I've been feeling old, I've been feeling cold
You're the heat that I know
See, you are my sun---
Jongin Prens'in son cümlesinden sonra kendisini nasıl dışarı atacağını bilememiş, ayakları birbirine dolanmıştı adeta. Öyle ki odadan çıkar çıkmaz taştan duvara sırtını yaslamıştı. Sağ elini delirmiş gibi atan kalbinin üzerine yasladı ve Prens'in odasını koruyan muhafızlar ona garip garip baktığı için kendisini yürümeye zorladı. Kocaman bir yumruk yemiş gibi sersemlemiş hissediyordu esmer adam.
Hala çenesinde nazik parmakları hissediyor, Prens'in kokusunu soluyordu. Vanilya gibi kokuyordu genç Prens. Zarifliğin timsali gibi kokuyordu. Jongin birden yolun ortasında durup kendisine tokat attı.
Yapamazdı.
Buraya bir amaç uğruna gelmişti. Herkes gibi gönlünü o Prens'e kaptıramazdı. Kim bilir sayısız bedeni öpmüştü Prens. Sayısız kadınla uyumuş, her istediğini elde etmişti belki de. Jongin ise yabancıydı bu konulara, başka birinin bedeni bedenine karışmamış, başka kimseye aşık olmamıştı. Belki de bu yüzden büyülenmişti. Onu görür görmez aşık olamazdı değil mi?
"Kendine bir tokat daha atacak mısın diye izleyeyim dedim ama öylece duvarı izliyorsun."
Jongin sesle sıçradı ve ona gülümseyerek bakan Jongdae'yle göz göze geldi. Kumral saçlı yaramaz Jongdae günlerden sonra ilk defa ona samimi bir gülümsemeyle bakıyordu.
"Neden böyle bakıyorsun Hyung?" diye mırıldandı Jongin. Kendisini garip hissetmişti.
Jongdae ona yaklaştı ve sanki sadece ikisinin duymasını istediği bir sır söylermişçesine sesini kıstı.
"Sümüğün akıyor onu sil sonra aşık olursun."
Jongin gözlerini devirirken Jongdae kıkırdayarak yanından kaçmıştı. Neden ciddi olduğunu düşünmüşse sanki? Jongdae her zaman her şeyin komik yönün bulan eşsiz bir insandı. Kafasını iki yana salladı ve kendisini bahçeye attı.
-
Jongin sonraki günlerde deli gibi Prens'ten ve ona yakın olan her şeyden kaçıyordu. Prens'in kalbini çalmasına kolayca izin vermemeliydi, o kalbi yıllarca boşuna mı korumuştu hem?
Kaçmasına kaçıyordu ama Prens her yerde karşısına çıkıp ona yaramaz gözleriyle bakmaya ve onunla uğraşmaya devam ediyordu. Bir kere bahçede domatesleri ona toplatmıştırdı. Oysaki bunu yapan zaten bir hizmetli vardı.
Prens geleli iki gün olmuştu ama Jongin hala onun büyüsünden kurtulamamıştı. Kendisini Prens'in peşinde koşan cariyeler gibi hissediyordu.
"Yah, Kim Jongin! İşin bitmeden dinlenmeye mi cüret ediyorsun?"
Jongin Minseok'un sesiyle kalktı ve nehirden gelmiş temiz içme sularını içeriye taşımaya devam etti. Artık kolları ağrıdan kopmak üzereydi ancak Minseok tam bir acımasızdı. Kahverengi saçları alnına yapışmış, boynundan göğsüne ter damlaları akıyordu. Çok terlediği için üzerindeki yardımcılara özel olan gömleği çıkarmış, altındaki bol pantolonuyla çalışıyordu.
Cariye kızların kıkırdamasıyla kafasını kaldırıp baktı. Kızlar garip bir şekilde ona bakıp sırıtıyorlardı. Ne olmuştu ki şimdi? Şaşkın şaşkın onlara bakınca kızlar utanıp kaçışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Talk Me Down
Fanfiction"Bana adını söyle." diye mırıldandı ilahi sesiyle tekrar. Ses tonu kısık ve can alıcıydı. "Kim Jongin, Prens'im." Çenesindeki eliyle Jongin'in kafasını kaldırmasını sağlamıştı. Gözleri Jongin'in suratında gezinirken hoşnutça sırıttı genç Prens. "Kim...