cumartesi,
gün batımıkestane saçlı çocuk, kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştı. kalbinin paramparça olduğunu hissediyordu. öyle ki, kalbinin parçalanma sesleri kulağına kadar ulaşıyordu.
bugün, sonunda cesaretini toplamış ve kül saçlı çocuğun evine ziyarete gitmeye karar vermişti. karşı binaya girip merdivenleri sakin bir şekilde çıkmıştı. ikinci kata geldiğinde ise, gördükleri karşısında şok olmuş ve elindeki çay kutusu yere düşmüştü. kapağı açılan kutunun içindeki onlarca ekinezya çayı bir anda etrafa saçılmıştı.
gördüğü şey, kesinlikle kalbine zarardı. gözlerinin önünde, kül saçlı çocuk ile yeşil saçlı çocuk birbirine sarılıyordu. hallerine bakılırsa da özellikle kül saçlı çocuğun ağlamış olması muhtemeldi. çünkü gözleri kızarmıştı.
arkadaşça bir sarılma olamaz mıydı bu? maalesef ki olamazdı. çünkü kestane saçlı çocuk, her iki komşusunun da tıpkı kendisi gibi yalnızlığında boğulup gittiğinden haberdardı. daha önce tanışmadıklarını da biliyordu, kendini boşuna kandırmasının lüzumu yoktu.
yere çökmüş ve etrafa dağılan çay paketlerini toplamak istemişti ancak yara bandı sarılı olan parmakları seyiriyor ve buna izin vermiyordu. kendine gel hoseok, diye söylendi içinden. fazla tepki veriyorsun, belli ki başından beri birbirlerini seviyorlarmış. sonradan gelip her şeyi değiştirebileceğini mi sanıyordun?
kendi içinden geçenler bile bu kadar ağırına gitmişken, daha fazla dayanamadı ve hızla oturuverdi soğuk zemine. bunca şey yalnızca saniyeler sürmüşken, ona saatler gibi gelmişti. bir hıçkırık kaçtı dudaklarının arasından, ardından bir tane daha ve bir tane daha.
"hey! neden ağlıyorsun?" kestane saçlı çocuğun ağladığını gören ikili, birbirinden ayrılmış ve hızla yerdeki oğlanın yanına koşmuşlardı. o an, yeşil saçlı çocuk suçlu hissetti.
acaba... öpüştüğümüzü de görmüş müdür?
iyice yaklaşıp ağlayan çocuğun kollarından tuttu ve sarstı onu. ağlamasına dayanamıyordu, bu ona çok büyük bir günah işlemiş gibi hissettiriyordu. "hey, beni duyuyor musun? tanrım... hoseok, lütfen ağlama..." yeşil saçlı çocuk, daha fazla dayanamayıp ağlayan çocuğa sarıldı ve göz yaşlarını omzuna akıtmasına izin verdi. aslında neden ağladığını biliyordu, ancak bunu dile getirmeye korkuyordu. o yüzden yalnızca susmayı tercih etmişti.
kül saçlı çocuk ise etrafa saçılan ekinezya çaylarını fark ettiğinde, hepsini teker teker toplayıp kutusunun içine koymakla meşguldü. ve o sırada, günler önceki yaşadığı bir an canlandı gözlerinin önünde. çok iyi hatırlıyordu, yeşil saçlı çocuğun fincanı balkondan düştüğünde bahçeye inip ağladığı sırada da, kendisi yine kırık fincanın parçalarını toplamakla meşguldü.
tarih gerçekten de tekerrür edebiliyormuş, diye düşündü.
hepsini kutuya yerleştirdiğinden emin olduktan sonra, bir bebek gibi ağlayan kestane saçlı çocuğa yaklaştı. gözleriyle yeşil saçlı olana biraz geri çekilmesini işaret ettiğinde, diğeri dediğine uydu ve geri çekildi.
![](https://img.wattpad.com/cover/107674567-288-k980532.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ocha no kappu | yoontaeseok
Romancebir fincan çay, saat gecenin dördü ve ben uyuyamıyorum. [ (jp.) bir fincan çay. ] •° shirayuri serisi, bölüm 1