağın odaya git. Sakın! Kaçmaya çalışma" Son cümlesini üstüne basa basa söylemişti.
Bunların benimle derdi neydi Allah aşkına!
Şaşkınlık ve sinirle büyüyen gözlerimle arkamı döndüğümde devasa boyutta bir yemekhane tam karşımda duruyordu. Tabi birde bana bakan vatandaşlar işin cabası. Yanıma mafya kılıklı bir herif gelip "Ben senin gözcünüm. Yemek saati bittikten sonra odana kadar sana eşlik edeceğim" dedi ,düz bir sesle.
Yok artık her adımımızı takip ederken nasıl kaçacağım ben!
Kalbim tekrar sıkışmaya başladı. Bu kadar kısıtlanmak bana göre resmen ölmek demekti. Bu yaşıma kadar insanların beni en küçük bir şey için bile ben izin vermediğim sürece kısıtlamasına engel olmuştum. Şimdi ise burada böyle çaresiz durmak bana çok büyük bir acı veriyordu.
Daha fazla burada kalamazdım. Belki yemekhaneden çıktığımda bir çıkış yolu bulabilirdim. Kapının önündeki korumaların yanına gidip " Tuvalete gitmem gerekiyor" dedim, şirin çıkarmaya çalıştığım sesimle. Sert bir ifadeyle "Yemek saatinden sonra ihtiyaçlarını odanda halledersin" dedi, buz gibi bir sesle.
Allah'ım sen bana sabır ver şurada altıma yapsam yemek saatinden sonra diyecekler. Pes etmeyip derin bir nefes aldım ve "Ama çok sıkıştım. lütfen" diye mızmızlanmaya başladım. İki korumada kaşlarını çattı ve biri kolumu hayvan gücüyle sıkıp sarsmaya başladı. " Yemek, saatinden, sonra, dedik" dedi, her bir kelimesine vurgu yaparak sonra da beni yemekhanenin içine itti.
Sinirlenmeye başlamıştım artık. Ne yemek saatiymiş be!
Hayvan muamelesi görecek ne yaptım ben?
İki koruma kapının yanından uzaklaşırken hızla kapıya doğru ilerledim fakat iki hayvan kollarımdan tutup beni yere itti.
Popomdaki dayanılmaz acıdan dolayı yüzümü istemsizce buruşturdum. Adlarını bilmediğim iki koruma üstüme gelmeye başladı. Ben tartaklanmaya hazırlanırken biri önüme hızla geçerek "Ben hallederim." dedi. Korumalar ona güvenerek kafalarını salladılar ve bana son bir kez kötü bir bakış atıp uzaktaki açık büfeye benzer bir yere doğru ilerlediler.
Kafamı yere eğmiştim ve birazcık utanıyordum. içimdeki gerginliği yüzüme yansıtmadığıma emin olduktan sonra önümdeki şahsa yandan bir bakış atıp kalktım. Karşımda Poyraz vardı ve bana öfkeli gözlerle bakıyordu. O bakışlarında, derinliklerde sanki kırgınlık, üzüntü, çaresizlik kırıntıları saklıyordu. öfke harici hepsini yüzüne yansımasın diye soyutlamıştı.
Bunu anlamıştım çünkü aynı şeyi kendim de yapıyordum. Sırf herkesin gözünde güçlü görünebilmek için... ama bu gerekliydi. Eğer karşımdakilere kırılgan ve saf üzüntü hallerimi yansıtsaydım, ezilip geçilmiştim.
Hala Poyraz'la inatla birbirimize dik dik bakıyorduk. Bana böyle bakmasına neden olacak hiçbir şey yapmamıştım. Üstelik bu geri zekalının ne üstünlüğü vardı da ona bu kadar güveniyorlardı?
Kafamı bu sorularla meşgul etmeye devam etmedim ve dayanamayarak bakışlarımı ondan kaçırdım. Gözlerimin istemsiz olarak karın kaslarına baktığını fark edince hemen kendimi topladım ve tekrar gözlerine bakmaya başladım ama bu sefer ürkek bakıyordum. Bana bir adım yaklaştığında gerilememek için kendimi zor tuttum. Şurada beni dövmeye kalkışsa hiç bir bok yapamazdım ve her an bir katliam çıkaracakmış gibi bakıyordu. Kulağıma yavaşça eğilmeye başladığında nefesimi tuttum. "Annen ve babanda sen doğduktan sonra bu cehennemi bozmak ve daha doğrusu seni bu hayattan kurtarmak için kaçmaya çalıştılar fakat bedelini canlarıyla ödediler" diye içimi ürperten buz gibi sesiyle fısıldayınca ensemden aşağı soğuk bir ürperti geçti. Başım dönüyordu ve her an ağlayarak veya bağırarak içimdeki duyguları atmaya hazırdım. Nefes alış verişlerim çoktan hızlanmıştı ve bu hiç iyi alamet değildi.
Bu sözlerine karşılık Poyraz'a cevabım sadece bir damla gözyaşı oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTSAK "ASHLEY"
General FictionKimim ben? Kimim ben? Buraya geldiğimden beri sorduğum sorular... Ellerimin kanlar içinde olmasına aldırmadan yüzümü kapattım. Her yer kandı. Kanda sır. Bu bina sırlarını içine kanlarla kilitlemişti. "Ashley "Bu benim gerçek ismim mi? artık ismi...