Ahşaptan yapılmış küçük dükkan, yaşlı adamın gözündeki kırışıklıklar kadar eskiydi.Zemine bastıkça tahtalar gıcırdar,tavanı da kışın akıtırdı.İçerdeki loş ışıklandırma ,sadece bir gaz lambasıyla sağlanırdı.Ama mekanın eskiliği, orada içilen çayın keyfini eksiltmezdi. Aksine bu tadı hiçbir yerde bulamazdınız.Fethiye’nin ta öteki ucundan buraya çay içmeye gelenler olurdu.Kordondaki bu küçük kulübe birçok insanın uğrak yeriydi.
Bir de buranın sahibi ihtiyar vardı. Garip aksanı,beyaz sakallarıyla aslında biraz ürkütücüydü.Kimse nereli olduğunu bilmezdi.Ya da ne zaman bu küçük şehre taşındığını.Bu kulübeye gelen insanlar ,ihtiyarı tanımasa da ilginç bir şekilde hemen benimserdi.Değişik bir büyüsü vardı.Birkaç kelam eder ,bir de şiirlerinden birini okudu mu hemen kendini sevdirirdi.
Onun hakkında oldukça efsane vardı. Kimi bir turist olduğunu ,tatil için buraya geldiğinde , Fethiyeli bir kıza aşık olup buraya yerleştiğini düşünürdü.Kimisi de Fethiyeli bir adamın yabancı bir kadınla yaptığı gayrimeşru bir çocuk olduğunu.İhtiyar kendi hakkında bilgi vermedikçe bu efsaneler artar giderdi.Hayatını bilen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi.
Bu yalnız ihtiyarın bir kedisi vardı ,ona yoldaşlık eden.Bu gri kedi ,simsiyah gözleriyle bu dükkanın vazgeçilmeziydi.Kedi sevmeyenler bile ,çay içerken ayaklarına dolanan bu kedinin başını okşardı.Sahibi olan ihtiyar gibi, Siyah İnci’nin de bir büyüsü vardı.
Eski dönemlerden kalmış gibi görünen bu dükkanın her şeyi büyülüydü.
İhtiyarın kısa ömründen bir gün daha eksilmiş,gece sabaha kavuşmuştu.Şafakla birlikte kalkmış,çay için ısıtacağı suyu sobanın üstüne koymuştu.İnci’nin yemeğini vermiş ,eline aldığı bir lokma ekmekle denizi izlemeye koyulmuştu.Boş sokaklar zaten hiçbir zaman ilgisini çekmemişti ihtiyarın ,o bir deniz insanıydı.
Şu kısa ömrünün sonlarında ,çökmüş avurtları ,beyazlamış saçı sakalıyla ölümü bekliyordu.Artık sıkılmıştı yaşamaktan.Hem bu isimsiz dükkan bile artık onu boğduğu bir gerçekti.
Kaynayan suyun çıkardığı fokurtuyla düşüncelerinden sıyrılan adam ,ahşap kapıdan içeri girdi.Büyük çaydanlığa bir miktar çay ve su koyduktan sonra ocağa geri koydu.Şimdi sıra dükkanı temizlemekteydi.Ağrıyan kemikleri ve halsiz bedeni ona engel olsa da dükkanın temizliğe ihtiyacı vardı.İhtiyar adam, eline aldığı çalı süpürgesiyle yerleri süpürmeye başladı. Küçük dükkanı süpürmesi bile kısa sayılamayacak bir zaman sürmüştü.
Hayat ona hoyrat davransa da bir şekilde ayakta kalmıştı. Fiziksel olmasa da ,zihinsel olarak çok acı çekmiş,çok yıkılmıştı.Bu kısa ömrü hep mücadele ile geçmişti.Şimdi olduğu durum ise mücadelesinde çokta başarılı olamadığını gösteriyordu.
Sabahın ilerleyen saatlerinde ,güneş bütün Fethiye’ye yayılmışken ilk misafiri gelmişti.O dükkanına gelenlere müşteri demekten hoşlanmazdı.Onlar onun misafiri ,yalnızlık savaşındaki alabildiği bir soluktu.
Misafiri orta yaşlı, saçlarını simsiyaha boyayan bir adamdı.İhtiyar , bu adamı görmüş olsa da çok fazla hoşbeş edememiş ,dolayısıyla adını da öğrenememişti.Adamı denizi en iyi gören ,küçük masaya oturttu.Takım elbiseli adam eğilip tabureye oturmakta biraz zorlansa da ,başarmıştı.
‘Küçük bardak mı olsun, büyük mü ?’diye garip aksanıyla sordu, ihtiyar. Bu laf artık onun imzası gibi olmuştu. Dükkanda çaydan başka bir şey satılmadığı için ‘Ne alırsın?’diye sormazdı. Misafirleri de bunu pek garipsemez, ayak uydurmakta da gecikmezlerdi.
